Kara pek aldırış etmeyip Hüseyin Çağlayan’ın üç videosunu sabırla seyrettikten sonra, Emi, Zeynep ve ben, Zeynep’in önerisi üzerine Markiz’e oturduk. Çay, latte ve sıcak çikolata istedik. Onlar tezgahtaki tatlıların cazibesine kapılıp ekler ve beyaz çikolatalı pasta aldılar. Ben efendi efendi bir salata istedim. Zaten salata ve kiş dışında, tatlı olmayan, yemek türünde birşey yoktu. Salatanın on dakika sürebileceğini söyledi garson. Peki. Zeynep’le Emi karşılıklı güzel geyikler yapmaya başladı, ben de “hıhı”larıma. Ne yapayım, hem açım, hem de bakalım ne hızda gelecek salata diye kafamı taktım bir kere. Biraz da servisin yavaşlığına. Bizden başka sadece tek bir masa varken, içeceklerin hemen gelmesi gerekmez mi? Benim latte’min, onların içtikleriyle beraber gelmesi gerekmez mi? Ah, işte salatam, dışı streç filmle kaplı bir kase içinde pasaj tarafından bir yerden geldi. Buradaki mutfak çok mu süsleyecekler acaba? Ah, işte önüme de geldi nihayet. Bu muydu yanı şefin salatası, Markiz’e göre sunumu biraz zayıf değil mi? Artık oturmamızın sonuna doğru, sıcak çikolatadan içi bayılan Zeynep salatama ortak çıktığı noktada başka sipariş verip onu da paylaşmak yerine Şimdi’ye gidersek, herhangi bir yemeğe çok daha çabuk kavuşabileceğimizi düşündük ama Emi’nin gitmesi gerektiği için vazgeçip kalktık. (60 lira)