Mohti Laz Meyhanesi’nde kalanlara ‘gel’me!

Mehmet’in yarı görevli yarı zorunlu olduğu sergi açılışını siyah giymemiş olmamız ve kapı dışında dikilip şarap ve sigara içmediğimiz halde atlatmış ve tabiri caizse dükkanı kapattıktan sonra klasik nereye gitsek sorunsalına yakınlığı itibari ile Mezze‘yi önerip daha önceki elektrik kesintisinden dolayı kapalı olduğunu öğrenince ikinci seçenek olarak Mohti’yi önerdim. Önce hangi sokakta diye aranırken vazgeçmenin ucundan dönüp olduğu binayı bulup üst kata çıktık. Zaten adından belli sıradan bir yer olmadığı; girişinin de farklı olması hoşgörülebilir dedik, bir maceraya atıldık.

Genelde mutfakların kapandığı saatlere denk geldiğimiz için menüden seçmek yerine garsonun tabiriyle “kalanlardan” yemek nasib oldu. Patates salatası, ıspanak kavurma, hamsili mısır ekmeği böyle geldi. Diğerleri istek üzerine geldi: Muhlama, peyniri ve yağı ayrı katmanlar olarak; tereyağın rengi koyulaşmış olarak geldi, biz karıştırdık. Fasulye turşusunun kavurması yokmuş, turşunun kendisi geldi. Hamsinin kuşunu yapmıyorlarmış; tavasını yedik. Birer tek içtik 85 TL ödedik.

Açıkçası yediklerimizden çok konuştuklarımızı hatırlıyorum. Yemek oldukça vasat bir agastronomik deneyimdi. Uzun süredir merak ediyordum; merakımı gidermiş oldum, bir tek o işe yaradı (muhabbet baki). Canınız o bölgeye ait yemekler çekiyorsa Trabzon Kültür Derneği‘ne gitmenizi tavsiye ederim.

www.mohtilazmeyhanesi.com

Trabzon Kültür Derneği

Yaklaşık bir ay gecikmeli olarak Giray’ın hediyesini verebilmek için tam ekip toplanıp 3 saat kadar uğraştık; sonunda oldukça da başarılı olduk. Ama sonrasında üzerimize çökmüş olan yorgunluğa Giray’ın hamsinin çare olacağını düşünmesi tabii ki karşıya geçip hamsiyi sadece sezonunda servis eden restauranta yönlendirdi. Eren, Yasemingiller yeşillenmesin diye bize bay derken biz Abbas misali yolumuz tuttuk.

Hepimiz acıkmıştık ama buna rağmen gelen tepsiden az birşeyler almayı becerdik: uskumru marin, levrek marin, kavun. Salatamız Giray’ın varlığında tabii ki çoban olmak durumunda. Garsonun yöresel yemeklerden ister misiniz sorusuna tabii ki de hay hay dedik: pazı kavurma, fasulye turşusu kavurması, kuymak, karalahana sarması, hamsili pilav. Giray’la Meltem bir 20lik yeşil Efe içtiler, 154 ile papaz olmamak için bende Yeşilaycılık oynadım, sağolsun Selin’de bana katıldı. Aslına bakarsanız bunları yedikten sonra doymuş olmamıza karşın yeterince hamsi yememiş olduğumuzu düşünerek 10 adet hamsi kuşu istedik ve Meltem’e peynirli versiyonunu anlattık. Tatlı bir son için de bir kase nar, bir porsiyon laz böreği yedik ve çaylar içtik. Toplamına 4 kişilik bu gayet lezzetli ve doyurucu yemek için 195 TL ödedik.

Trabzon Kültür Derneği’ni 5-6 sene önce bir kişi anlatmıştı, çok güzel döner yapıyorlar diye, ama sadece haftasonu var gibi birşeyler demişti. O zaman telefonla arayıp artık döner yapmadıklarını öğrenince vazgeçip unutmuştum. Sonra geçen sene Nalan götürdü ilk defa. 3-4 kere daha gittim başkalarıyla; her defasında çok memnun kaldım. Selin’e deyişiyle “yaptıkları herşeyi çok iyi yapan ve lezzetli olan” bir yer, hala kötü birşey yemedim. Ramazan sırasında tesadüfi olarak gittiğim ve sadece iftar yemeği olan günkü fiks menü yemekleri bile çok iyiydi, hele o gün servis ettikleri pastırmayı hala unutmuş değilim. Pazı kavurmasının nasıl ağızda eridiğini, turşu kavurmasının hafif acı hafif tuzlu tadının kararını yazıyla ben tasvir etme yeteneğine sahip değilim, en iyisi gidin deneyin. Aşçıların tereyağı konusunda elleri bol; söylemedi demeyin!

