Turhan’da şevketibostan

turhan

Kadıköy Nüfus Müdürlüğüne bir iş için uğradıktan sonra öğle yemeğinde atıştıracak bir yer ararken sevimli ve sıcak bir mekan  olan Turhan lokantası karşıma çıktı. Günlük yemekleri arasında etli kereviz, maş corbası, kuru fasulye ve şevketibostan yemeği vardı.

Şevketibostan her gün bulunacak bir yemek olmadığı için onu tercih ettim. Sonra merak edip bir de az etli kereviz yemeği yedim. Lokanta antep yemekleri yapan bir yer olarak tanıtıyor kendisini, ama şevketibostan Ege yöresinin bir otu diye biliyordum. Güzel yemeğin bir yöresi yok zaten. Çok lezzetliydi.

Dekor da sevimli, parke, ahşap sandalye ve iskemle, yerden tavana pencereler, şirin bir sokak köşesinde ve hafif çalan eski Türkce şarkılar eşliğinde. Çiya’nın bozulmasından önceki Çiya gibi gibi. Uğrayın.

Çay ve şerbet ikram ettiler, toplam 14TL tuttu.

Pavlonya sokak 15, Kadıkoy

İstanbul’daki En İyi Makarna: Fauna

Annemin sanat musikisi korosunun konseri olmasa Moda’ya gitmeye üşenirdik herhalde ama Sehanım geç kalacak diye erkenden bir buluşma saati ayarladım (tabii ki geç kaldı neyse ki trafik yokmuş) sonuçta yaklaşık 45 dakika vaktimiz oldu.

Öncelikle uyarı Fauna’yı saat 1930 olunca kapatıyorlar, erken veya öğlen gidiniz. Esnaf lokantası konseptinde oldukları için akşama zeytinyağlılardan da kalmamıştı ama ben makarnayı merak ettiğim için önemsemedim.

menu

Sabırsız bir kişi olduğumdan önden hemen bir salata rica ettim. Benimkisi hardal soslu ve kiraz domatesli yeşil salata idi. İçinde de beyaz peynir küpleri vardı. Salatayı çok iyi karıştırmışlardı, sos da enfesti. Zeytinyağı Ayvalık’tanmış.

salata

Ardından kendime fesleğen pestolu söylerken Sehanım’a da domates-fesleğen-zeytin-parmezan söylettirdim. Söylerken özellikle az pişmesini rica ettim, garson hanım kızımız zaten oyle pişirdiklerini söyledi. Peki müşteriler “kızım bu pişmemiş, bunu iyi pişirip tekrar getir” derlerse ne diyosunuz diye sorunca “Önce özellikle öyle yaptığımızı söylüyoruz, ısrar ederlerse yeniden pişiriyoruz” dedi. Bu gibi çalışmalar ve benden başka kimsenin okumadığı Barilla’nın paketlerinin üstündeki yazılarla belki 2 jenerasyon sonra makarna pişirmeyi öğrenebiliriz diye ümitliyim.

ben1sehanim

Benimki de Sehanım’ınki de tam istediğim gibi al dente pişmiş geldi.  “Aman allahım doymayayım da bir tane daha yiyeyim” diye dua ederek yedim. Sosu da mükemmeldi kendi yaptıkları fettucinesi de. Seha’nınkinin domatesleri benim salatadaki domatesler gibiydi, daha mevsim değil nerden alınmaydı acaba?  Duam kabul olmadı, doydum.

tatli

Üstüne tatlı yemesek olmazdı, kendime maylobi dedikleri beyaz çikolatalı koyu muhallebiden ısmarladım, Sehanım da fazla maceraperest olmadığından sufle söyledi. Doğru seçim benimkiydi, benim gibi tatlı meraklısıysanız sadece bu muhallebi için bile gitmeniz mümkün.

Arka planda kocaman hoparlörlerden caz çalıyor, ben pek meraklısı değilim ama yine de güzeldi.

Toplamda içtiğimiz espressolar dahil adam başı 25 lira ödedik galiba. Kendine italyan lokantası diyen yerlerde tek makarnaya bunu ödersiniz ve tadı da yanına yaklaşmaz. Tekrar gitmek istiyorum. Tekrar gitmek istiyorum. Tekrar gitmek istiyorum.

Not: Zannedersem kendi içkinizi getirmenize izin veriyorlar. Bu da başka bir artı.

