İstanbul’daki En İyi Makarna: Fauna

Annemin sanat musikisi korosunun konseri olmasa Moda’ya gitmeye üşenirdik herhalde ama Sehanım geç kalacak diye erkenden bir buluşma saati ayarladım (tabii ki geç kaldı neyse ki trafik yokmuş) sonuçta yaklaşık 45 dakika vaktimiz oldu.

Öncelikle uyarı Fauna’yı saat 1930 olunca kapatıyorlar, erken veya öğlen gidiniz. Esnaf lokantası konseptinde oldukları için akşama zeytinyağlılardan da kalmamıştı ama ben makarnayı merak ettiğim için önemsemedim.

menu

Sabırsız bir kişi olduğumdan önden hemen bir salata rica ettim. Benimkisi hardal soslu ve kiraz domatesli yeşil salata idi. İçinde de beyaz peynir küpleri vardı. Salatayı çok iyi karıştırmışlardı, sos da enfesti. Zeytinyağı Ayvalık’tanmış.

salata

Ardından kendime fesleğen pestolu söylerken Sehanım’a da domates-fesleğen-zeytin-parmezan söylettirdim. Söylerken özellikle az pişmesini rica ettim, garson hanım kızımız zaten oyle pişirdiklerini söyledi. Peki müşteriler “kızım bu pişmemiş, bunu iyi pişirip tekrar getir” derlerse ne diyosunuz diye sorunca “Önce özellikle öyle yaptığımızı söylüyoruz, ısrar ederlerse yeniden pişiriyoruz” dedi. Bu gibi çalışmalar ve benden başka kimsenin okumadığı Barilla’nın paketlerinin üstündeki yazılarla belki 2 jenerasyon sonra makarna pişirmeyi öğrenebiliriz diye ümitliyim.

ben1sehanim

Benimki de Sehanım’ınki de tam istediğim gibi al dente pişmiş geldi.  “Aman allahım doymayayım da bir tane daha yiyeyim” diye dua ederek yedim. Sosu da mükemmeldi kendi yaptıkları fettucinesi de. Seha’nınkinin domatesleri benim salatadaki domatesler gibiydi, daha mevsim değil nerden alınmaydı acaba?  Duam kabul olmadı, doydum.

tatli

Üstüne tatlı yemesek olmazdı, kendime maylobi dedikleri beyaz çikolatalı koyu muhallebiden ısmarladım, Sehanım da fazla maceraperest olmadığından sufle söyledi. Doğru seçim benimkiydi, benim gibi tatlı meraklısıysanız sadece bu muhallebi için bile gitmeniz mümkün.

Arka planda kocaman hoparlörlerden caz çalıyor, ben pek meraklısı değilim ama yine de güzeldi.

Toplamda içtiğimiz espressolar dahil adam başı 25 lira ödedik galiba. Kendine italyan lokantası diyen yerlerde tek makarnaya bunu ödersiniz ve tadı da yanına yaklaşmaz. Tekrar gitmek istiyorum. Tekrar gitmek istiyorum. Tekrar gitmek istiyorum.

Not: Zannedersem kendi içkinizi getirmenize izin veriyorlar. Bu da başka bir artı.

Cuba Bar’da Tatil Öncesi Akşamı

Orhan’la Asmalımescid civarındaki mekanları düşünürken hep gittiğim yerleri saydı. Ardından geçen gün Cuba Bar’da chili con carne yediğini ve memnun kaldığını söyleyince (zaten gazetede de okumuştum ve merak ediyordum) hemen fikrin üstüne atladım.

Tünel Meydanı’nda buluşup ara sokağa girince Saf’ın yerine açıldığını düşündüm (sonradan da konfirme ettim). Saf İstanbul’da zor bir konseptti, keşke olabiliseydi diye hayıflandım.

Yolda ne yiyebileceğimi düşünüyordum, Küba’ya gitmedim ama karayipler civarı yemekleri denildi mi aklıma çeşitli pilavlar, kızarmış tavuk ve black beans geliyor, menü pek şaşırtmadı. Arada galiba hellim peynirli salata gördüm ama emin değilim.

Önden biralarımızın yanında gelen çerezin bayatlığından ve sadece fıstık ve leblebiden oluşmasından biraz moralim bozuldu. Ardından garsonumuz ikram etmedi ama arkada patlamış mısırları görünce onlardan da rica ettik, yağsız ve tuzsuz çıktılar. Halbuki benim bildiğim bu kuruyemiş ve patlamış mısırların amacı müşterileri susatıp 13 liraya satılan Gusta’lardan içirmektir. Neyse.

