Kör Agop ve paralel evren

Müge’nin doğumgünü için yine denemediğimiz bir yeri deneyelim dedik ve Kumkapı’daki Kör Agop’a gitmeye karar verdik. Google search‘ümde burası hakkında -en azından şöyle bir turladığım ilk sayfada- kötü kelam edene rastlamamıştım. Biraz vapur, biraz tren derken Kumpkapı istasyonuna vardım. Irreversible filminin o meşhur sahnesini hatırlatan tekinsiz bir altgeçitten geçtim. Kendimi kendi ülkemde turist gibi hissettiren bir semte çıktım. 15 adım sonra hem bizim ekibe hem de meze tepsisine kavuştum.

Ama açıkçası daha fazlasını beklerdim. Bilindik mezelerin ötesine geçen bir meze olmadığı gibi, var olanlar da pek iz bırakmadı damağımda. Sanırım, dönüp dolaşıp gittiğim kürkçü dükkanlarım Set Balık ve Karaköy Lokantası ikilisi standartlarımı fena halde yükseltmiş. Bir yerin mezesi güzel denince, ya en sıradan mezeye bile hakkını verme meziyetini ya da akla gelmedik kombinasyonlar yaratıp da gülünç olmama maharetini bekliyorum.

Bir de sanki Kumkapı bir nevi paralel evren. Bir başkalarına görünen, başkaları yaşasın diye kurgulanan Kumkapı var, bir de sadece Kumkapılıların yaşadığı Kumkapı. Biz en nihayetinde bizim için ayrılan yer ve süreyi doldurup, kendi kendimizi eğlendirdiğimiz kadarıyla yetinerek evimize döndük. Ama eminim paralel evrendeki Kumkapı 9-8’le çılgın atıyordu. Da işte ona nasıl giricez, şifre nedir, katılım şartları neler, bilemiyoruz.

Münferit ve Çayeli fasulyesi

Aslında Münferit’e daha önce gitmiştik ama Jonny Rock’ın DJ setinde coşmak içindi o. Bu sefer yemeklerini test etmeye gittik. Bahanemiz de vardı en alasından: iş -hatta sektör- değiştiriyorum. Değişik bir şeyler denemek lazım. Her anlamda. İlk sürpriz Sıdıka ile karşılaşmak oldu. Onlar da çift olarak gelmiş, önce ayak üstü hoşbeş ettik, derken dayanamayıp masaları birleştirdik. Her bakımdan harika oldu, hem muhabbet hem de denediğimiz mezeler ikiye katlandı.

Münferit kazık bir yer. Ama ödediğinizin hakkını geniş geniş alıyorsunuz. Web sitelerinde menüleri vardır diye düşünerek yediğimiz hiçbir şeyin adını aklıma yazmamıştım. Maalesef site bomboş çıktı. Hatırladığım kadarıyla tarif edeceğim. Ördekli bir meze var mesela. Çerkes tavuğunun ördeklisi. Çerkes tavuğu sevmem, ağır gelir, ördeğe de aynı sebeple mesafeliyim. Ama ben bu mezeye yumuldum ve de yamuldum. Kağıtta servis edilen porçini mantarlı peynir var sonra. Mantarın aroması peynire nasıl güzel işlemiş, nasıl bir lezzet vermiş… Limonlu püreyle servis edilen ahtapot salatası var. Ahtapotu tam kararında ve bir püre ancak bu kadar hafif olabilir. Sonra maş fasulyeli karides… Böyle tarifsiz bir lezzetler geçidi. Ne yediysek mest olduk. Ana yemek söylemedik ve sadece meze yedik. 1 şişe beyaz şarapla birlikte 250 TL gibi bir hesap ödedik. Füzyon mutfağının hakkını vermişler. İlginç şeyler denemek isteyenlere duyurulur.

Gelelim Çayeli’ne. Aslında kuru fasulye de sevmem pek. Daha doğrusu çoğu yerde vasat bir tadı olduğundan aklıma gelmez. Ama bu sefer, ah bu sefer… Olayın kaynağı yine Sedat tabi. Ajansa söylüyorlarmış, kaç zamandır bana da denetmek istiyordu. Haftasonu günaha girdik, Beşiktaş Pidepark’tan 2 porsiyon kuru, yanında pilav ve turşu, ve hatta onların da yanında 2 adet lahmacunla destan yazdık. Lahmacun idare eder, pilav ve turşu standart. Ama kuru fasulyesi hayatımda yediğim en muhteşem kuru fasulye. Zaten alıştığımız kuru fasulye formatından farklı, top top bir şekli var. Bol tereyağıyla pişirmişler, tadı ayrı muhteşem, kokusu ayrı. Tam da Münferit’in yoğun füzyon etkisinin üstüne, uzun zamandır tattığım en unutulmaz milli lezzetlerden biri. Fiyatı da hatırlayamayacağım kadar makul. Pidepark’a saygı duruşundayım.

