+ profiterol’da hepsi güzel…

Bu eve servis işinin iyice suyunu çıkardım tahmin edebileceğiniz üzere… malum tez yazıyorum bahanesi en iyi… tez yazarken hem motivasyonum, hem de kapasitem artsın diye tatlı ödülleri veriyorum kendime. gerçi bu ödüller kilo olarak kalıcı oluyorlar ama… neyse canım tez bir bitsin…
kendime tatlı ödülü peşinde koşarken nutella’dan daha sofistike, ama aynı zamanda yeme zamanı bana ayarlı ne yesem diye dolanıp dururken toprak (birlikte yaşadığımız köpeğimiz) sayesinde karşılaştım + profiterol ile. + profiterol akyol yokuşunun yukarısında sağ tarafta küçük bir dükkan. Küçük olduğu kadar özenli, keyifli ve güleryüzlü. Evlere servisleri var. Gidip orada da atıştırabilirsiniz, dilerseniz alıp elinizde de hapur hupur yiyebilirsiniz. ben ekler ve profiterollerini defalarca mideye afiyetle indirdim. bildiğim kadarıyla sütlü tatlıları da var, ancak ben henüz onları tatmadım. Servis ister dükkanda, ister eve harikulade. Gelelim lezzetine: efendim, bir çikolata ve türevleri düşkünü olarak uzun zamandır bu denli keyifle yediğim ilk ekler. yumuşacık, ağızda ne yağ tadı kalıyor, ne de zamanı geçen eklerin bıraktığı o ekşi tat oluyor. + profiterolü keşfetmeden önce Gezi’den yediğim son eklerden sonra korkarak ısırıyordum eklerleri. artık böyle bir korku yok…
Hem siyah, hem de beyaz çikolata ile yapıyorlar eklerlerini. ben siyah “çuku”latacıyım…
Profiteroli de çok leziz. Öneririm. Son olarak hem elleri bol, hem güzel malzeme, hem de ucuzlar.
8 küçük ekler 5 lira, bir dolu kap profiterol 5 lira.

Ayaşpaşa Rus Lokantası’nda portakallı ördek

Aslında bu yazıyı yazmak için portakallı ördeğin hikayesini, neden şaşaa ima eden bir yemek olduğunu araştıracaktım. Hem de bir yerde Fransız restoranlarının en tipik/eski/meşhur olanlarından Paris’te La Tour D’Argent’ın menüsünde yer aldığını okuduğum ve nedeninin bu olduğuna hemen ikna olduğum için hem üşendiğim için hem de daha iyi bir ana fikir bulduğum için vazgeçtim.

Emel organize etti. Yedi yıl önce gittiğimde de Emel organize etmişti. En azından ben onun yancısı olarak gitmiştim. Yine dipteki yuvarlak masaya oturduk. Orada otururken değil ama daha sonra, aradaki yedi yıl hayatımda hiç olmamış olsaydı, acaba daha iyi olur muydu diye düşündüm. Bugün oradan çıksaydım ve yedi yıl önceki akşam yemeğinden o günkü hayatıma devam etmek üzere sokağa çıkıyor olsaydım. O günün koşulları, arkadaşlar, kötü alışkanlıklar, saftiriklikler, hatta akıl yaşı. Her dışarıda yemenin bir burada ve şimdi özelliği vardır ve onun için özeldir ya, Rus Lokantasında şimdi özelliği yok gibiydi. Servisi, garsonları, yemeği hiç değişmemişti. Dolayısıyla hayatımda bir dönemi böylece kapamış gibi hissettim. Allahtan, “the circle is not round.”

Yemekler? Fischer’de ve Rejans’ta var daha iyisi ama birine ruhunuz, diğerine cüzdanınız dayanıyorsa ne ala. Tabii ki önce borş çorbası. Sonra tabii ki kaşar pane. Ardından bence o akşam en başarılı yemek olan patates kızartması. Yok, Emel’le Ümit’in rumsteak’lerin (menüde yazılışı ile room steak’lerin) üstündeki soğan kızartmalarının hakkını yemeyeyim şimdi. Bir de bitki a la russe’un yanındaki ıspanak püresinin. Portakallı ördek ise büyük hayal kırıklığıydı. Portakal da konmuş sosta yüzen ördek kırpıkları tabağı doldurmaz diye bir tarafına da püre yaymışlar. Falan filan. Ne farkeder? Yasemin’e tek kadeh şarapla adam başı 45 lira.