Yemek olarak kararsız kaldık ve garsona Küba usulü tavuk kanatlarının sosunu sorduk, bilemedi. Gitti aşçıya sordu geldi (normalde Kübalı aşçıları varmış ama nedense sadece haftasonu çalışıyormuş) ve domatesli ve baharatlı olduğunu (!) söyledi. E gelsin bari dedik. Orhan chili con carne istedi ben de ekmek üstü dedikleri pizzamsı şeylerden söyledim hepsini paylaşmak üzerine anlaştık.

Chili con carne (acısız) ve tavuk kanatlarının chili ve pilav kısımları güzeldi. Ama ne ekmek üstüm ne de tavuk kanatları bir şeye benziyordu. Ekmek üstümün etlerinin arasından çıkan kıkırdak da zaten bozulmaya hazır sinirlerimi iyice hoplattı.

Tatlıya şans vermedik ve vestiyere (cebren tahsil edilen) 5 lira dahil adam başı 40 lira verip çıktık.

Antiochia’da Erkeksi Yemek

7 kişilik abaza erkek grubuyla hem içki içip hem de madem seksistiz bari seksist devam edelim ve erkeksi şeyler yiyelim dedik. (Eren, acaba erkeksi yiyecekler, kadınsı yiyecekler kategorisi de olsa olur mu?)

Bölge olarak da erkeksi mekan Beyoğlu’nda karar kıldık (Asmalımescid artık kadınsı olmuş olabilir, uzatmayalım). Umut Ocakbaşı bozmuş dendi, aradaki diğer ocakbaşılar nedense es geçildi, Canım Ciğerim  benim nezdimde fazla kısıtlı mönüden kaybetti, meyhaneleri konuşurken Antiochia‘da karar kılındı.

Çalıştığı semt itibariyle Galatasaraylı olan Okan Abimiz mekana zaten aşinaymış, içeri girince sahiplerinden Süleyman tarafından krallar gibi karşılandık. Süleyman zaten az masa olduğundan her müşteriyle oturup biraz hoşbeş edebiliyor. Birkaç fıkra ve gelen gidenlerin hikayesi sonrasında bir italyan gastecinin birkaç kez geldiğini ve şimdi mekanın italyan turist merkezi haline geldiğini anlattı.

Hemen beklemeden mezeler ve mezelere yardımcı olması için biberli pideler geldi.  Tabii ki humus, muhammara ki bence çok güzeldi, acılı ve nar ekşili salata sonrası Köşebaşı’nda göreceğiniz cinsten modern yassı tabaklarda önce içli köfte sonra da layıkıyla terbiye edilmiş etlerimizi yedik.

Üstüne dondurma ile birazdan çantalarımıza da atacağımız ceviz reçeli kombinasyonu çok iyi gitti. Ertesi sabah yemeğin ve muhabbetin analizini yaptığımız emaillerinden herkesin o kadar yemiş olmamıza rağmen masadan gayet hafif kalktığını teyid ettik.

Mekan adından ve web sitesinden de anlaşılacağı gibi şık bir Antakya lokantası. Düşünmeden bir daha giderim ve herkese tavsiye ederim. Hatta geçen akşam Asmalımescid yemek hakkımı Küba lokantasında harcadığım için hala her akşam yatmadan önce sırtımı kırbaçlıyorum.

Çıkarken abaza yemeğimiz sonrasi yengeleri memnun edecek kardeş müessese eşantiyonları da aldık. Antakya işi defneli zeytinyağı sabunu, zeytinyağının kendisi, taze cevizden yapılma ceviz reçeli…

Adam başı içki ve eşantiyonlarımız dahil galiba 65 verdik masanın sağ tarafı yüklüce rakı içmiş ama sol tarafı zayıf kalmış herhalde ortalamada adam başı bir buçuk iki – ikibuçuk duble olmuştur.

Okan Abim düzeltti eşantiyonları düşersem adam başı 45 lira kadar olacakmış.

ÇokÇok

İstanbul’da bildiğim 3 tay lokantasından birisi olduğu için kendilerine saygım büyük, tuzlu fiyatlarını sineye çekip ara sıra gidiyorum.

