Enstitü’de balkabaklı mücver

Hayat ne garip. Aylarca yıllarca Enstitü sadece öğlenleri açık olduğu için gidemediğime hayıflandım. Ne zamanki artık akşamları da açık olmaya başladılar, denk düştü ve öğlen gittim! Kafka’nın Kanun Önünde hikayesini hatırlattı. Gerçi ben sonunu adam vazgeçtiği anda kapıcının girmesine izin verdiği şeklinde hatırlıyordum.

Kalabalıktı, herkese yılbaşı arifesi bir çarptığından civcivliydi. Elalem öğlenleri ne güzel yerlerde yiyerek, şarap içerek geçiriyor hayatı hissini veriyordu. Öğrenciler, asker gibi üniformalı, patron/örtmen tipliler sweatshirt’lüydü. Yemekte biz notu en çok geç servisten kırdık. Yemeklerin kendisi ise, öğrenci yemeği olarak bakarsan iyi, fiyatlara bakarsan idare ederdi bence. Mesela domatesli pirinç çorbası adını verdikleri ama aslında pirinçli domates çorbası denmesi gereken çorba maydanozuyla falan tam olması gerektiği gibiydi ama harikaydı diyemem. Ben nohut-pilav yedim. 12 lira vermesem nohudun hafif sert, pilavın da hafif kuru ve biraz fazla tel şehriyeli olmasına laf etmezdim. Ama yanında şarap değil 12, paha biçilemez lira. Daha ilginç yemekler, ticarethane işi bol unlu ama lezzetli balkabaklı mücver, kabuklu kabuklu pişirdikleri zeytinyağlı yer elması, içindeki et dişe gelen mantı ve artık bulması zorlaşan mozaik pastaydı. Şimdi menüsüne bakıyorum, yine pek seksi görünüyor. Buna rağmen bende yaratması gerektiğini düşündüğüm heyecanı yaratmıyor nedense. Giderim yine ama galiba, artık kapıyı kapatabilirsiniz.

Karikatür, Selçuk Erdem’den olmalı.

www.istanbulculinary.com

2 Replies to “Enstitü’de balkabaklı mücver”

  1. eleştirilerinde çok haklısın. hoş bir ortamı ve çekici bir menüsü var ama ben de burdan tam olarak karşılanmayan beklentilerle çıkıyorum her seferinde. hele de tek yemeğin fiyatı civar lokantalarda 2-3 yemek birden yenecek düzeyde olunca.

Leave a Reply

Your email address will not be published.