Mardin sınavı: Kaburga Sofrası

2010 gezi planlarımız arasında Mardin var. Ömründe Mardin’e ayak basmamış bile olsa kendini fahri Mardinli ilan eden rehberimiz bile hazır: Cemil. Yıllardır gitmeye ikna etmeye çalıştığımız Cemil sonunda dırdırımıza dayanamadı ve kabul etti. Fakat geziye katılabilecekleri o seçecek. Önce bir sınava girmemiz gerekiyor. Ne sınavı olabilir? Tabii ki Mardin yemeklerini biz hatunların ne kadar yiyebilecekleri. İlk sınav, yani “midterm” Aksaray Kaburga Sofrasında olacak dedi Sayın Rehber.
DSC03438

Aslında Aksaray olarak geçiyor ama Laleli’de. Aksaray’ın lokanta kısmı kapanmış merkez olarak kalmış. Yemekler burada hazırlanıp, Şişli ve Laleli’ye yollanıyormuş. Nuran ile Cemil Şişli’deki şubelerine sık sık gidiyorlar. Yani Nuran sınava daha girmeden geçti diyebiliriz.
Hepimiz İstanbul’un farklı yerlerinden Laleli’ye geldik. Benim gelişim çok kolay oldu: vapur+taksi. Tam olarak nerede olduğu hakkında bilgi veremeyeceğim, Laleli’yi fazla bilmiyorum.
Bizi çok tatlı, çok hoş sohbet bir garson karşıladı. İsmini hatırlayamadığım için özür diliyorum kendisinden. Diğerlerini beklerken, Zeynep ile bana, mekan ve Mardin hakkında bilgiler verdi.
Mardinli bir aileninmiş burası. Kaburganın hazırlanışına çok özen gösteriyormuş özellikle ailenin hanımı. 8 saat buharla pişiriliyormuş. Aksaray’da park sorunu yüzünden ve müşterileri memnun etmek için anket yapmışlar nerede açılsın diye. Anket sonucundan Bakırköy çıkmış. 15 gün içerisinde açılacakmış Bakırköy şubesi.

Burada yenecek şey belli: Kaburga dolması. Fix menuleri var.
Önce iştah açıcı olarak narsuyu salatası servis edildi. Ardından Mardin güveci. Patlıcan, domates, biber ve kuzu etinden oluşan türlü gibi bir yemek. Nur’un favorisiydi. Sonrasında mumbar dolması ve içli köfte. Cemil herkesin mumbar dolmasının tadına bakacağını değilse sınıfta kalacağımızı belirtti. Ben daha önce Bostancı’daki Recep’de tadına bakmış olduğum ve hiç hazetmemiş olmam sebebiyle biraz çekince ile yaklaştim ama tadına baktım. Mükayese bile edilemez. Zaten Recep kapandı. Burada tattığım yenebilecek lezzetteydi, sevene.
Ve kaburga dolması geldi sonunda. Sevgili garsonumuz kemiklerini ayıklayarak servis etti bize. Pamuk gibi bir et. Çok lezzetli, yumuşak. Minimum 1 tabak yedik(Düşük not alan Nur dışında).
DSC03443
Bastırması için mırralarımız da geldi. Garsonumuz mırra ile ilgili de bilgilendirdi biz. Mırra içerken eğer elinde bardağın durursan daha istiyorum demekmiş. Yok bardağı sallarsan daha istemiyorum demekmiş. Ama ola ki bardağı masaya koyarsan terbiyesizlik oluyormuş ve özür dilemek için, eğer garson evliyse garsona bardak kadar altın vermek gerekiyormuş. Yok evli değilse garsona hem hatun bulmak gerekmiş hem de düğünlerini düzenlemek.
Sonunda helvalarımızı da yedik hiç utanmadan.
Burası etseverleri çok memnun edecek bir mekan. Herşey çok lezzetli. Adam başı 38.5 ödedik tüm yediklerimize.
Sınav sonuçları mı? Eren, Nuran ve ben 5 pekiyi. Zeynep 2 geçer. Nur ise 0 zayıf. Finallere çok çalışması lazım.

