Pizza Dosyası

Ben pizza çok seviyorum. Bir yere gittiğimde menüsünde pizza varsa onun dışında birşey sipariş ettiğim çok az hatta neredeyse hiç görülmemiş. Yeme-içme üzerine bir site ya da bloga bakıyorsam, mutlaka pizza için nereyi demiş ne demiş pür dikkat okurum sonra da mümkün olduğu kadarını denemeye çalışırım. İşte yesek’teki okuyuculuk günlerimde öğrendiğim, iki taneyle pizza dosyamı açmak istiyorum: Sünger Pizza ve Trio.

Sünger Pizza ile başlayalım. Sevgili Eren’in şurada http://www.yesek.com/?p=266 övgüyle söz ettiği bi yer, kötü olamaz dedim. Bodrum’a gidince tadılacaklar listeme ekledim. Gidince de güvenmekle ne kadar iyi ettiğimi anladım. Turgutreis’teki değil, Bodrum marinanın oradaki şubelerine gittiğimizi belirtmeliyim. Bir calzone ile küçük boy margarita pizza söyledik. Fakat yan masalarına oturduğumuz, acaba Bardakçı Koyuna nasıl gideriz diye düşünürken, buradan dolmuş var diye bize yardımcı olan ardından koyu sohbete daldığımız  Bodrum’un yerlisi genç çiftimiz bize esas çökertme yiyin dedi. Artık siparişleri vermiştik bile. Tatil boyunca da sadece bir kere Sünger Pizza’ya uğrayabildiğimiz için artık önümüzdeki yaza kısmet. Hafızamı zorladım ama ne kadar verdik hiç hatırlayamıyorum. Gelelim Trio’ya.

İkramları olan ekmekler. Bruschetta mı? Hayır değiller. Normal tost ekmeği, zeytinyağı asiditesi nasıl olunca tadı nasıl olur pek anlamam ama bu biraz boğazı yakan cinstendi. Her neyse pizza yemeye geldik en nihayetinde…

Sondan bir önceki dilimde fotoğrafını çekmeyi akıl ettiğim, gerçek İtalyan, dışı çıtır ortası sulu, tavuklu pizzam. 15 lira diye hatırlıyorum ama yine emin değilim.

Filicori’nin tavuklu, kare pizzası. Bu pizzanın da dışı çıtır ama ortası o kadar da sulu değil.  Bence kalın hamur severleri memnun edecektir. Elbette öyle endüstriyel pizzaların kalın hamurlarından da değil ama İtalyan pizzası hamuru gibi hiç değil. Yine 15 lira.

Kort pizza, Cihangir’de Miss Pizza’nın olduğu sokakta, Miss Pizza’nın biraz yukarısında. Misyonları, ızgara pizza mefhumunu hayatımıza sokmak. Aslında Kort Pizza’yı ayrıca yazacaktım ama hakkında ayrı bir yazı yazılmayı hak eden Trio varken ve onun hakkında daha önce yazılmış diye yazmıyorsam eğer, neden dedim. Bu arada evet, 2010 güzeli Trio. Fakat Kort Pizza da karpuz güzelimiz. Özetin özeti, bence  Kort da güzel. Ama bildiğiniz nice güzel pizzalardan ayrı bir güzelliği var onun da. Bir kere ızgara olduğu için bıçakla kesemiyorsunuz. Kesseniz bile en alt tabaka o kadar çıtır ki, darbeyi yer yemez tuz buz oluveriyor. Naçizane tavsiyem odur ki: Ele alıp yemeli. Ama sanmayın hamuru kuru. Üst ve orta tabaka gayet sulu ama mantarlar dondurulmuş mantar. Fakat rokalar lezzetli. Yedikten sonra ahh vahh dedirten fazla gelen ağır pizza değil o da. Margarita pizzaya mantar eklettik biz. 14 ya da 15 lira idi. Üç margarita pizza, iki soda 52 iken;  bahşiş 5 yazıp 57 lira ödedik. Asmalımescit’te, Nevizade’de alışıkken Cihangir’de hem de pizzacıda şaşırdık biz bu duruma. Anlam da veremedik doğrusu.