Pidepark Beşiktaş: 212 258 30 31

Mabeyin: Ne yediysem beğendim

Altunizade’nin ilerisinde, Kısıklı’ya doğru bir yerde Mabeyin. Yüksek tavanlı, güzel bir köşkte. Ağır bir dekorasyonu var ama köşkteki restorana da başka türlüsü yakışık almazmış gibi geldi doğrusu. Her şey özenli ve temiz, garsonlar arı gibi çalışkan. Oturur oturmaz domates sos, tereyağı, peynir ve tombik sıcak pideler geldi. Sonrasında gavurdağı, zeytinyağlı patlıcanlı pilav, çiğköfte ve fındık lahmacun söyledik. Hiçbirinde falso yoktu. Çiğköfte Develi’ninkiyle kapışır, hatta acısı daha az baskın olduğundan lezzet anlamında bir adım öne bile geçebilir. Zeytinyağlı patlıcanlı pilavın patlıcanları kızartılmış da eklenmiş pilava. Ege usulü patlıcanlı pilavın aksine, içine salça da koymuşlar. Her yemeğe ille de salça koyma merakı bana ters. Ama bu cidden harika olmuş. Gavurdağının da ekşisi tatlısı tam kararında. Sadece fındık lahmacun benim için biraz fazla buram buram kuzu eti kokuyordu, ki onun da lezzetinde hiçbir sorun yoktu.

Bu açılışla aslında kısmen doymuştuk. Ama elbette kebaplardan tatmadan masadan kalkmaz olmazdı. Fıstıklı kebap ve kuzu şiş söyledik. Kuzu şiş güzeldi ama favorim hala Güler Ocakbaşı’nınki. Fıstıklı kebap ise hayatımda yediğim en güzel kebaplardan biriydi. Çok doyduğum ve tatlıya da bir nebze olsun yer bırakmak istediğim için bitiremedim diye ertesi gün hala pişmandım! Tatlı olarak dondurmalı baklava ve kaymaklı kabak tatlısında karar kıldık. Dondurma her gün Maraş’tan geliyormuş. Dışarda satılan Maraş dondurmasıyla alakası yok, çok daha şekersiz, adeta kaymaksı bir tadı var. Dondurma içimi bayar normalde, ama bunu top top yiyebilirim. Tam kıvamında pişirilmiş kabak tatlısı ise üstünde ceviz tozundan bir dağla geldi. Kaymağını ayrı bir tabakta getirdiler. İki parça kabağın sadece birini yiyebildim ama kaymağın tamamını götürdüm. Malum, içimdeki kaymak aşkı bambaşka. Sedat’ın baklavalarından da tattım, bir kere fıstıklarının koyu yeşili insanın dikkatini çekiyor. Şekeri tam kararında. Gerçi bu noktada artık mide fesadının eşiğindeydim, çok fazla yiyemedim.

Mabeyin’in en büyük artıları Ella&Louis’den jazz standartları çalabilen bir kebapçı olması, hızlı servis ve lezzetli yiyeceklerin yanı sıra gerçekten tatmin edici boyutlardaki porsiyonları. Ben bu konuyu önemsiyorum. Zira hayvan gibi hesap ödenilen çok az yer, hem lezzet hem de porsiyon bakımından bu derece tutarlılık gösteriyor.

Daha önceden Eren teftiş etmiş, birtakım eksikliklere dikkat çekmiş, ama benden 5 pekiyi valla.

Bir şişe Chardonnay ile birlikte hesap yaklaşık 160 TL.

http://www.mabeyin.com/

Lebon’da rulo pasta

Son dönemdeki takıntım bu: Sabahtan yapıyorlarmış -ki her sabah da değil- öğlen gittiğimde hala kalmışsa şanslı günümdeyim demektir. Hele akşamüstüne kaldıysa sonrasında piyango bileti almak farz! Üstünde krema yok, keki tazecik ve yumuşacık, arasında yoğun sarı krema, muz ve çilek. 2-3 tane yiyebilirim de tutuyorum kendimi.