Bu akşam da Beyoğlu’nda turladıktan sonra ne zamandır özlediğimiz için uğramak istedik.  Öncesinde niyetimiz Büyük Londra Oteli’nin barında bir aperatif götürmekti ama Orhan sağolsun pek durmadı.  Böylece otelin barındaki papağana fıstık veren anne-kız’ın verdiği fıstıklarla yetinmek zorunda kaldık ve ÇokÇok’a girdik.

Saat 18:00’den 19:20’ye kadar bizden başka gelen giden olmaması çok kötü bir işaret ama finansal sorunları varsa da bunları henüz menüye yansıtmamışlar.

Önden favori çorbam olan acı tavuklu çorbayı içtim, Seha’dan da ikinci favorim olan acı-ekşi karides çorbasının tadına baktım.  Benimki mükemmeldi ama onunkini o kadar sevmedim.  Acısı kıvamında olsa da ekşisi fazla geldi.

Pad Thai klasiğinden başkasını ısmarlamaya kıyamadım.  Eriştenin üstüne yerleştirilmiş 2 tane karides biraz cimrice de gelse o da gayet başarılı idi.  Acı baharatları yana koymaları iyi fikir, yavaş yavaş koyunuz ciddi acı.  Benim için en önemlisi erişteleri tam kıvamında pişirmişlerdi (klasik fazla pişirme hatasına düşeceklerinden çekiniyordum).

Arada Orhan’ın zencefilli tavuğunun ve Seha’nın acı levreğinin de tadına baktım.  Levrek çok güzel, tavuk ise güzel ama oraya gelmişken bence zencefilli tavuk gereksiz.

Seha’nın bir bardak şarabı dahil üçümüz 120 verdik.  Dediğim gibi kazık, belki bu zamanlarda rakipleri Banyan gibi fiyatları indirmeyi düşünseler daha iyi olacak.

Not: Kategorilerde tay yok.   Cık cık cık.  Çin Hint Japon altına koymak zorunda kaldım.

Vira Vira’da Pazar Balık

Bu sefer Fransa’dan gelmiş Osman’ı görmek maksadıyla 6+1 (21 aylık bebek) kişi Vira Vira’da toplandık.

Biz baba-oğul erken geldiğimizden bir süre tatlılara ve meyvelere bakarak oyalanmak yoluna gittik.  Bebekle beraber balık havuzuna bakması çok güzel oluyor ama hala kurulmamıştı (yakında kurulacakmış).  Daha sonra mutfağa girdik, “ustalarla” tanıştık (bizim oğlan bu hafta iki yanımızdaki inşaattan dolayı “usta” demeyi öğrendi de ondan “aşçı” kelimesini zorlamadım)  daha sonra salata soslarını, duvardaki yazı ve resimleri inceledik.

Bu esnada garsonlar bebek sandalyesini modifiye ettiler.  Son zamanlarda bebekle çok yemeğe gittik dolayısıyla artık servis kalitesini bebekli müşteriye gösterilen özenle tartmaya başladım.  Vira Vira’da bebekliye gösterilen yardım üst düzeyde.  Anında sandalye geldi, önündeki ufak masa çıkarıldı, sandalye alçaltıldı ve kolçakları arkaya yatırıldı.  Uzay gemisi gibi sandalyeydi doğrusu ve garsonlar Kaptan Kirk gibi kullandılar.  (Eren, kategoriler arasına “Bebeğe Müsait” eklemenin zamanı geldi mi?)

Önden artık her balıkçıda çıkan klasiklerden beyaz peynir, kavun, maydanozlu salatamsı geldi.  Beyaz peynir ve kavun tamam da bir anda birisinin icat ettiği mezenin 1 ay içinde bütün balıkçılarda taklit edilmesine kılım.  Neyse ben zaten pek itibar etmedim bu maydonuzlu salatamsıya ama Vira Vira’daki beyaz peynir çok güzel.   Kavun da yiyoruz ama her mevsimde nasıl oluyor?  Şili’den mi geliyor nedir?

Ardından ızgara kalamar geldi, fena değildi.  Biraz fazla lastiksi geldi bana ama asıl gecenin en güzel kısmı yediğim tekir tavaydı.  En sevdiğim balıklardan biridir ama buradaki mükemmeldi.  Yağı da kızartması da tam kıvamda.  Ebatlar uygun, porsiyon adeta amerikan boyu tam pazar akşamlık.

