Aslında önce çok kötü şeyler yazacaktım ama fırsatım olmadı. Diyecektim ki idare eder yemeğe lafım yok, kötü servise lafım yok, “o paraya değdi mi?” hissine lafım yok, yemeğin sonrasında saatlerce mideye oturmasına lafım yok ama bu dördü birden olunca anladım Çiya bozuldu diyenlerin ne dediklerini.
Derken Berent’in verdiği, New Yorker’ın Nisan sayısında bir Türk kızının Çiya’yı anlatan yazısını okuyunca önce bir “haksızlık mı ettim acaba?” dedim, ilk ateşim söndü. Ama sonra bir yemek enstitüsü açmak üzere arsa aldıklarını falan okuyunca tekrardan gıcık oldum. Yemeklerin arkasında servis yapar, yemekleri anlatırmış gibi poz vermiş Musa usta, en çok da ona güldüm. Madem Çiya büyümedi, Beyoğlu’nda yer açma tekliflerini çok karlı olmasına rağmen geri çevirdi, o zaman hedefi ne olursa olsun, neden mükemmel yemek yapmıyor? Neden garsonları etlerinden parça koparıyormuşuz gibi davranıyor? Doğrusu benim one-man-show bir enstitü falan finanse edesim yok. Hele böyle hiç değil.
Off, yine de anlatmam gerek yemekleri: Mualle esasen patlıcandan mürekkep olup parmak yedirtebilecekken yarıda bıraktık. Lahm-ı vişnenin köfteleri tıkız ve kuruydu. Bulgur, vasat kebabçılardaki salçası hafif acılaşmış, taneleri tombalak bulgurlardandı. Bu sefer hatırlamakta zorlandım ama Çiya’yı sevmemizin sebebi erişte mantarı gibi başka yerde yiyemeyeceğimiz, ilk defa burada duyduğumuz şeyler. Kemeden bayağı daha sert, herhalde temizlenemediği için yer yer topraklı, gövdeli, gerçi tadı da hafif odunsu ilginç bir mantar. Soğanla kavrulmuştu. Eğer Anadolu’da böyle pişiriliyorsa yapacak birşey yok ama fine-dining tam da böyle şeylere yarıyor: bir seferde bir tabak yenemeyecek bir mantarı, başka tatlarla birleştirip, farklı tekniklerle pişirip içindeki cevheri çıkarmaya. Sıkma köfteye laf yok, üstündeki kavrulmuş soğan ve kuru fesleğenle bambaşka birşey olmuş. Teleme, yani sütlü incir tatlısı da hala mükemmel bir tatlı.
Üç vakte yabancı bir dergide, gazetede mühim biri kötüleyen bir yazı yazınca herkesin şaşırmış gibi yapmasına tahammül edemeyeceğim. Valla eğer bir daha gidersem ve yine bu kadar kötü çıkarsa, olayı “yabancılara ülkemizi çok yanlış tanıtıyoruz, rezil oluyoruz” lafına bile bağlarım ha! 3 kişi, 69 lira.
Eren,
Sonunda biri Çiya ile ilgili bunları söyledi ya, ben tek değilmişim!
Yıllar içinde 7-8 defa Çiya’ya gittim. Her seferinde en iyi ihtimalle vasattı. Hep herkeslerin bu kadar övdüğü bir yerde ben bugüne kadar kendimden geçecek bir şey yemedim. Niye bu kadar yere göğe konmuyor anlamış değilim; hatta aslen PR işinde çok iyiler diye düşünüyorum.
Evet Musa Usta’nın araştırmacılığı hakkında kimse laf edemez, tüm bu lezzetleri bulup çıkarıyor. Ama ya lokantasındaki uygulamalar ?
Evet, her lokantanın çuvalladığı günler yada durumlar olabilir. Bunu benden iyi kimse bilemez. Ama her seferinde hayal kırıklığı oluşuyorsa “yaratılmış mit”i de sorgulamak lazım diye düşünüyorum.
Sevgiler,
Şemsa
Çiya’ya 9 sene önce bir kere gittim. Acı patlıcanı kırağı çalmaz ama Çiya almış yemek yapmış bir tepsi… Bu güne kadar herhangi bir lokantada yediğim tek acı patlıcandır. Beraber gittiğim arkadaşımın yediği et resmen çakıl taşı gibiydi, sanki bütün gece dışarıda bırakılmış ve kurumuş bir yemek. Aynı arkadaşım bir şans daha vermek için gittiğinde tatlıyı da tatlıya da yer ayırnak istemiş ama patlıcan ve domates tatlılarını duyunca vazgeçmişti… Biz bu deneyimleri yaşarken gazetelerde Çiya’nın eller üstünde uçurulduğunu defalarca okumak kendimizi aptal gibi hissettiriyordu. Hem pahalı hem de tatsız bir yere bu kadar itibar… Haklısınız hiç hak etmiyor.