www.trabzonkultur.org.tr

Agora Restaurant’ta sıra arkadaşımla

50441247

Hiç bu yaşta bir sıra arkadaşımın olacağını düşünmezdim ama durumlar, tutumlar ve yaklaşımların kesişmesi ve bunun enlem, boylam ve zamanın da kesişmesiyle beraber ortaya çıkan durumsal uzayzaman böyle keyifli bir dostluğu kazandırdı bana. Tuncay’ın eskiden mahalle meyhanesi olarak iş çıkışı gittiği Agora Restaurant’a beraber gitmek ne artık mahallesi, ne de aynı işin çıkışı olduğu bir zamanda gittik. Bahsetmişti bir iki kere; kuzu çevirme yapılan çok salaş bir yer var diye Bağlarbaşı’nda, birgün gideriz diye. Nasip artık sıra arkadaşlığımızın bittiği ama konuşacaklarımızın bitmediği bir zamanaymış meğersem.

Mekanı nasıl anlatsam bilemiyorum. Sanki en yakın benzetme akşam kıraathanesi olacak. (yanında normali var; çaylar ordan geliyor) Genelde erkek nüfusa sahip, sadece bir kere bira içen (sanki birahanedeymiş gibi) kadınları gördüğüm bir mekan. Duvarlar lambri; tuvaleti alaturka. Oto yıkama ile karşılaştırıldığında daha üst sınıf. Sigara içiliyor, televizyonlarda genelde maç türevleri gösteriliyor. Masalardaki muhabbet bir agoradakine benzer.

Mezeler mutfak önündeki dolaptan seçiliyor. Dolap üzerindeki aralıktan mutfak da gözüküyor. Meze çeşitleri arasında genel geçer mezeler de var, ama biz özellikle sevdiğimiz için şunlara kitlenmiş durumdayız: Beyin Salatası (benim favorim; menüde gördüğüm zaman illa ki ısmarlarım), Arnavut Ciğeri (Tuncay’ın favorisiymiş), Rus salatası (babamın favorisi), Çoban Salata (abimin favorisi), Acı ketçaplı patates kızartması (eşimin favorisi) (fabrikasyon değil, normal patatesin soyulup kesilmesi), Yarım kilo Kuzu Çevirme, Meyve tabağı. Bana bira, sıra arkadaşıma 20lik Yeni Rakı. Yan taraftaki kıraathaneden çaylar. Bu menüye 105 TL, bir gidişimizde et kalmamıştı, 85 TL ödedik diye hatırlıyorum.

Aslına bakarsanız içimden bir ses burayı anlatma, paylaşma diyor. Agora’nın sizler tarafından keşfedilmemesini tercih edebilirim. Bozulmasın; beyazlaşmasın. Zaten herhalde o mahalle arasında olmaz …

Balıkçınız Şafak

Burası beklenmedik bir mahalde konuşlanmış bir dükkan: sanayi ağırlık bir bölgede otoyol yanında bir balıkçının olması, genelde basma kalıplara ters düşen bir olgu. Özünde dışı balıkçı, içi içkisiz, otoyol kenarında lokanta.

Herneyse, son bir kaç aydır iki üç haftada bir uğradığımız bu lokanta konusunda son gittiğimizde şu kanıya varmıştım: Yeri ve bulunduğu mahalleye göreli kalite ve fiyat olarak iyi, ama daha genel bir bakış açısıyla ucuz ve çok da iyi olmadığını düşünmüştüm. Balıkları taze ama pişirme işinin tam da ehli değiller, ki bunu birkaç kere farklı balıklarla yaşadım. Biraz fazla pişmiş ve kurumaya yüz tutmuş olan palamutun yavanlığını eminim ki yemiş olanlar bilir. Yeme de salatayı ye dedikleri türden anlayacağınız. Ama bütün bu dediklerimin yanında, bu çevredeki diğer seçeneklerin ağırlıklı olarak kebap ve türevlerinden olmasından ötürü yemeğe gidilecek bir yer seçimi konusunda genelde ilk tercihim burası olur.