Yanyalı Fehmi Lokantası

Kadıköy’de Çiya lokantasının önünden her geçişimde vitrindekileri görüp içeri dalarım. Fakat et kokusu yüzünden burada afiyetle bir yemek yemek nasip olmadı. Et çok sevmeyen birinin orada ne işi var aslında.. Bir kaç arkadaşım Yanyalı’dan bahsettiler. Türk-Osmanlı lokantası olduğunu, zeytinyağlılarının da çok güzel olduğunu, et kokusundan rahatsız olmayacağımı, dışarıda çok güzel bahçesi olduğunu söylediler.

Cumartesi zaten sabah kahvaltı yapamamışım, vapura binmeden koştura koştura gittim Yanyalı’ya. Bahçesinde oturmak istedim ancak yağmur yağıyordu. Acıkmışım, hemen bir zeytinyağlı tabağı sipariş ettim; soya fasulye, börülce ve lahana sarma. İkram bir de sıcak pide geldi yanında, zeytinyağına bana bana indirdim mideye… Çok lezzetli olduğundan zannetmeyin, çok aç olduğumdan. Bana fazla tuzlu geldi. Zeytinyağlıları biraz şekerli severim, annelerin yaptığı gibi. Sonrasında mantarlı pilav istedim… Biraz hayal kırıklığı.. Daha doğrusu güveç içinde lapa gibiydi .

Ben tam bir pilav hastasıyım lakin bulamıyorum şöyle güzel bir perde pilavı, iç pilav… (Bilen varsa söylesin) Sonrasında ise hızımı alamayıp kazandibi yedim. Doğruyu söylemek gerekirse en çok kazandibinden memnun kaldım. Belki de en son Mado’da yaşadığım kazandibi rezaletindendir bilemiyorum, çok güzel geldi bana.

Fakat şoku hesapta yaşadım. 25 Lira geldi. Tamam çok yedim o ayrı ama esnaf lokantası sanıyordum ben burayı. Et yememişim. 25 biraz tuzlu değil mi?

Yanyalı hakkında şu an için iyi-kötü yorumu yapmam yanlış olur. Bir kere gitmişim, Osmanlı usulü yemeklerinden-etlerinden denememişim. Gerçi yan masadaki bayan tandırının çok sert olduğunu söyleyip geri yolladı. Şu an tam ikilem içerisindeyim. Diğer esnaflara göre azıcık tuzlu bir daha gidemem ya da aklım mercimek ve safranlı pilavda kaldı, denemem lazım..

Denizatı’nda günbatımı

Geçen cuma önce Salacak’ta balıkçıya gidelim diye konuştuk. Ama evlere şenlik cuma trafiğini hatırlayınca anca Kadıköy’e kadar gidebildik, Beşiktaş iskelesinin tepesindeki Denizatı’na razı geldik. 4 kişi -ya da eğlenceye aç gençlik (kısaca EAG) diyelim- Denizatı’nın terasına kurulduk. Bira, rakı, şarap eşliğinde EAG 1 ve 2 için ortaya atıştırma tabağı, her daim aç Ege’yi doyurma programı kapsamında ızgara köfte ve tortellini, EAG 3 için de tavuk schnitzel söyledik.

denizati.jpg

Tortellini’ye bütün gençler el verdi sağ olsun, hepimiz çok beğendik. Atıştırma tabağı eh işteydi. Izgara köfte yavandı. Schnitzel yağlıydı. Ama muhteşem bir İstanbul manzarasına karşı kadehler tokuşturulur, güneş en güzel renkleriyle batarken kimse hiçbir şeyden çok fazla şikayet edemedi. Püfür püfür mayıs havası ciğerlere dolduruldu, rakının dibi göründü, gece, EAG’lerin yiyip içtiklerini eritmek amacıyla gittikleri Buddha Bar’da devam etti.

Hesap: 4 kişi toplam 104 kafa (1 küçük rakı, 1 kadeh şarap, 1-2 bira, 4 tabak yemek)

EAG 3, burayı denizcilik işletmeleri lokali filan gibi bir şey sanıyormuş. Öyle bir durum yok, rahat rahat gidiniz. Ancak çok gurme bir ortam beklemeyiniz. Manzara şahane, gerisi bahane.

Kadıköy’de amerikanize yemek, britanize tatlı

Zaten her şey yolunda gitse bile senede maksimum 3 kere görüşmek kısmet olan Aslı’yla, Rexx’in önünde bir heves bir heyecan buluştuk. İşten çıkmışız, yollardan gelmişiz, açız, dağlar kadar mevzu birikmiş… A’tolia’ya oturalım dedi Aslı – Ankara’da da varmış böyle yerler. Bu tarafta oturan o, seçimi ona bıraktım.