Jumbo Burger

Bilgen senede 1 kere İstanbul’a geldiği için özlediği tüm tatları tatmak istiyor. Jumbo Burger, bu tatların üst sıralarında yer alıyor.
Jumbo Burger, Çiftehavuzlar sahilde, Büyük Klubün karşı hizasında kendimi bildim bileli. Senelerdir gideriz Bilgenle. Eskiden menu yoktu. Yediğimiz hep aynıydı. Sonra menu koydular ama biz bir türlü öğrenemedik menudeki ismini yediğimizin. Her seferinde garsonlara anlattık : “Bizim yediğimiz çift katlı, arasında domates sos ve sizin özel sos oluyor, üstünde de erimiş kaşar”. Bu sefer, garson bize ‘geleneksel jumbo burger’ dememizin yeterli olduğunu söyledi. Ama menude yok gerçekten bu tarif ettiğimiz.

DSC03126 (2)

Bilenler bilir. Hala bilmeyen varsa çok şey kaçırıyor. Bizce İstanbul’un 1 numaralı burgeri. Ötesi yok.
Yanına da yine soslu patates kızartması ve buz gibi bira.
2 kişi 50 Lira.

Yine Hamdi

Sadece turistleri değil, yurtdışında yaşayan arkadaşlarımızı da, İstanbul’a geldiklerinde, Hamdi’ye götürür olduk. Bilgen geldi. Her sene olduğu gibi Hamdi’ye gitmek, bu sene nasılmış diye test etmek farz oldu. Bu sefer ailenin Adanalı büyükleri de katıldıkları için, kritikler biraz fazla oldu tabii…

DSC03107

Ben buranın Ehl-i Keyif olayına bayılıyorum. Özellikle susuz içenler için, rakı bardağı buzlu bir kap içinde uzun süre soğuk kalıyor.

Önden mezeler: Hep çok sevdiğim Urfa peyniri ve süzme yoğurt, favorim muhammara, biraz fazla özenilmemiş bulduğum gavurdağ ve patlıcan ezme.

Lahmacun genelde beğenildi, bana eti kokulu geldi. Kebapların her türlüsünü istedik herhalde ortaya ama ben manzara fotoğrafı sevdasından sadece azıcık fıstık kebabı ve patlıcan kebabı tadabildim. Diğerleri anında tüketilmişti her daim aç sürü tarafından. Kebaplar orta puan aldı Adanalı büyükler ve benden.

Tatlıyı taa gündüzden söyledik. Bilgen, katmer yemezsem olay çıkartırım diye tehdit etti bizi çünkü. Olur da biter belki diye katmerimizi gitmeden telefonla ayırttık. Künefe de ısmarladık utanmadan. Önümüze gelen herşeyi silip süpürdük.

Sonuçta yemekler şahane olmasa da manzara süper, etraf turist dolu, servis de iyi. Başka ne ister insan.
Hamdi’ye gideceklere öneri: Mutlaka en üst katta, cam kenarında rezervasyon yapın, tam zevkine varın.
Kişi başı 50 TL ödedik. Ama bayağı bir yedik…

Dağ Restaurant’da yiyebilecek miyiz?

Durum şu şekilde gelişti: Kilyos Burç Beach çıkışı, akşam 7.30 civarı, Hakan, Dağ Restaurant’a gitmemizi önerdi. Daha önce gitmiş. Yer hemen Burç Beach sonrasında, yol ayrımında sol tarafta. Çok şirin, çiçeklerle donatılmış, bol yeşillikli bir bahçesi var.

Bahçede oturduk. Et olarak zaten sadece pirzola ve köfte varmış. Pirzola bitti dediler. Salata, kızartma vs var ama biraz daha beklersek köfte de bitebilir diye bizi uyardılar. Hemen ne var ne yoksa getirmelerini söyledik. Bizden sonra gelen bir yığın insan kös kös geri döndü çünkü son köfteleri de biz kaptık.
Zaten muhtemelen cumartesi pazar iş yapıyorlar. Nasıl oluyor da en çok iş yapacakları bir zamanda yeteri kadar et bulundurmazlar ki? Durumu gerçekten anlayamadık. İlk başta biraz söylendik. E tabi açlığın da etkisi. Sonra muhteşem çoban salatası ve yine muhteşem yoğurtlarımız geldi. Salatanın malzemesi iyi olunca başka bir şey yememe gerek yok. Suyuna ekmek banarak salata başlı başına bir yemek bence. Yoğurdun da bu kadar lezzetli olması, sinirimizi yatıştırdı hatta uçurdu bizi. Özel yaptırtıyorlarmış. Manda sütü de katkılı.