Üstüne ben artık tatlı yemedim ama gelen şekerpareden azıcık tattım ve sevmedim.  Üstü yanık ve bayattı.

Hesap bol miktarda Kara Efe’yle beraber 80 yetele.  Bu balıkçıların devamlı müşterisi olduğunda sağlam indirimler alındığı dedikodusu doğru mudur?  Devamlı müşteri olmak için kaç kere gitmek lazımdır?

Beşiktaş Çarşı Turgut’ta Rakı ve Yanındakiler

Geçen hafta cuma akşamı 10 kişi Beşiktaş Çarşı’da rakı içip birşeyler yemeye karar verdik.  Ben ikisini de bilmiyordum ama Ahtapot mu Turgut mu derken çok da kalabalık değiliz diye Turgut’a karar verildi.

10 kişi biraz dar ve cuma akşamı tıklım tıklım dolu olam müesseseye sıkışaraktan yerleştik.  Ortam serin, atmosfer sıcak, mezeler ise ortalama idi.  Ahtapot taze değildi ama o kadar rakı ve meze üstüne artık porsiyon balık fazla geleceğinden yerine gelen çerez hamsi tava çok güzeldi.

Muhabbetin derinliğinden zaman zaman aksayan servisi farketmedik bile. 20:30’da girdik, 00:30’da çıktık.  Son anda gelen fırında helva ya çok güzeldi ya da hesabı şaşan dubleler yüzünden bana öyle geldi.

Yan masanıza baca gibi sigara içen birileri düşmezse daha iyi olur ama meyhane ortamı olarak Yakup’a iyi alternatif, Refik’ten bence iyi.

Hesabı şaşan dubleler unutturmuştu, sonradan baktım.  Adam başı 50 lira.

Bonus: Yan masalarda iki rakı sonrası yumuşayıp ağır ağır şarkı söyleyen abiler.

Yeni Adanalı: Mesut

Nispetiye Caddesi üzerindeki pembe (hiç delikanlı değil) “Mesut” tabelasını görünce her zamanki gibi birileri meşhur bir ismi almış kullanmış diye düşündüm.  Zira Adana’ki salaş kebapçı Mesut’un İstanbul’da hem de Etiler’de şube açacağı pek olası gelmedi.

Adana’daki asıl mekan salaş derken müsaade edin biraz açayım:

  • 5 sene öncesine kadar yerlerde talaş vardı.
  • Tuvaletlerinde el kurulamak için bir tarafı yağlı pembe kağıtlar (yoksa tabelanın ilham kaynağı bu mu?) hala kullanılıyor.
  • Oturunca masanıza önce bir saman kağıdı seriyorlar.
  • Arabanızı park ederken kolunda beyaz üzeri kırmızı birşey yazılı yaşlı bir amca “gel gel” diyor.
  • Seha Adana’ya ilk kez geldiğinde buraya gitmiştik de benimle gelen Adana yerlisi arkadaşlarım turist kızı o mahallelere soktuğum için bana kızmışlardı.

Tabii ki Etiler’deki şubede bunların hiçbirisi yok.  Sayısını bilemediğim biraderlerden birisi açmış, ustalar Adana’dan ithal edilmiş.  Servis güleryüzlü ve hem kebap hem de benim favorim olan kemikli piliç şiş oldukça otantik ve sağlıksız.  Bir Adanalı olarak tavsiye ederim.

Eksi olarak Adana’daki gibi turunç yerine limon getiriyorlar.  Orada yediğim tahinli mezeyi İstanbul’da nedense yapamadılar, ben de adını hatırlayamadığımdan adam gibi tarif edemedim.

Bol rakı ile adam başı 60 falan verdik ama gerçekten de hayvanca sipariş verdiğimizi belirtmem lazım.  Medeni insanlar gibi yeseydik adam başı 40’a çıkardık herhalde.

Moda’da Mide Fesadı

Halısaha maçı amacıyla kendimi Moda’ya bıraktırdım. Daha çok erkendi, önden bir Çin yiyeyim diye Ali Usta’nın az aşağısındaki South China mıydı neydi, oraya oturdum. Canım çok pekin ördeği istedi, sempatik restoran sahibi çeyrek yapabileceğini söyleyince tamam dedim. Yanına da bir karışık pilav ekledim.