Gittik A’tolia’ya. Ankara’yı bilemem ama Amerikan gençlik dizilerindeki pek kanka 3-5 arkadaşın rutin şekilde gidip battal boy bardaklarda milkshake içtikleri, dev tabaklarda hamburger ve patates yedikleri mutlu mekanlara benziyordu. (Aynı bu tatta 1-2 yer daha var Kadıköy’de ama isimlerini şu anda çıkarmam mümkün değil. Bilenler anladı.) Yukarda yer bulduk oturduk. Epeyce hacimli menüden ben spesiyal A’tolia Akdeniz Pide, Aslı Mexico Real Tavuk seçtik. Aslı son dönemdeki edebiyattan yemeğe Latin Amerika tandansıyla harbiden acılı, bol baharatlı bir tavuk bekliyordu. Ama tavuk hüsran oldu. Beklediği kadar aromalı ve acılı çıkmadı. Benim pide feci büyüktü, ama Akdeniz deyince zihnimde oluşan kekik-nane-fesleğen gibi olmazsa olmaz lezzetlerden yoksundu. Domates, biber, mantar ve kaşarlı, öyle düz bir şey çıktı. Zaten de bitiremedim…

atolia.jpg

Servis hızlı, porsiyonlar zengin, ama belki de biz gittik en olmayacak şeyleri seçtik, çok da acımasız olmak istemiyorum. Yemekler + su + kola + çay 20 YTL mi ne tuttu.

Tatlı/kahve faslı için benim favori mekanım Cafe&Shop’a yollandık. A’tolia ne kadar Amerikansa burası o kadar İngiliz. Eski tarz ahşap masalar, rahat koltuklar, şamdanlar, duvarlarda bordürler, tablolar, aynalar… Aslı ortadaki uzun masada Kürşat Başar programı tadı tespit ederek beni kopardı! Sonra hemen tatlılara odaklandık. Aslı frambuazlı cheesecake, ben gözümü doyuramayıp yarım porsiyon çikolatalı pasta yarım porsiyon tiramisu istedim. Son dönemde her yerde tiramisu yiyorum. Bari bi işe yarasın da şehrin en iyisini tespit edecek noktaya geleyim diye hedef belirledim kendime :p

cafeshop.jpg

Neyse, cheesecake kocamandı ve hafifti, öyle aşırı baygın, şekerli bir şey değildi. Kötü de değildi ama Aslı daha iyilerini yediğini belirtti. Benim tiramisu iyiydi ama asıl o çikolatalı pasta muhteşemdi. Krema yerine çikolatalı muhallebi kullanmışlar, hem keke yumuşaklık ve hafiflik vermiş hem de lezzete lezzet katmış. Öylesine kaptırmışım ki foto çekmeyi akıl ettiğimde çoktan tabağa girişmiştim, Aslı hatırlattı. Gerçi sonra ikimiz de tatlıları bitiremedik. Fazla geldi. Yanına kahve ve Zencefilli limonata istedik. Limonata son dönemde içtiğim en gerçek limonataydı. Yani gerçekten limonla yapmışlar, çok fazla seyreltmemişler, ekşi, anne üretimi tadı veren bir şey. Çok sevdim. Hepsi toplam 21 YTL.

Velhasıl, kalender meşrebimiz sağolsun, iyi kötü yedik içtik. Sonuçta Kadıköy’ün ne kadar ucuz olduğuna bir kere daha şaşırmayı başardım. Aslı’yla yeni maceralarda buluşmak üzere ayrılıp Beşiktaş’ımın yolunu tuttum…

Çiya’da kuzu dolma, ıspanak ve papagandiç

Çiya, istisnasız her gidişimde, Stockholm’üm 3-5 cılız sebze yetişen son derece sıradan bir köyünden kalkıp Antakyalı zengin toprak ağasına gelin gelmişlik hissi uyandırır bende. Eşi görülmemiş bir izzet-i ikram içinde, muhtelif hayvanları emek emek iç organlarına varasıya dolduran, her yemeği en az 10 malzeme, 15 baharatla hazırlayan mutfak anlayışı, ataları minimalizmin dibine vurup anca Ikea’yı yaratmış olan bünyede insanüstü bir çabaymış gibi algılanır. Bu arada, ne isveçliyim ne de lezzetin son durağını isveç köftesi olarak görüyorum. Ama işte Çiya’da onca zahmete girilerek hazırlanan hiçbir yemek bende en ufak bir iştah uyandırmıyor, uyandıramıyor.