Ardından patlıcan-biber kızartma geldi. Ve tombul köfteleri ile anne usulü kızartılmış patates. Köftelerin 4 porsiyonu aynı kapta geliyor. Çok lezzetli. Yumuşak ve sulu. Baharatı az. Biz afiyetle kendimizden geçer iken herhalde 50 kişi geldi ama geldikleri gibi gittiler.

Sonradan konuştuğumuz mekan sahibi, fazla et ve köfte bulundurmadıklarını, çünkü bekledikçe köftenin tadını kaybedip kuruduğunu belirtti. Ama o kadar insan bu lezzetten mahrum kaldı. Restaurant ise minimum 50 kişilik bir kazançtan..
Bayılıyorum böyle para hırsı olmayan insanlara. Daha fazla kazanacağım diye daha çok köfte yoğurmuyor adamlar. 100 tane mi? 100 köfte parası yetiyor. Hem kalanı sonradan vererek gelenleri üzmüyorlar, hem de kendilerini fazla yıpratmıyorlar.
Lakin yemeğin üstüne ağırlık çökünce ne çay bulabildik ne de kahve. Kalmamıştı. Boğaç hesabın da kalmamasını ümit etti ama 4 kişi köfteler, 2 salata, 3 yoğurt, kızartma, 2 bira için 105 geldi.
Karnımız tok yolumuza devam ettik.

Tarihi Karaköy Balıkçısı’nda Kötü Levrek

Kağıtta levrek konusunda takıntılıyım. Hep Karaköy’deki İstiridye’de yerim. Bu sefer değişiklik olsun, takıntılardan arınmak lazım dedim. Yine Karaköy’deki, Tarihi Karaköy Balıkıçısı’na gittim. Demez olaydım. Bir levrek nasıl bu kadar kötü olabilir? Bir de üstüne, içinde saç çıktı. Utandığımdan söyleyemedim. Canım ciğerim İstiridye.. Sana ihanet etmeyeceğim bundan sonra.. Neyse, üstüne Cremeria Milano’da yediğim, başka takıntım, çikolata ve nutellalı dondurma ile kendime geldim.

Dip Not: Benim gibi Cremeria Milano sevenlere haber: Nişantaşı taraflarında açılıyormuş.

Balık Kültürü

lakerda-016-2

Balık bilgisi olan kişilerle balık yemeğe gitmek çok faydalı ve keyifli oluyor. Aman ne yiyeyim, acaba balık taze midir, şu an hangi balık mevsimi gibi, çok önemli ayrıntılarla kafa yormaya gerek kalmıyor. Keyfine vara vara balık yeniyor..

Doğançay dönüşü, Küçükyalı sahil şeridindeki Lakerda Balık’a gittik “balık bilirlerle”. Aykut dalgıç, balığa çok meraklı. Hangi balık nerede bulunur, ne zaman yemek lazım, tazesi nasıl, ne renk olur biliyor. Cüneyt ise balık merakından küçük balıkçı teknesi almış kendisine, haftasonları sabahın erken saatinde yollara koyulup balık tutuyor. Ben de onlarla beraber kendime güzel bir balık ziyafeti çektim .. Şimdiki yorumlarım, aslında daha çok onların yorumları ve bilgileri…

Onlara göre Anadolu yakasının en iyi balıkçısı Lakerda imiş. Zaten müdavimiymişler. Sahil şeridinde yanyana bir kaç balıkçı var. Ortam güzel, aradan yol geçse de deniz kenarı, karşıda adalar..

Önden mısır ekmeği, turşu, zeytin-zeytinyağı ile açlığımızı bastırmaya çalıştık. Ardından deniz ürünlü pazı dolma ve deniz börülcesi geldi. Pazı dolması çok güzel ve lezzetli. Deniz börülcesi için Cüneyt bir bilgi verdi: Popüler olduktan sonra artık seralarda yetiştirilmeye başlanmış. Bizim yediğimiz sera mıydı bilmiyorum ama ben çok beğendim. Artık çoğu yerde kötü oluyor. Hatta geçenlerde Nuran İstinye’de bir balıkçıda geri yollamış.
Lakerdanın ise şu an mevsimi değilmiş ve güzel değilmiş Cüneyt’e göre. Ama lakerda, isminden de anlaşılabileceği gibi, en güzel burada olurmuş. Biraz soru işareti??