Yazmadıklarım

Ohhh. Nisan’dan beri adam akıllı birşey yazmıyordum. Nisan’da Yesek’e yazılanları okuyamayacak kadar meşguldüm, Mayıs’ta okuyabilir hale geldim, sonrası için bir mazeretin yok. Ama tabii ki deli pösteki gibi liste tutmaya bayıldığım için bir iki not tuttum ve gittiğim yerlerden en azından birşeyler yazmazsam suçluluk duyacağım diye seçmece yapıp, her birini iki üç cümleyle geçiştireceğim. Affınıza sığınıyorum. Yoğun talep gelirse, istediklerinizi yazarım.

Kafe 17’de naneli köfte: Uzun zamandır ilk defa böyle çeşitli, eğlenceli menü görüyorum. Fiyatına bakınca tapas(lar) minicik gelir zannettik, hiç öyle olmadı. Naneli köfte, limonlu köfte, ispanyol sucuklu yumurta deneyip de beğendiklerimiz.

Komşu’da bol yeşillik: Eda’yla bahçesinde sakin bir Pazartesi oturup kebaba en uzak şeyleri yedik. Sakin olunca pek güzel burası.

Topaz’da dülger: Valla manzara o köprü ışıklarıyla artık ne kadar olabiliyorsa o kadar güzel ama o, unuttum şimdi limonlu mu ne, dülger, yanındaki patatesine hayvar kondurdular diye 65 lira etmiyor. Sunum Adem Baba’dan hallice.

Zübeyir’in ocakbaşında: İki günlük gezi sonrasındaki yorgunlukta pek birşey anlamadıysam da, tekrar teftiş etmem gerektiğini anladım. Ustanın patlıcanı közleyip takır takır soğanla, domatesle doğrayışına tav oldum. Şimdi havalar ısındı diye sokağa da güzelce yayılmışlar zaten.

Ünsal Büfe’den Görmeli: Gayrettepe’de canavar sıcak sandviçleri olan bir büfe. İsimler Görmeli, Yemeli, Moby Dick vs. Görmeli biftekli, acı soslu, en rejim düşmanı olanı.

Falafel House’da haliyle falafel: Falafel yemediyseniz ve ne menem birşeydir anlamak istiyorsanız, bence İstanbul’da tenezzül edebileceğiniz tek yer (peki, Çiya hariç). Talimhane’de.

Kaktüs’te çalaçinka: Cihangir’dekini şereflendirdiğimin havasını atacaktım ama o zaman mevsim bahar bile değildi, dışarıda sıcak sıcak oturmak kulağa hoş birşey gibi geliyordu. Çalaçinka bir tür menemen. Tavuk yemeklerinden de denedik, decent.

Çınar’da uykuluk: Bir Pazartesi akşamı patron bizi gece11’lere kadar çalıştırdı, Santral’de Otto da kapalı zaten. Bunun üzerine ardından uykuluk yedirdi, bira içirdi. Proje için pek hayırlı oldu.

Cunda’da Girit usulü kabak: Yani parmak kadar kabakları haşlayıp zeytinyağı banyosuna yatırmışlar.  O meze vitrinini görmek için Bostancı’ya gitmeye değebilir. 70 lira vermişiz adam başı.

Olivia’da steak: Akarsu caddesinin yeni güllerinden Olivia’nın arkada büyükçe bir bahçesi de olduğu biliyor muydunuz? Peki tabakların Villeroy & Boch mrka olduğunu? Yemeklerin de fena olmadığını?

Degustasyon’da paçanga: İki sefer gittim, ikisinde de aklımda kalan, çok yağlı olsa da, paçanga böreği oldu.

Pidos’tan rossi

Yesek listesinde adresleri nihayet bitirirken Pidos’la ilgili yazdığım iki yazının başlığına da risotto koyduğumu farkettim. Pidos’u önerip de pizzasından bahsetmemiş olmak biraz salakça geldi. Pazar günü sokağa da çıkmadığıma göre oradan pizza ısmarlamak için süper bir bahane oldu. Bir dört peynirli pizza, bir rossi adlı pizza, bir de Ege salatası istedik. Rossi’de karamelize soğan, kurutulmuş domates, zeytin ve kekik var. Dört peynirli domates sossuz ve iyi hoştu da bence rossi çok daha güzeldi. Ege salatası da kocaman ve her zamanki gibi onpuan-şampuandı. Pizzalardan az yedik, kalanını buzluk fareleri için dondurduk. 37 lira.

Great Hong Kong’da Menü A1

Ben Great Hong Kong’u sevmiyorum, sevmediğimi de yazmışımdır belki. Artık kitsch derecesinde klasik ve kasvetli dekoru, pahalı yemekleri ve girişinde hep Hong Kong mafyasını andırır bir tipler. Bu sefer tersine sahibinin çocukları, babalarının malıymış gibi girişte takılıyorlardı. Evet yine boşça, kasvetli ve pahalıydı ama ben sadece bir çorbaya fit olunca masaya makul miktarda yemek geldi. Giray’ın A1 menüsünde de çorba, çin böreği, fried rice ve acılı bir tavuk vardı. Tadları hiç kötü değildi, hesap da korkunç değildi, kötü değildi yani bu sefer. 27.5 lira.