4,5 TL.

global lezzet avı: foodspotting

yeme-içme düşkünleri için, internetin sayısız hizmetlerinden birini daha keşfettim geçen gün: www.foodspotting.com

lokasyonu istanbul olarak seçince sayfalarca içerik geliyor. ama belli ki henüz fazla bilinirliği yok, yeterince aktif değil. yesek’te yaptığımız kadar detaya girilmiyor ama bir nevi yeme-içme twitter’ı. kim, nerede, ne yemiş de beğenmiş onu takip edebiliyor foodspotting’ciler. meraklısına biçilmiş kaftan!

spotting demişken yazmadan geçemeyeceğim, bi de şu var aslında ama o birazcık daha pinterest tayfasına hitap ediyor sanki.

Yeraltından Notlar I – Kebapçı Enver Usta

Bu öğlen Sedat beni pek gizli gurme mekanlarından Enver Usta’ya götürdü. Tünel Meydanı’ndaki Simit şeysinin yanındaki sokaktan girdik, sokağın sonundan sağa döndük ve soldan yeraltına geçtik. Enver Usta öğlen 2’ye kadar filan hizmet veriyormuş. Zaten 6-7 masalı küçücük bir yer ama belli ki müdavimleri var, tıklım tıklımdı. Biz masamıza oturur oturmaz sıcak pideler, yoğurt, acılı bulgur pilavı ve acılı ezme geldi. Bulgur pilavı buğdayımsı iri bulgurdan, bol acılı ve pek lezzetli. Çöp şiş ve adana söyledik, onlar da gecikmedi. Çöp şiş, soslu ve yumuşak dana etindendi ve oldukça başarılıydı. Hani al o melamin tabaktan, altın yaldızlı kütahya porselene diz, en tırnaktan atma kebapçıda 30 TL’ye getir masaya koy, kimsenin gıkı çıkmaz. Sedat yoğurda bitmeyen methiyeler düzünce kalkarken “Yoğurdu nerden alıyorsunuz?” diye sordum, garson amca “Sütaş” dedi. Sedat’ın hayalleri yıkıldı!

Bütün bunlar 23 TL tuttu. Bir başka sefer de tavuk yemeye gideceğim Enver Usta’ya.

Hamdi’de güleryüz

Gerçekten de en büyük fark bu galiba: Güleryüz ve samimiyet. Yoksa elbette muhammara, şakşuka ve fındık lahmacun da güzeldi, karışık kebap da, fıstıklı baklava da. Kuzu şişe özellikle bayıldım, yumuşacıktı. Yalnız çiğköfte çok ama çok acıydı. Yan masadaki fransızlara da ikram ettik, herhalde birkaç saat kendilerine gelememişlerdir.

Develi’nin ütülü saygı duruşundan sonra Hamdi’deki ekibin samimiyeti görülmeye değer. Pazar günü Tülin’e anlattım, açıklaması gecikmedi: Hamdi’yi hala aynı adam işletiyor, çalışanlarını itinayla seçiyor, hiçbir yere de şube mube açmıyor. Çalışanların işe dört elle sarılması, her gelene aynı güleryüzle hizmet etmesi de bu yüzden.

Yukarda saydıklarım, bir de küçük beyaz şarapla birlikte toplam 120 TL.

Develi’de çiğköfte ve fındık lahmacun

Önce Kabataş’a füniküler, ordan Sirkeci’ye hafif raylı, ordan Samatya’ya tren derken çılgın trafikten sıkış tepiş de olsa sıyrıldığımız bol toplu taşımalı bir cuma akşamı the original Develi‘de köz patlıcan salatası, muhammara, haydari, içli köfte, çiğköfte, fındık lahmacun, kuru patlıcan dolması, ali nazik, mevsimlik bir tür mantarla çeşnilendirilen keme kebabı ve kuzu şiş yendi. Bir ufak rakı ve bir ufak çankaya içildi. Baklava, yaprak şöbyet ve künefe ile kapanış yapıldı.

Aklımızda kalanlar bol etli, nefis fındık lahmacun ve yine bol etli, baharatı, acısı tam kararında çiğköfteydi. Bir de fıstıktan yıkılan inanılmaz yaprak şöbyet. Mezeler, etler kötü müydü, kesinlikle hayır. Ama kebap konusunda Güler’i tek geçtiğimize karar verdik. Bi de ne bileyim, sanki Güler’in ortamı -hele de Harbiye şubesi- daha samimi. 3 kişilik gecemizin hediyesi 250 TL civarıydı. Daha da anlatılacak bir şey yok.

