Her gün her gün çalışırken ve bunalmışken, bari bir yakışıklı beni müzedechanga’ya götürse diye düşünüyordum. Utku to the rescue. Ta Amerika’dan yetmiş olmasıyla ilgili güzel bir deyimimiz var ama aklıma gelmiyor. Üstelik ben böyle hafif kasıntı, azar azar yiyeceğiz zannederken, tüm grup bir obur çıktı o akşam. Herkes başlangıçlardan mezeymiş gibi üçer beşer ısmarladı, ana yemeklerde müthiş takas döndü, hatta tatlılara sıra gelince bile herkes ‘aman ısmarlanmamış tatlı kalmasın’ hesabına düştü. Bir seferde neredeyse herşeyden denedim yani. Ayrıca, Utku şaraba biraz meraklı olduğunu belli ettiğinden midir bilemiyorum ama Trapiche’le başka bir tanesi arasında kararsız kalınca, garsonumuz “Trapiche yediklerinize daha iyi uyar” dedi. Ben İstanbul’da ilk defa karşılaşıyorum şarap hakkında aklı başında bir laf eden garsonla.
Bakalım. Aklımda kalanlar yani kayda değer güzellikte olanlar: fava ve deniz börülcesi, üstlü altlı; maş piyazı; menüdeki adıyla “rezene, enginar, zeytinli kuzu ve pilav.” Kuzuyu ayrı, diğerlerini ayrı pişirip sonradan birleştiriyorlamış. Kötü değildi ama bu tür haşlama işlerini Şemsa Hanıma bırakmak daha doğru bence. “Kuzu pirzola, firik pilavı ve harissa sos” da birkaçımızın ısmarladığı birşeydi, ben denemedim ama memnun kaldılar. Tatlılardan greyfrutlu çikolatalı musun menünün demirbaşlarından olması boşuna değil. Zevk sahibi insanlar için birşey. Çörekotlu krokanlıyla hele. Geçen sefer Emi’yle paylaşmıştık, Emi yine aynısını istedi. Ulaş’ın “Türk kahveli dondurma, acıbadem likörü, Changa biscotti”nin dondurmasını, Zeynep’in “Karpuz suyunda kavun ve rakılı dondurma”nın rakılı dondurmasını ve Ufuk’un”Zencefilli Krem Karamel”den denediğimi ve hepsinden hoşlandığımı hatırlıyorum. Diyebilirsiniz ki dondurmanın Türk kahvelisi de rakılısı tribünlere oynamaktır 2007’de, haklı da olabilirsiniz. Ama o 2007’de Algida henüz ikisinden de çıkarmadı hem de devletimiz hala “sade dondurma” satıyor. Ben “Mozaik pasta ve portakal kabuğu şekerlemesi” istedim. Yine, ama sektirmeden yine en kötü tercihi ben yaptım. Nedense canım bir haftadır istiyordu mozaik pasta. İçindeki hangi malzemeye ihtiyaç duymuş olabilir vücudum bilemiyorum. Zaten neyle karşılaştırarak beğenmediğim de meçhul. Bundan önce son mozaik pastamı ya 9 ya 17 yıl önce falan yemişimdir. Fazla yoğundu.
Biz meyhane muhabbeti yaparken etrafımızda double-date‘ler ve yabancılar, sakin, kalabalıktan uzak bir ortamda harika bir yaz akşamında “ne görgülü insanlarız ki buraya geldik” diye kendilerini/birbirlerini pışpışlıyorlardı. Havai fişekler bile uzaktan uzaktan patlıyordu. Rahatsız etmedik ama onları (biz sütten çıkma ak kaşıklardık!). Yazın bir Cuma akşamı İstanbul’da olunabilecek en iyi yerlerden biri herhalde. Serindi, Ikea marka polar şallar verdiler. Adam başı 100 liraya geldi.
Dekor ve çalınan müziklerden dolayı huzurlu bir ortam. Fakat sipariş ettiğimiz köfteler çiğ geldiği için gözümde tüm kredisini sıfırlamıştır. 4 kişi gidip 210,00 YTL hesap ödeyince insan ona göre yemek yemeyi bekliyor tabi:( Bayan garsonlarıda silah zoruyla çalıştırılıyormuş gibi bir hali var. 5 karış surat ile ukala cevapları ise çiğ gelen köftelerin üzerine sos misali geldi bize :(