Bu sebeple Ulaş’ın en çok “Çiya’da yiyelim” demesinden korka korka gittiğim Kadıköy’de, Ulaş –hele bir de- “Elbette Çiya’da yiyelim” deyince modifiye Stockholm sendromumu itinayla hasıraltı ettim ki çocuk korkmasın. Gitmek istediği filme burun kıvırıp “20. dakkasında uyumuştum” dedim diye bütün program bir yakadan öbür yakaya taşınıp baştan kurgulanmışken, yemek konusunda DA mızmızlık yapmaya vicdanım elvermedi.

Ulaş kuzu barsak dolması yedi, ben yoğurtlu ıspanak borani yedim. Ana maddesi sebze de olsa, nerdeyse her yemeğe atılan nohut ve et “bir daha acıkmamacasına doymaya geldik” etkisi yaratıyor. Benim borani öyle bir şeydi. Ortaya bir de seçmece soğuk tabağı aldık. Ordaki ot çöp daha bir benim kalemimdi. Papagandiç muhteşemdi mesela, pideyle yedim de yedim, tadı damağımda kaldı. Ulaş zaten müthiş mutluydu yediklerinden. Bütün bunlar ve 2 şişe suya 32,5 YTL ödedik.

Sakın yanlış anlaşılmasın, lafım asla Çiya’ya değil. Servis olsun, kalite olsun, aksayan tek bir şey yok. Yıllardır kim “Çiya’ya gidelim” dediyse kuzu kuzu eşlik ettim. Yemediği ot keçinin başını ağrıtırmış misali, akşama fena halde bozulacağını bildiğim motor durumunu da daima sineye çektim. Zira müdavimleri bayılıyor buraya, araya girmek haddime düşmez. Lakin herkesin sevdiği Çiya’yı sevememe cüretimi ifşa edebileceğim yegane alternatif mecra da burası gibi geldi bana.

Bu arada, biz henüz masamıza oturmaya çalışırken garsonun yanımıza gelip “Smoke? Smoke?” diye sorması akşamın dumuru oldu. Sanırım Çiya da çaktı benim Stockholm-Antakya-yeni gelin sendromunu, ayar vermeye çalışıyor!

Çanak’ta Antep mutfağı

Acıbadem caddesi üzerinde, Telekom civarlarında, devamlı uğrak yerlerimden birisi olan bir kebapçı. Daha doğrusu ilk bakışta kebapçı. Çanak’ta hiç etli bir şey yemeden masadan kalkabileceğiniz gibi dikkatli bir seçimle rejim usulü bile beslenebiliyorsunuz, sırrı Antep mutfağı.

Klasik “iskender mi yesem, yoksa adana mı?” kebap seçeneklerini burada da bulmak mümkün tabii. Ama ne gereği var? İşe girişe yakın konulmuş olan karatahta üzerine tebeşirle yazılmış şüveydiz falan gibi şeylerin ne olduğunu sormakla başlayın. Garsonların Antepli olmayan biz fanilere bıkmadan usanmadan güler yüzle anlattıkları tariflerden hoşunuza gidenleri söyleyin. Hatta yoğurtlu, taze sarmısaklı çorba içilir mi şimdi (şüveydiz) demeyip deneyin.

Kekik salatasını ve firik pilavını lütfen ihmal etmeyin bu arada. Bir başka alternatif de, açık mutfak usulu sergilenen sebze yemeklerinin başına geçip bademli pazı, koruk turşusu, kuru patlıcan dolması tarzı şeyleri kendinizin seçmesi.

Yok, illa kebap yiyeceğim diyorsanız, o zaman kayısılı kebabı tavsiye ederim. Sarmısaklısı da gayet iyi. Rejim meselesi söz konusu değil ise, sarma beyti, adana usulu bir kebabın antep fıstığı ve peynir ile birlikte yufkaya sarılıp fırınlanıp dilimlenmesinden oluşuyor.

Yemek üstüne çeşitli baklava alternatiflerini deneyebilir veya güzel bir Türk kahvesi içebilirsiniz. Rejimde olanlara masada beliren sıcak antep fıstıklarına dikkat etmelerini öneririm. Farketmeden yenilebiliyor. Adam başı 20-30 YTL arası.