İskenderci buldum!

Sadece 48 saat içinde, Eskişehir’den transit geçtiğimiz, dönüşünü ise Bolu orman tesisleriyle süslediğimiz Ankara seyahatimiz sonrasında, kendimizi bir yorgunluk yemeğiyle ödüllendirmek üzere gittik Bursa Garaj İskender’e. Levent’ten 4 Levent’e doğru giderken, Gültepe sapağından girince sola değil de sağa devam edin, yolun sonunda, tam karşıdaki sokakta. Siparişleri vermiş beklerken ben hemen kafamda senaryoyu yazdım Sedat’a: “Bak şimdi bunlar kesin Bursa Garajı’nda çok tutulan bir müessesedir, ama kardeşler arasında husumet çıkmıştır da mesela ortanca oğlan gözünü karartıp kendi şubesini açmak üzere İstanbul’a gelmiştir” diye. Bakalım ortanca oğlan işi kıvırabilmiş diye beklerken hikayemin doğruluğunu teyit ettiremedik tabi. Ama bugün en azından ilk cümlem google tarafından onaylandı. Evet, merkezi Bursa Garajı imiş. Kebaplar için et, yoğut, tereyağı filan hep Bursa’dan geliyormuş hatta. En çok ete vuruldum. İnce ince kesilmiş, yağsız, yumuşacık ve çok lezzetli. Bursa’nın en bi favori mekanlarında da iskender yemişliğim var, ben ki tereyağına ölür biterim hiç Bursa’daki kadar ağırını, cambul cumbul tereyağı göletinde yüzenini yememiştim. Bu mekan dengeyi çok iyi tutturmuş. Hem mis gibi tereyağının tadını alıyorsunuz, hem de mis gibi etin tadını. İskenderden önce gelen turşu da kıtır kıtır çok lezzetliydi bu arada. Yorgunluk gitti, mutluluk geldi.

1,5 + 1 iskender + kola + şıra + ayran toplam 63 TL.

tel: 0212 281 48 48

Taj Mahal’de acı, baharat ve mutluluk

Gideli bi 10 gün kadar oluyor, o bakımdan yemeklerin adını çok net hatırlayamıyorum. Web sitelerine baktım, orda da yarım yamalak görünüyor menü. Ama yediklerimin bende bıraktığı iz, yemeklerin isminden çok daha kalıcı olmuş sanırım, zira 10 gündür Taj Mahal sayıklıyorum.

Tünel’deki şubelerine gittik. Aslında 1 hafta öncesinde Cihangir şubesine gitmeye kalkışmıştık ama gittik baktık kapanmış. Sitede verilen adrese aldanmayın yani. Tünel şubesi ufak, sakin, gösterişsiz bir yer. Menüyü idrak edip yemekleri seçmemiz biraz vakit aldı. Ne sorduysak bıkmadan cevap verdiler. Hindistancevizi sütünde elmalı tavuk, masala lamb, zerdeçallı ve kimyonlu patates (dam allo’ydu galiba adı), sebzeli safranlı pilav ve sarımsaklı ekmek söyledik. Beklerken de biraları yuvarladık – ki epey uzun bir bekleyiş oldu, neredeyse 40 dakika.

Fashionable tarzda janjanlı yemek takımları filan beklemeyin, son derece mütevazı bir sunumla geliyor yemekler: oldukları gibi. Ekstradan bir parlatma çabası yok. Bunu çok sevdim. Porsiyonlar makul, ne çok fazla ne çok az. Yemeğinizin ne kadar acı olmasını istiyorsanız söylüyorsunuz ve belli ki sizi gerçekten dinliyorlar. Her şey tam istediğimiz kıvamda geldi. Yana yana ne söylediysek silip süpürdük. O akşam hiç tatlı yoktu maalesef, deneyemedik. Etler güzeldi, pilav bence harikaydı ve hele de o sarımsaklı ekmekte resmen aklımız kaldı. Bir dahaki sefere 3-4 tane söyleyip çıkarken paket yaptırmak niyetindeyiz. O kadar acılı, baharatlı yemeğe rağmen en ufak bir hazım sorunu da yaşamadık. Üstelik saçlarım ertesi gün bile Mısır Çarşısı gibi kokuyordu, bu da cabası.

2 kişi yemekler + 2 bira 65 TL