Dün Cem’in bir bahane bulup gelmesi ve yemek için ciğer yemek fikrini ortaya koymasına sıcak baksam da biraz önce dediğim gibi ilk seçeneğim olmamasından dolayı yolda Levent’in katkılarıyla lobi faaliyetlerinde bulunarak direksiyonun daha önce sağa kırılması ve önceki bir çıkıştan çıkıp Balıkçınız Şafak’a gitmemizi sağladım. Balık dükkanı tarafından girip tezgahtaki balıklara bakıp neler tazeymiş diye kendimizi bilgilendirdik. Bu arada en üstte duran toriği gördüğümde ve üzerinde 42 TL yazmasından ötürü onun kilo mu yoksa adet fiyatı mı olduğunu sorduğumda balıkçı tanesi olduğunu söyledi. Özellikle bu balığın dikkatimi çekmesinin sebebi 2 hafta önce lakerda yapmak için Yenikapı’da torik arayışımda kilo fiyatı olarak bu fiyatları görmemdi. Balığa dikkat çekince önce balıkçı hemen “size onu yapalım, gözel kavurma olur” dedi. Ben içimden çok ağır olur diye düşündüm ama Cem çok iyi bir fikir olduğunu düşündü; hatta “yarısını kızartma, yarısını kavurma olarak yaptırırsak daha güzel olur” dedi. Levent’te benim gibi kızartmanın çok çok ağır olacağını düşünüp “ızgara veya şiş yapsak yarısını” dedi ama Cem misafir geldi; onun istediği olsun diyip yarı kızartma, yarı kavurmaya yapalım diyip son kararı verdik.

Masaya oturunca ben çıtır çıtır yaptıkları ve gerçekten güzel olan midye tavasından istedim. Garsonun salata sorusuna çoban teklifime Levent domatesin sezonunun bittiği için muhalefet olup mevsim demesine boyun eğip yemekleri beklemeye koyulduk. Salata ve midye tava beklenen şekilde geldi ve midelere indirildi; Ali’yle midyenin yanına soğuk bira geyiği yapıldı.

Sonrasında balığın farklı farklı pişirilmiş halleri geldi: Mısır ununa bulanıp ince yarım teker kızarmış hali, ızgarada sanki şişmiş gibi büyük kuşbaşı parçalar olarak hafif acıyla pişirilmiş hali ve güveçte domates, biber, mantar ve tereyağ ile büyük kuşbaşı parçalar olarak kavrulmuş hali. Açıkçası hepsi de çok lezzetliydi. Evet kızartması tahmin ettiğimiz gibi ağırdı ama onu Cem’in hatrına yedik. Izgara kendi başına lezzetliydi. Kavurma için de sadece soya sosu desteği gerekti. Çaktırmadan 2,6 kg’lik bir toriği midelere indirdik. Cem bir noktada dayanamayıp bir diet kola istedi, belki asidi midede yer açmaya yarar diye…

Balık yerken büyükçe bir grup gidip büyük bir balığı paylaşmanın tadı başka oluyor. Tek tek ufak balıkların tavası ızgarası yerine, hem böyle farklı farklı şekillerde hem de kalkan gibi balıkların et/kemik oranı daha yüksek olan, yemeğe değecek porsiyonlar olabiliyor.

Yediklerimiz 100 TL tuttu, 4 kişiyi fazlasıyla doyurdu.

www.balikcinizsafak.com.tr

Defne ve İskorpit’in çocukları Maya

Kemankeş Caddesi 35-A adresi yıldız üretmeye devam ediyor: 3’te iki tutturan lokanta kuluçka adresi, bir önceki denemesi Positano’yu tutturamamış olsa da (gitmiştik, görmüştük, yazmaya değer bile bulmamıştık) bu seferki parlayacak bir yıldız. Sahibesi yemek adabının sadece mutfakta pişmediğini, malzemelerinin (ki buna kendisi de dahil bence) içinde yetiştiği kültürün bir parçası olduğunu; kendi zevki ve izlenimleriyle harmanlayıp, sosyal ve çok duyulu bir besleme olduğunu kavramış ve sonuçta bunu ve sadece bunu sunmuş.

Ne kadar menüdeki herşeyi ısmarlamak ve yemek istemiş olsak da, sadece mezelerin bir kısmını denemekle kaldık: Kuru domatesli çerkez tavuğu, mücver (hint nane sosu ile), ahtapot ızgara, kızarmış sebze (hıyarlı yoğurt/cacık sosu ile), tavuk pate ve yanında birer kadeh Lal. Çok uzun süredir yediğimiz en iyi yemeklerden birini yedik, bunun için teşekkür ederiz.

Menü tarihli, ve sanki her gün değişiyormuş izlenimini verdi, ama emin değilim. Geniş bir repertoire ve çok ön çalışma gerektiren bu girişim umarım tutar. Onun yerine sezonluk menü olsa sanki daha mantıklı olurdu. Her sezon içinde gittiğimde ne yiyeceğimi bilip, her yeni sezonda da yeni birşeyler yemek için giderdim. Hergün değişen menünün yeterince çalışılabileceğinden ve her zaman en yüksek standartta olacağından sanki şüpheliyim.