Kalamar tava ise yağını içine çekmemiş, içi yumuşak ve sulu. Tam sevdiğim gibi. Hatta küçük Bora hiç yemediği kadar yedi. Tekir tava içinse, garson her ne kadar yağını çekmemiş dese de ben aynı fikirde değilim. Tekir ile ilgili bir bilgi de Aykut’tan: 2 tip tekir varmış. Kayada gezen ve kumda gezen. Kayada gezen daha lezzetli olurmuş. Tekiri canlı görmek lazımmış. Eğer kıpkırmızı ise iyi demekmiş. Ama bizim yediğimiz lezzetsizdi.

lakerda-014-2

Soya soslu sardalyayı hepimiz çok beğendik. Izgara kalamarın ise üstüne ceviz serpmişler, süslemişler. 1 tane daha istedik.

lakerda-015-2

Ama gecenin, benim için bombası, ilk defa yediğim, daha önce yediysem de muhtemelen ismini bilmediğim için bir daha yiyemediğim eşkina. Nam-ı diğer kaya levreği. Izgara yapılmış ama buğulama kadar sulu ve yumuşak. Çok lezzetli bir balık. Mutlaka burada deneyin derim.

Gecenin sonunda yenilen tatlılardan dondurmalı irmik iyi değildi. Volkanonun ise daha iyilerini yedim.

Ne kadar ödendi bilmiyorum. İnternet sayfalarından gördüm, değişik fiyatlarda fiks menüleri var.
Balık ziyafeti için Aykut’a çok teşekkürler..

Kuru Fasulyenin Faydaları

Sirkeci’deki Fasuli’de fasulye yerken, servisin üzerinde yazan “Kuru Fasulyenin Faydaları”nı okuyordum, maddelerin içerisinde bir tanesi dikkatimi çekti:
“Az yağlı bir besin olduğu için kalp ve çeşitli kanser tiplerine yakalanma riskini azaltır”.
Peki içine konan tereyağ ne oluyor? Tamam çok lezzetli, oldukça et içeriyordu ama bir iskender kadar ağır.. Gün boyu tereyağ yüzünden çöken ağırlığı saymazsak, kurufasulye çok güzeldi. Laz böreği ise kötüydü. 1 tabak fasulye, 1 laz böreği, 1 kola 13.5. Kategorilerde hem sağlıklı hem de sağlıksız birşeyler seçtim. Bilemedim..

Burgazada’nın “Fincan Cafe”si

Heybeliada’lı Cemil’in liderliğinde Heybeliada’ya gittik. Sabah Gencay Cafe’nin “papaz ekmeği”nden yapılmış ünlü tostu ile doyduktan sonra Cemil uslu durursak akşam yemeğine bizi Burgazada’ya götüreceğini söyledi. Biz de Nuran ile uslu durduk…

Heybeliadalılar, yemek için, sıkça giderlermiş Burgazada’ya. Dışarıdan gelenler (görmeler) Fincan Cafe’nin yanındaki “ünlü” yere tıkışırlarken, adanın sakinleri gerçek lezzetin Fincan Cafe’de olduğunu bilerek, biraz da bıyık altından gülerek, bu küçük, şirin lokantaya giderlemiş. Biz de öyle yaptık…

İçeri girdiğimizde, sonradan lokantanın sahibi olduğunu öğrendiğim Rasim Bey, masanın üstündeki bir tabağın resmini çekiyordu. Tabaktakinin ne olduğunu sordum hemen. Bir bayan Acamuka diye cevap verdi. Şaşkın bakışlarımdan olacak, Çerkez Pastası olarak yineledi. Ne olduğunu da sordum içinde. Hemen anlatmaya başladı. Kaynar suyun içine tereyağ konuluyormuş, sonra mısır unu en son abhaz peyniri. Mıhlamaya benzer bir yemekmiş. Bayanın bu sıcak anlatımı zaten en baştan çok hoşuma gitti..