Çiya’da maş çorbası

ciya-mascorbasi.jpg
Maş çorbası (maş, dövme, nohut, soğan, limon), kuzu tandır, mantarlı bulgur pilavı (mantar, bulgur, safran), kestaneli bir yemek, yoğurtlu Kanlıca mantarı (Kanlıca mantarı, et, nohut, yoğurt). Kestaneli yemek dediğimde parça et, patates, nohut, elma, kestane ve safran vardı. Ama bunların dışında birşeydi kendine özgü tadını veren. Küllübaş otuymuş. Yemeğin adı bozbaş olabilir çünkü oradayken bir isim söylemediler ve sitede bugünkü menüde yok ama Pazartesi günkünde var. Derginin iki sayısı arasında iki kere gelmeyi başardığıma göre, yeni hedefim kebapçı tarafında yemek. Resmini de koydum ki aklımıza görsel olarak da kazınsın bu görev. Bu arada 25 Ekim’de harika bir havada dışarıda oturmamıza da şaşıp durduk annemle. 47 lira.

www.ciya.com.tr

Ali Usta’da karadutlu ve karamelli

Geçenlerde bakkaldan dondurma almıştım. Algida’dan kaymaklı. Üstüne creme de cassis (yine aksan eksik) döküp televizyon karşısında yedik. Bir top da bir kasede kalmış. Sabah bir kalktım ki o bir top dondurma aynen olduğu gibi duruyor. Gıda mühendisliği harikası olduğundan altından suyu akmış, şekli bozulmamış. Kıvamı da süngerle dandik krem şanti arası. Zaten bütün yaz üç kere dondurma yiyorum, bari sadece hakiki dondurma yiyeyim bundan sonra dedim kendi kendime. Kebapçıdan çıkınca Moda’yı akledivermekte zorlanmadım dolayısıyla. Ali Usta’nın dondurmacısı insan kaynıyordu. İki dondurma dolabı/buzdolabı/vitrininin arkasında da on kişi çalışıyordu. Şimdi “aman da insanımız demek yapaylığa hala (şapka eksik) direniyor, aman da ağızlarını tadını kaybetmiyorlar” diye romantik sosyolojik tespit yapmaya çalışmanın manası yok. Daha doğru tespit yaz akşamlarında Moda’da piyasa yapma ritüelinin devam ettiği, Ali Usta giderse sadece evrileceğidir. Ya da hakiki dondurmacılar yok olursa Ali Usta’nın son kalelerden biri olabileceğidir. Ahududulusu az ahududulu, karadutlusu iyi, karamellisi harikaydı. Topu 2 lira.

Çiya’da zahter

ciya-737794.jpg
Geçen yıl Berent’in gazıyla blog’u açıp birkaç yazı yazdıktan sonra, ilk olarak ona gösterdim. O gazla da hala devam ediyorum. Nihayet o mutlu gün geldi: Berent de blog’a giriyor çünkü beraber yemek yedik. Kız turist ya, Çiya’ya götürelim de “aman ne güzel, aman ne güzel” desin diye düşündük. Sofrayı resimde gördüklerinizle donattırdık: patlıcanlı güveç, kuru patlıcan dolması, baş kavurma (bu da patlıcanlı), küllübaş kavurma, şiveydiz, bamya ekşisi. Zeynep’le Berent ortaokuldaki acıklı-tatlı hallerini yadedip gülerken bana yemeklerden sırayla tatmaya devam etmek düştü çünkü bende yok öyle bir hafıza. Bir seferinde Berent bir haftasonu Boston’a gelmişmiş, sonra Utku’yla beraber bize kahvaltıya gelmişlermiş, arada “güzeldi” diye anıyorlarmış. O haftasonu bende yok! Birkaç yıla da “Berent/Zeynep, sen, ben, Çiya’ya gitmiştik hani, dışarıda oturmuştuk, garson seninle çok yedin diye kibarca dalga geçmişti, yemekten sonra içmek için zahter ikram etmişti” diye anlatacaklar, ben de “ya, öyle mi, ne ilginç” diye bön bön bakacağım. En azından ellerinde yazılı delil var şimdi. Geyik bir yana, Çiya’ya ya öğlen yemekler tazeyken, kurumadan gitmek ya da yemeklere bakmayıp bir sefer de kebap ısmarlamak gerek.

www.ciya.com.tr