Valla zincir mincir, kıl oluyoruz ama Pelit bu işi diğerlerinden daha iyi kapmış, haberiniz ola. Bir iki hafta önce Nişantaşı’ndaki Zamane Kahvesi’nde oturup bir çorba içtim, sandviç yedim ve o kadar heyecanlandım ki fazla heveskar bir yazı yazmamak için erteledim. Gittiyseniz görmüşsünüzdür. Hem her türlü pastası, hem kutularda hediyelik çikolataları, hem çok iç açıcı dekoru var hem de servis tıkır tıkır. Domates çorbası, pardon domates özü çorbası demeyince kızıyorlar, çok lezzetliydi. Ton balıklı harissalı sandviç dört dilim kepekli baget üstüne harissa sosu, bir yaprak yeşillik, sanırım mayonezli bol ton balığı ve süs olarak minicik turşu ve kapari. Bagetin bir köşesinin damak parçalayacak sertlikte olması gerekir ama lafını etmeye değecek bir ayrıntıdır ya her zaman, bu hiç öyle değildi. Herşey tam kıvamındaydı. Üstelik çorba 6, sandviç 8 lira ile hele Nişantaşı için gayet makul.
Pelit’in benzer zamanda giriştiği ikinci bir marka, Valonia çikolataları. Ece’yle Beşiktaş’ta gezinirken, hani Ege’nin görev verdiği Valonia şubesine girdik, pötifurlara, renk renk çikolatalara, yarım metrekarelik Beyoğlu çikolatalarına baktık, iç geçirdik ve Beşiktaş için fazla şık bulup çıktık. Beş dakika sonra ayak üzeri buluştuğumuz Zeynep “üstte de kafesi var” deyince, tıpış tıpış geri döndük. Üst kat biraz basık, dekorasyonunu da tam mimarlık ofisi diye tasvir edebilirim. Sıcak çikolata içtik, demin iç geçirdiklerimizden frambuazlı mini rulo pasta yedik. Sıcak çikolata-sıcak kakao geyiğine girmeyeyim ama çok lezzetli olmakla beraber hazır tozdan yapıyorladı ve yönetici kılıklı bir adama neden basbayağı çikolatadan yapmadıklarını sorunca denediklerini, kıvamını tutturamadıklarını, müşterinin beğenmediğini söyledi. Bilemem. İşi çikolata olan bir dükkana menüde hem sıcak çikolata hem sıcak kakao bulundurmak yakışırdı bence. Burada da fiyatlar Beşiktaş’a ve eğer rakip görüyorsa Kahve Dünyası rakibine uygun. Sıcak çikolata 4, makarnalar 10-11 lira.
İki girişimi değerlendirince ilk tepkim, Pelit’in hem Starbucks’lara, hem de The House Cafe benzerlerine bakıp, kriz sonrasına çok daha iyi adapte edilmiş bir stratejiyle işe giriştiği oldu. Makul fiyat, büyük ölçek, bin türlü merchandise, sağlam kurumsal kimlik falan. Ama bir adım geri gidip daha tarihsel perspektifle bakınca, işi onlardan kaptıklarını iddia etmek ayıp olur. Bence Türkiye’de yemekle ilgili yazılmış az kitap arasında en iyilerinden biri olan Hemşinliler, Göç ve Pastacılık: Gurbet Pastası ( Uğur Biryol yazmış, İletişim yayınlamış), Pelit ve diğer Hemşinli pastacıların pastacılık işini nasıl vaktiyle Rusya’da, Almanya’da öğrendiklerini ve Türkiye’de büyük şehirlerde bu geleneği oluşturduklarını esasen sözlü tarih çalışması ile çok güzel anlatıyor.