acamuka

Masamız hazırlanırken Cemil’e ve ada gezimizin sadece yeme-içme bölümüne katılan yine adalı Umut’a sordum nesi meşhurdur, ne yemeli diye. Biz herşeyini seviyoruz, herşeyini de yiyoruz dediler. Meze dolabının önünde ne yesek derken herşeyden ısmarladık bir anda.
Rasim Bey’in eşi ve lokantanın aşçısı Canan Hanım Çerkezmiş. Çerkez tavuğu tabii çok güzeldi. Ödüllüymüş zaten. Otlu peyniri kendileri yapıyorlarmış. Birkaç çeşit peyniri ve otları karıştırıyorlarmış. Ben fesleğen tadını aldım ve çok hoşuma gitti. Kötü kokulu fransız peynirleri gibi değil(gerçi ben çok severim). Börülce özenle hazırlanmış belli. Şakşuka ve patlıcan salatası ise mutlaka denenmeli. Ben tam biber dolmanın biraz lapa gibi olduğunu düşünürken, Umut bu dolmanın içinin, midye dolmanın içine konan Ermeni usulü iç pilav olduğunu, bol soğan ve az baharatla yapıldığını, bilmeyenlerin lapa sandığını anlattı. Ben de bilmeyenlerdenmişim..

adalar-0161

Bilmediğim bir lezzet notu daha öğrendim; nohut köftenin içinde kuş üzümü ve fıstık vardı. Herkes bayıldı. Lakerda torikmiş. Tam lakerdayı çok tuzlu sevmeyenlere göre. Çiroz ise Cemil tarafından anında yokedildi. Karidesli pilav biraz vasat kaldı bu kadar lezzetin yanında..

adalar-021

Peynir krokette ağzınıza bol kaşar tadı geliyor. Muska börek çıtır. Ortaya istenen karides güveçte karidesler diğer yerlerde olduğu gibi tereyağında yüzmüyor, bol kaşarlı, bol ekmek banmalık.

adalar-022

Balık isteyemedik bu kadar yemeğin üstüne. Fakat benim gibi tatlı sever Umut rokokoyu sordu. Varmış. İthal hiçbirşey olmazmış mutfakta, onu da Canan Hanım yapıyormuş. Tiramisu, brownie de oluyormuş dönem dönem. Bayıla bayıla hepsini yedim.

adalar-024

1 küçük rakı, 4 bira ile beraber toplam 220 ödedik. Vapura yetişmek için çıkarken Canan Hanım bir tabağa meyveler hazırlamış yolda yememiz için.

Ben bir restorana gidince o restoranı tüm özellikleriyle, bir bütün olarak değerlendiriyorum. Asmalımescit civarlarında popüler, etrafın cıvıl cıvıl olduğu bir restorana gidiyorum garsonlar kalabalıktan ne yapacağını şaşırmış oluyor, yemek geç geliyor, işletmeci sinirli bir şekilde etrafı gözetliyor. Yemek güzel olsa da negatif enerji bize de yansıyor ve ne yediğimizi anlayamıyoruz. Ya da zaten yemekler çok kötü oluyor karşıda boğaz manzarası olsa da. Süslü tabaklar, belki özenle sanat yaratılmış yemeklerin tadı güzel olmayınca da sinirim bozuluyor. O kadar emeğe yazık diyorum. Göze hitap ediyor ama içi boşsa neye yarar? Oysaki Fincan Cafe’de bana herşey dört dörtlük geldi. Sahiplerinin samimi ve neşeli tavırları mekana da yansımış. Rasim Bey her masa ile laflıyor. Canan Hanım sorulan sorulara samimiyet ve sabırla cevap veriyor. Zaten Canan Hanım’ın yaptığı yemekler de süper. Çok mutlu ayrıldım Burgazada’dan..

Yanyalı Fehmi Lokantası

Kadıköy’de Çiya lokantasının önünden her geçişimde vitrindekileri görüp içeri dalarım. Fakat et kokusu yüzünden burada afiyetle bir yemek yemek nasip olmadı. Et çok sevmeyen birinin orada ne işi var aslında.. Bir kaç arkadaşım Yanyalı’dan bahsettiler. Türk-Osmanlı lokantası olduğunu, zeytinyağlılarının da çok güzel olduğunu, et kokusundan rahatsız olmayacağımı, dışarıda çok güzel bahçesi olduğunu söylediler.

Cumartesi zaten sabah kahvaltı yapamamışım, vapura binmeden koştura koştura gittim Yanyalı’ya. Bahçesinde oturmak istedim ancak yağmur yağıyordu. Acıkmışım, hemen bir zeytinyağlı tabağı sipariş ettim; soya fasulye, börülce ve lahana sarma. İkram bir de sıcak pide geldi yanında, zeytinyağına bana bana indirdim mideye… Çok lezzetli olduğundan zannetmeyin, çok aç olduğumdan. Bana fazla tuzlu geldi. Zeytinyağlıları biraz şekerli severim, annelerin yaptığı gibi. Sonrasında mantarlı pilav istedim… Biraz hayal kırıklığı.. Daha doğrusu güveç içinde lapa gibiydi .