Fischer’de somon buğulama

Dedim somon yazacağım diye. Konserden önce fazla vaktim olmadığı için Fischer’e girdim hemen ısmarladım, yiyip kalktım. Normalde kiremitte yapıyorlarmış, çabuk olsun diye buğulama yapma ricamı kabul ettiler. Yanına bir de mevsim salatası. Garson artık yüzümü tanıyor, beni az gelen müdavimler defterine kaydetmesi gerektiğini anlayıp “yanına bir kadeh de beyaz şarap vereyim” dedi. Saat 7’ydi yani erkendi ama boştu yine. Bir kıl Amerikalı, bir sessiz çift, bir de ben. Tam böyle ilişki/evlilik/arkadaşlık kurtarmak gibi derin konular konuşulabilecek, sobelenilmeyecek bir yer. Garson belli ki bir sır küpü. Ya da küçük bir grup için kutlamalık. (27.5 lira)

Park Cafe’de orman kebabı

Şimdi havalar ısınınca terası da tam teras oldu Park Cafe’nin, şaşıp kalıyorum hala cılkı çıkmamış olmasına. Taksim şurası halbuki. Selçuk’la öğle yemeği yedik terasta. Ona spagetti bolonez, bana orman kebabı, ortaya mısırsız Akdeniz salatası. Garsonumuz da acaip takılma havasındaydı. Su istedim “viski mi?” dedi, Selçuk kola istedi “votka?” dedi. Espresso içip hesabı şişirdik. 40 ya da 44 lira.

Pidos’ta bulgurlu risotto

Pizzeria PidosŞansıma bakın. Daha dün Ahmet Örs’ün bulgurun “yeniden keşfedildiğine” dair yazısını okuyup bulgurlu risottoyu kimin yaptığını merak ediyordum. Başkasını bilemem ama Pizzeria Pidos yapıyormuş. Selçuk öğlen yemeğini yine sokakta yemeye kandırmaya çalışınca “Pidos’tan daha uzağa gitmem” dedim ve işe yaradı. Yanında bulgurlu risotto ve yeşillikli, kajun baharatlı tavuk şişim herşeyiyle tam kıvamındaydı, üstüne üstlük çıtır yemeğiydi. Ege salatası her zamanki gibi iç açıcıydı, beyaz peyniri, dereotu, nanesiyle taze taze. Selçuk bile steak burgerini neredeyse beğeniyordu. Karamelize soğanlı, mantarlı falan amma ve lakin ekmeği yine falso, yine falso. (33 lira)

Park Cafe’de sebzeli tavuk

Bolşoy Balesi’nden çıkınca annemin Gümüşsuyu’ndaki Rus Lokantasını, Moskova’daymışız gibi hissetmeye devam edelim diye önermedi biliyorum ama zaten Cumartesi gecesi 11’de kapı duvar olduğu için olası bir olasılık olamadı. Fischer de kapı duvardı. Olsa olsa mutfağın kapalı olmasını beklerdim o saatte. Pizzeria Pidos’tan da mutfak kapandı diye çevirdiler nitekim. Daha fazla risk almadan Park Cafe’ye kapağı attık. Ağırlıklı olarak rakı içen ve ortamı fena duman altına çeviren tiyatrocularımız arasında usul usul yemeğimizi yedik. Giray’a paçanga böreği ve Park çökertme, bana favorim olan çeşni salata ve sebzeli tavuk, anneme jambonlu bir fettucini. Yemekler her zamanki gibi. Keşke çok daha lezzetli olsalardı da listeme alabilseydim. (58 lira)

Saklı’da zeytinyağlı pazı

Meğer bizim merdivenlerdeki Saklı’yı çok merak edermiş Dano. Hakikaten adı üstünde saklanmış binanın giriş katına. Öğle yemeği için gittik ama hiç hayal ettiği keşif olmadı. Saat onikiyle bir arasındaki furya geçtiğinden boş ve sessizdi. Zaten basık ve loş. Fazla yemek de kalmamış. Ben durumu bildiğim şaşırmadım. Selçuk’la Dano mantı yedi, ben zeytinyağlı pazı ve inegöl köfte. En iyisi pazıydı. Evde yapılmışından farkı yoktu. Çayın yanına da üstü cevizli kurabiyeler ikram ettiler, taze taze pek güzeldiler. Eve sipariş için telefonunu almayı unuttuk ama. (30 lira)