Ördek çok küçük bir porsiyon olarak geldi. Normalde ekmekler, ördek ve soğan oranını tutturmakta zorlanırım. Ekmekleri çifter çifter kullanmama rağmen arttı. Ördek sosu farklı bir sostu, turuncu renkli. Yeteri kadar baskın değildi. Ördek de biraz kuru geldi.

Pilavı beğenmediğim için bol acı sos koydum. 30 lira kadar hesap verdim çıktım.

Tatlı olarak karşıdaki Ali Usta’da klasik vişne-limon-karamel yedim. Sossuz. Çikolata sosu donunca dondurmanın tekstürüne uymadığı için sevmiyorum. Tam o sırada iftar olduğundan benden başka kimse yoktu. 3 top 5.25. 25 yoksa sorun değilmiş.

Maça daha vakit vardı, kitabımı aldım ve gene hemen ordaki Bast cafeye kuruldum. Güzel bir ortam. Yaseminli yeşil çay güzeldi ama yanıma gelen yemek esnasında bile sigara içen grup keyfimi kaçırdı.

Maç sonrasında dönüş yolu üzerinde Şükrü Saracoğlu Stadı’nın karşısındaki Elazığlı Gakkoş Usta’da çiğköfte ile akşamı kapattım. Çiğköfte çok güzel. Biber turşusu da başarılı idi.

6 gün geçti hala yemekten sonra kahve içersem yemek borumda yanma var.

Il Porto’da Manzara

Etiler – Bebek – Arnavutköy üçgeninde italyan yeme kararı alınca ilk öneri Da Mario’yu daha önceki kötü anılarımdan dolayı şiddetle veto ettim. Bunun üzerine daha önce bir kez gidip idare eder yediğimiz Il Porto dedik.

Öncelikle manzaranın muhteşem olduğunu söylemem lazım. Mucizevi bir şekilde (Seha yüzünden heryere geç gideriz) ilk gelen biz olduğumuzdan manzaraya bakarak bir adet Gusto içtim. Şu aralar favori biram. İkincisi de Efes Fıçı.

Konumuza dönecek olursak… İtalyan restoranı menüsünde nedense “Tay Salata” vardı. Merak ettik sorduk, garson bilemedi, gidip içinde kuşbaşı et olduğunu öğrendi.

İstediğim şarabı beklerken başkası geldi. Kalmamış.

Önden yediğim jambon ve kavunun kavunu rezildi. Üstünde nedense yeşil otlarla geldi.

Yediğim penne özelliksizdi. Hatta şimdi düşününce neli olduğunu bile hatırlayamadım. Yandaki pizzadan otlandım o güzeldi bak.

Müskülpesent olmamaya çalışıyorum ama bu kadar pahalı bir yerin yemeği ve servisi de düzgün olmalı diye düşünüyorum. Anlaşılan kazığın sebebi manzara imiş.

Manzara için gidecek başka yer bulmanızı tavsiye ederim.

Şarapla beraber adam başı 100 lira verdik. İçime oturdu.

Hamdi’de Erik Kebabı

Hamdi’ye bi turist daha götürdüm. Gene Kadıköy’den vapur ile geçerek başladık, çok geç rezervasyon yaptığım için maalesef üst katta oturamadık.

Önden gelen mezeler humus hariç iyiydi. Ezmenin acısı da tam kıvamındaydı.

Ara sıcak lahmacun orta diyebilirim. Bence et/ıvırzıvır dengesi kötüydü.

Ana yemek patlıcan kebabı ve terbiyeli şiş çok güzel ama asıl yemeğin yıldızı tam mevsimi olan erik kebabı idi. Erik kebabı dedikleri malta eriği (biz Adana’da yenidünya deriz nedense). Her malta eriğini açıp içinde çekirdeklerden boşalan yere eti yerleştirmişler. Karşımdaki turist sevmesin de bütün şişi ben bitireyim diye dua ettim ama işin kötüsü adam da çok beğendi. Tek tek lokmalarını saydım köftehorun. Arada o sinirle ötekilerden de yediğim için bir tane daha söylemek de istemedim.

Baklava harikaydı, fıstığı bol. Künefe de oldukça başarılı.

Yemek sonrası mırracının ayrı bahşiş istemesine kıl oluyorum ama naapalım diğerlerinin hatrına o kadar probleme de katlanıyoruz.

Ecnebi adama güzel türk şarabı içiricem diye biraz kazıklandık maalesef: 75 lira/kişi. Mırracının bahşişi hariç.