Kurtuluş son durakta ikamet eden Kebapçı Çavuş… :)

Kebapçı Çavuş Kurtuluş son durakta, Dolapdere’ye inen yokuşun başında kendi halinde bir yer aslında… Kurtuluş’ta otururken sıkça gittiğim, eve söylediğim; sonrasında da kebap yemek istediğimde yolumu oralara düşürdüğüm leziz bir mahalle lokantası. Geçenlerde yolumu yine oraya düşürüp içeri attım kendimi… Volkan’la içeri girince hazırlıklardan farkettik ki tam iftar saati… “Eyvah başıma Namlı’da gelenler yine olacak” derken güleryüzle buyur ettiler, hemen bir masa ayarladılar. Lafı gelmişken, çarşamba günü saat 17:30 gibi Namlı’ya gittim. Hazır Levent’ten geçiyorum, Namlı’ya da epeydir uğramadım, neden olmasın diye geçiyordu içimden. Kapıdan içeri girer girmez aynı hızla dışarı yollandım. İftar hazırlıkları olduğu için misafir kabul etmiyorlarmış, servis de yapmıyorlarmış. İftar hazırlığını anlarım, hiç itirazım yok. Ama Namlı kadar büyük bir lokantada, iftardan 1,5 saat önce servis yapmamak, konuk kabul etmemek, nasıl oluyor birinin bana anlatması lazım. Üstelik “iftarda masalarımızın rezervasyonu var, 1 saat için size bir masa verebiliriz” gibi bir alternatif de sunmadılar. Dahası oruç tutmuyor olmamız oldukça garip karşılandı… Neyse… Kebapçı Çavuş’ta önce az çorba içtik. Çorba Ezogelin… leziz… ardından Volkan kuzu şiş, ben de adana kebap yedim. Çorbadan hemen sonra ortaya salata ve çiğ köfte geldi. Çorbanın yanına gelen pideler sıcak sıcak… Ben Kebapçı Çavuş’un bulgur pilavına bayılıyorum. Yemeklerimizi bitirdik baktık bekleyenler var, hemen kalkalım da onlar otursun derken servis yapan arkadaş “bir çayımızı, kahvemizi içmeden gitmeyin lütfen” diye ısrar etti. Teşekkür ettik, alacağımız olsun dedik ve keyifle ayrıldık. Tüm yediklerimiz, yanında içecekler, şalgam ve ayrana toplam 27 lira verdik.

Yazmadıklarım

Ohhh. Nisan’dan beri adam akıllı birşey yazmıyordum. Nisan’da Yesek’e yazılanları okuyamayacak kadar meşguldüm, Mayıs’ta okuyabilir hale geldim, sonrası için bir mazeretin yok. Ama tabii ki deli pösteki gibi liste tutmaya bayıldığım için bir iki not tuttum ve gittiğim yerlerden en azından birşeyler yazmazsam suçluluk duyacağım diye seçmece yapıp, her birini iki üç cümleyle geçiştireceğim. Affınıza sığınıyorum. Yoğun talep gelirse, istediklerinizi yazarım.

Kafe 17’de naneli köfte: Uzun zamandır ilk defa böyle çeşitli, eğlenceli menü görüyorum. Fiyatına bakınca tapas(lar) minicik gelir zannettik, hiç öyle olmadı. Naneli köfte, limonlu köfte, ispanyol sucuklu yumurta deneyip de beğendiklerimiz.

Komşu’da bol yeşillik: Eda’yla bahçesinde sakin bir Pazartesi oturup kebaba en uzak şeyleri yedik. Sakin olunca pek güzel burası.

Topaz’da dülger: Valla manzara o köprü ışıklarıyla artık ne kadar olabiliyorsa o kadar güzel ama o, unuttum şimdi limonlu mu ne, dülger, yanındaki patatesine hayvar kondurdular diye 65 lira etmiyor. Sunum Adem Baba’dan hallice.

Zübeyir’in ocakbaşında: İki günlük gezi sonrasındaki yorgunlukta pek birşey anlamadıysam da, tekrar teftiş etmem gerektiğini anladım. Ustanın patlıcanı közleyip takır takır soğanla, domatesle doğrayışına tav oldum. Şimdi havalar ısındı diye sokağa da güzelce yayılmışlar zaten.

Ünsal Büfe’den Görmeli: Gayrettepe’de canavar sıcak sandviçleri olan bir büfe. İsimler Görmeli, Yemeli, Moby Dick vs. Görmeli biftekli, acı soslu, en rejim düşmanı olanı.