Ben tam bir pilav hastasıyım lakin bulamıyorum şöyle güzel bir perde pilavı, iç pilav… (Bilen varsa söylesin) Sonrasında ise hızımı alamayıp kazandibi yedim. Doğruyu söylemek gerekirse en çok kazandibinden memnun kaldım. Belki de en son Mado’da yaşadığım kazandibi rezaletindendir bilemiyorum, çok güzel geldi bana.

Fakat şoku hesapta yaşadım. 25 Lira geldi. Tamam çok yedim o ayrı ama esnaf lokantası sanıyordum ben burayı. Et yememişim. 25 biraz tuzlu değil mi?

Yanyalı hakkında şu an için iyi-kötü yorumu yapmam yanlış olur. Bir kere gitmişim, Osmanlı usulü yemeklerinden-etlerinden denememişim. Gerçi yan masadaki bayan tandırının çok sert olduğunu söyleyip geri yolladı. Şu an tam ikilem içerisindeyim. Diğer esnaflara göre azıcık tuzlu bir daha gidemem ya da aklım mercimek ve safranlı pilavda kaldı, denemem lazım..

Itsumi ve harika sushi

Güzel sushi yemek için Japonya’ya gitmeye gerek yok. Itsumi size yeterince sağlıyor.
Ben sushiyi ilk Chicago’da denedim ve o zamandan beri arada sushi aşeririm. Cuma akşamı da bizimkilerle yine sushi yemeğe, yine Itsumi’ye gittik. Daha önce başka yerler de denedik. Değişik yerler deneyelim ve lezzet ve fiyat bakımından ideal sushiyi bulalım dedik zamanında. Ama Itsumi’den iyisini bulamadık. Lezzet açısından mutlaka daha iyisi vardır. Mesela Xuma’nın çok iyi olduğunu duydum. Mori’yi de denedim, orada da lezzet açısından çok memnun kaldım ama sürekli gitmek için biraz pahalı kaçıyor. Özel günlerde olabilir. Fakat normal bir zamanda, mesela Sushico’ya gidenleri anlayamıyorum. Sushi demek ayıp yaptıklarına. Avocadolu lapa daha çok sundukları. Ve dünya kadar para alıyorlar bir de!!

Öncesinde ortaya Edamame söyledik. Edamame haşlanmış soya faulyesi. Kabuğun içindeki fasulyeler yeniyor. Bol tuzlu. Atıştırmalık güzel gidiyor.

Ben kendime ayrı tekli sushi Unagi (Gol Yılan Balığı) ve Saba (Marine Uskumru) istedim. Tabii ki çok güzellerdi. Japon aşçımızın sushilerimizi hazırlarkenki fotoğrafı..
sushi-0181
Yukarıdakinde Nuran’ın Saba sushisi hazırlanıyor. Aşağıdaki ise bizim tekli sushilerimizle beraber.
sushi-019
Ruloları Nuran’la ortak söyledik ikimiz. İkimiz de yılancı oldugumuz icin karar vermekte fazla zorlanmadık. Unagi Maki (6 adet Yilan Balikli Rulo),  Dragon Roll (6 adet dışı yılan ici avocado salatalık roll), Sesame Roll (6 adet Susamlı California Roll) istedik. Favorim Dragon Roll’du bunların arasında sanırım. Ya da Unagi Maki :). Bizi çok sevip birde Crispy Roll ikramında bulundular. Ben pişmiş cok sevmiyorum, sushi mantığıma aykırı ama tabii ki 1 adet yedim.
Tabii doymayıp birer tane daha tekli sushi istedik. Bu sefer değişik olsun diye Tako (ahtapot) istedim ama çok memnun kalmadım.

Biz Nuran’la birer bira içtik ve 50’şer lira ödedik. Ve her zamanki gibi kendimizden geçmiş bir vaziyette çok mutluyduk. Burada sushi dışında da alternatifler mevcut, sevmeyen ama arkadaşlarına eşlik edenler için. Izgara balık, noodle gibi. Sushi severseniz ve sürekli benim gibi canınız çekiyorsa İş Kulelerinin altındaki Itsumi sizi de mutlu edecek güvenin.

Gecenin özlü sözü Murat’tan: Mirror ayna demek