Gelgelelim, panna cotta‘nın ismine karşın çok da pişmemiş olduğunu, yoğurt tadı ve Selin’in söylemesiyle çiğ krema tadı aldığımı söylemeden edemeyeceğim. Tatlının sadece yarısını yiyince, yemeğin zevkini bozmayı beceremedi.

Şarap kadehleri 10 tl, Mezeler 8-15 arası, ana yemekler 25-35 arası. Biz toplamda 76 tl ödedik.

www.lokantamaya.com

İstiklal’deki Meşhur Bursa Kebapçısı

İskender’i bence fena değil ama Mehmet Ağa’ların yakinen tanıdıkları, Burdur Kebabı’na benzeyen şiş köfteleri, nostaljik etkisinden dolayı olsa gerek, yüzümde hep bir gülümseme bırakmayı beceriyor.

Karaköy Lokantası da taşınmış

karakoy1.jpg

Eski dükkanının yan tarafına. Daha büyük mekan, daha fiyakalı dekorasyon. Sanki New York’un güzel lokantalarından biri olmuş. Yunus çektiği resimleri yüklerse görürsünüz.

İlk defa Yasemin ve Birol götürmüşlerdi yan taraftayken. Sonra bir iki arkadaşımla daha gitmiştim. Hep pek bir memnun ayrılmıştım. Yunus’la rahatça muhabbet edebileceğimiz ve güzel birşeyler yiyebileceğimiz bir yer olarak ikimiz de iyi bir fikir diye düşündük, pek de memnun kaldık ve tabii ki çok yedik: Soğuk olarak: ıspanak kökü, islenmiş ahtapot, midye dolma, ahtapot salata, çoban, tarama, fava. Ara sıcaklardan ise yaprak ciğer, karides güveç, paçanga. Kolayca mideye indirme namına da 20lik mavi efe ve 2şer çay; 105ytl. Soğuk mezeler 5, 7 ve 12lik fiyat gruplarında; sıcakları pek hatırlamıyorum. Yani yeni mekana geçtik, dekorasyon/ambiyans yaptık diye fiyatları abartmamışlar.

Bence yemek kalitesi, fiyatlar ve mekan olarak olmuş, listelik! En doğrusu gidip birkaç kere daha bilfiil teftiş etmek herhalde. :-)

dipnot: yan/eski taraf dünya mutfağı türevinde birşeyler olacakmış garsonun dediğine göre…

karakoy2.jpg

karakoy3.jpg

Can Bey’in İskenderi

Öğle yemeğine Pizza veya Makarna nasip olmayınca gavurların mutfaklarından daha yakına dönüş yapmak gerektiğini anladım ve sokaklardaki arayışımı sürdürürken son 1-2 ay içerisinde açılmış olduğunu öğrendiğim Can Bey adlı dükkan gördüm. Önüne kocaman ama ustruplu bir led panoya da ‘İskender‘ yazmışlar. En azından karnım bilindik birşey ile doyar diye düşündüm. İskender’i düzgün, ne iyi ne kötü, 14 ytl, ayranı da Sütaş, 2 ytl.

Can Bey’in kendisi ise vitrin gençliğinden biraz farklı: biraza eski İstanbul beyefendileri gibi kendini taşıyısı, giyinişi ile farklı bir ligde. Apartman sakinlerinden yaşlı bir teyzenin Can Bey’in adına olan bir mektubu getirmesi bile Can Bey’in etrafındakiler tarafından nasıl algılandığını gösteriyor…

Pasta Presto’da 0 _yazı ile SIFIR_ hizmet

Bugün öğlen yemeğimi nerede yesem acaba diye sokaklarda dolaşırken Pasta Presto’yu gördüm ve oturdum. Yaklaşık 10 dakika bekledikten sonra da kalktım. Tabii ki sıfır hizmet, ne bir menü getirlimesi, ne bir şey istermiyim diye sorulması, büyük bir sıfır. Galiba vitrin önünde oturan gençler de buranın sahipleri/işletmecileriydi (davranış ve tavırlarından öyle geldi bana). Onların da umrunda değildi müşteri gelmiş mi, gitmiş mi, mutlu mu , mutsuz mu, vs….

Ben de öğle yemeğim için harcayacağım 3 kuruşla başkasının kesesine katkıda bulundum, vitrin gençliği kola ve kahve içmeye devam etsinler, zaten gençler de en iyi bu işi yapıyor.. (bknz. yesek)