Falafel House’da haliyle falafel: Falafel yemediyseniz ve ne menem birşeydir anlamak istiyorsanız, bence İstanbul’da tenezzül edebileceğiniz tek yer (peki, Çiya hariç). Talimhane’de.

Kaktüs’te çalaçinka: Cihangir’dekini şereflendirdiğimin havasını atacaktım ama o zaman mevsim bahar bile değildi, dışarıda sıcak sıcak oturmak kulağa hoş birşey gibi geliyordu. Çalaçinka bir tür menemen. Tavuk yemeklerinden de denedik, decent.

Çınar’da uykuluk: Bir Pazartesi akşamı patron bizi gece11’lere kadar çalıştırdı, Santral’de Otto da kapalı zaten. Bunun üzerine ardından uykuluk yedirdi, bira içirdi. Proje için pek hayırlı oldu.

Cunda’da Girit usulü kabak: Yani parmak kadar kabakları haşlayıp zeytinyağı banyosuna yatırmışlar.  O meze vitrinini görmek için Bostancı’ya gitmeye değebilir. 70 lira vermişiz adam başı.

Olivia’da steak: Akarsu caddesinin yeni güllerinden Olivia’nın arkada büyükçe bir bahçesi de olduğu biliyor muydunuz? Peki tabakların Villeroy & Boch mrka olduğunu? Yemeklerin de fena olmadığını?

Degustasyon’da paçanga: İki sefer gittim, ikisinde de aklımda kalan, çok yağlı olsa da, paçanga böreği oldu.

Zencefil’de tarte tatin

Hakkını vermişler tarte tatin’in. Hamuru da, elması da olmuş. Başkası bunu yazsa, pis pis “tereyağını basmışlar yani” diye kafamda tercüme ederdim ama valla becermişler. Tavsiye ederim.

Tokyo’da yine kabocha

Amazing Lives of the Fast Food Grifters filmine gittik. İkinci dünya savaşından itibaren, Japonya’da noodle shop‘lara daha sonra hamburgercilere falan gidip bir katakulliyle yemeklerini beleşe yiyenlerin hikayesini anlatıyor. Her birinin ayrı bir felsefesi var, her biri aslında sisteme meydan okuyor falan filan. Seyretmektense kitabını okumak daha ilginç olur bence. Kısa vadede filmin bize tek yararı güzel bir udon yemeye heveslendirmesi oldu. Tam da kar başlamış. Ben de, Emel de curry udon yedik. Atilla’nın ne yediğini hatırlayamadım. Emel kendininkine acı biber ekledi ki, filmde bunu aslında hakaret gibi birşey olduğuna, tatsız ucuz yemeği çekilir kılacak birşey olduğuna dair bir bölüm vardı. Güldük duruma. Sonrasında da film öncesinde içirmedikleri kahvenin yanına kabocha yemeye kandırdım. “Bildiğimiz kabak tatlısı gibi ama değil” dedim. Tadınca hak verdiler.

www.tokyo-restaurant.com

Van Ahtamar Kahvaltı Salonu

Yaklaşık 10 gündür kardeşi ve onun bek kıymetli arkadaşını ağırlamak için büyük çabalar vermekteyim. Cumartesi dışarıda kahvaltı yapalım dedim. (Zira kahvaltı çeşidi uydurmak evde hayli zor bir iş bana göre :) Daha evvelden Aksaray’ı denediğimizden yesek’teki yazıları nazarı dikkate alarak, Tarlabaşı’ndakini tercih ettim. Çok da memnun kaldım/kaldık. Masada yok yoktu. Otlu peynir nerdeyse, hatta kesin öyledir ,Van’da yediklerimle aynı. Çıkmadan soracaktım kilo hesabı satış yapar mısınız diye ama unuttum. Kıymalı menemen şahaneydi. En güzeli “yedin hadi artık kalk git” bakışının olmaması. Yaklaşık 5 adet çay içtim o yüzden keyifle. Çok teşekkür ederiz. Girişte bir hamur açma sinisi vardı sanırım gelen pideler orada açılıyor ama tam da emin olamadım çünkü başında kimse yoktu. Dekoratif bişey olabilir.

