Okan Finlandiya’ya dönmeden İstanbul’da geçireceği bir akşam için, teyzem Nevizade’yi seçmekle çok iyi yapmış çünkü sokağın tam da bahar başında hareketlenmiş haline bayıldı. İmroz da gayet iyi bir seçimdi. Daha önce geldiysem de İmroz’un neden ve nasıl köklü bir kurum olduğunu, neden meyhane deyince ismi es geçilmeyen klasiklerden olduğunu ve Krepen’deki lafının ne demek olduğunu falan bilmiyordum hiç. Garsonumuz bu tür sorularımız için bakınıp bakınıp duvardan çerçevelenmiş bir haber kupürü veya fotoğraf indiriyordu. 1941’de açılmış, sahibi Rum’muş, daha önce Krepen adlı pasajdaymış.
Başka hiçbir şey için gidilmese bile getirdikleri meze tepsisini görmek için gidilebilir İmroz’a. O kadar çok, o kadar çok soğuk meze vardı ki tepsi çok büyük olduğu halde, bazı mezeleri dikdörtgen meze tabağına değil, minik minik kaselere koymak zorunda kalmışlar. Şu ısmarladıklarımızla anca beşte birini almışızdır, öyle söyleyeyim: Beyaz peynir, kavun, köpoğlu, közlenmiş patlıcan, ahtapot salatası, tarama, midye dolması, hamsi, balık pastırması, rus salatası, yoğurtlu semizotu, zeytinyağlı enginar, fava. Ayrıca göbek salata. Ara sıcak olarak paçanga böreği, kalamar tava ve yaprak ciğer. Rakı olarak bir küçük Tekirdağ. 7 kişi bunlarla doyduysak da garsona bunu yeterince hızlı iletemeyince ya da diğer bir deyişle garsonumuz bunu duymaya çok meraklı olmadığından iki porsiyon gümüş tava da geldi. Mırın kırına rağmen yedik, bitirdik. Yemekler aklımı başımdan almadı ama paçanga böreği hem kocaman hem de bol malzemeliydi, böylesine pek denk gelmiyoruz. Bir de balık pastırması ile ilgili muhabbet kaldı aklımda: Normalde akya ile yapılırmış ama bu somondan yapılmışmış. Devekuşu gibi, ne deve ne kuş, bu da ne balık ne pastırma.