3 kişi: 45-YTL (Kıymalı menemen, sucuklu yumurta, otlu peynir, örgü peynir, bal-kaymak, cacık, zeytin, söğüş tabağı + çaylar)

Tokyo’da kabocha

Şu sıralar balkabağına taktığım, ilginç daha ne yapılabilir keşfetmeye çalıştığım için Tastespotting‘de balkabaklı ne var ne yok işaretliyorum. Çorbasını zaten ezberlemiştim, bu sefer mücverden öteye henüz gidemedim. Yazıların birinde birkaç tarif veriyordu ama kabocha aşağı kabocha yukarı. Teyzenin dilinde balkabağı demek çünkü. Tokyo’da tatlılar arasında kabocha görünce ısmarlamak farz oldu. Anam anam, ne kadar güzel bir tatlı çıktı. Krem brüle boyutlarında, ama krem karamel gibi ters çevrilip kalıbından çıkarılmış, bildiğimiz balkabağı tadında ama fazla tatlı değil, çizkek kıvamında, üstüne çok hafif bir şerbet dökülmüş, yanına nane iliştirilmiş.

Öncesinde o kadar çok miso içilmeye, chirashura yenmeye, yanında duble espressoyla keyfine varıla. Kabocha 10 lira.

www.tokyo-restaurant.com

İst’te scrambled eggs

Ben nedense İstiklal’de Fransız Kültür’ü hemen geçince, parfümerinin yerine açılan İst adlı kafenin hiç tutmayacağını ya da anında avamlaşacağını zannediyordum ama iki yıl falan olmuştur açılalı, hiç tutmama niyeti yok. Bu sabah hem güzel, taze naneli, kremalı scrambled eggs yediğim için (gerçi bana taze nane ve krema koyun ben de güzel olurum) hem de hafta içi hafta içi şık açık büfe kahvaltısı olduğu için de anladım ki avamlaşma niyeti yok. Garip birşey, işini düzgün yapana her yerde ekmek var. Yumurta 6,5 lira, kahvaltı galiba 14 lira.

www.istcafe.com

Nizam Spesyal Nizam Pide’den

Dilek’çim, çocuklar ve ben Beyoğlu’nda iftar saatine denk gelince epey bir arandıktan sonra Nizam Pide’ye oturmaya karar verdik. Sıradan görünümüyle basit bir pideci aslında. Ama her daim müdavimleri de var pekala. Zira duvarları süsleyen gazete küpürleri de bizi yanıltmamakta.

Efenim uzun düşünceler sonucu ben mercimek çorba ve nizam spesyal pide aldım. Mercimek çorbanın blenderdan geçmiş halini öteden beri sevmem. Bu da öyle gelince biraz hayal kırıklığı yaşadım tabii. Nizam pide ise türk işi pizzaya benziyor daha çok. İçinde ne ararsan var, pastırma dahil. Çocukların kıymalı pidesine bakınca ondan yemediğime pişman oldum.

Pideler, 2 çorba, salata ve içecekler dahil 4 kişi: 39-ytl

İftar yoğunluğuna rağmen güleryüzlü ve hızlı bir servis vardı. Çaylar şirkettendi. Teşekkür ettik.

İmran’ın Musafir’i

Kandırdı Eren bizi, hadi Musafir’e gidelim diye. Giray da ben de çoktandır Hintli yemediğimiz için tıpış tıpış tuttuk yolunu. Sonra yol üzerindeyken anladık hanfendinin gelmeyeceğini. Tabii ki Giray hemen beni alternatif fikirlerle acaba yoldan çıkarabilir miyim gibilerinden vazcaydırmaya çalıştı: falafel mi yesek yoksa?

Gittik oturduk, falafel kaldı başka akşama. Menü yenilenmiş, hem yeni yemekler var, hem de baskısı, şekli şemalıyle yepyeni. Fiyatları da yepyeni! Masalar alınmış, onlar da geliyormuş yepyeni. Keema samosa, chicken tikka masala, lamb palak, sade briyani, Kashmir usulu üzümlü naan ve arkasından frini ve gajar ka halwa yedik. Yemeğin sonuna doğru İmran katıldı sohbetimize, aşçısı için gereken çalışma izninin ne kadar zor aldığını, içki ruhsatı için nasıl uğraştığını filan anlattı. Sonra onun sevdiği yemekler hakkında konuştuk: Meğersem falafel yemiş akşam yemeği olarak!

İmran yokken aslında Musafir’in hangi kesime hitap etmeye çalıştığını tartıştık; alternatiflerinin nereler olduğunu konuştuk. Musafir kendini piyasada doğru şekilde konumlandırıyor muydu? Siz de verin 68 tl, siz de fikir sahibi olun derim ben!