Sıcak ve rahat ofisimden internet bankacılığı aracılığıyla, müdiranım edasıyla, bir tıkla vergi ödemeyi bir günle kaçırınca, dijital uçuruma düştüm. Haftalarca düşmeye devam ettim uçurumdan, ama farketmedim. Derken bu sabah yere çakıldım. Bir uyandım ki, uçurumun öbür tarafında ofisboya dönüşmüşüm. SSK koridorlarında kalabalıkları yara yara doğru kapıyı bulmaya çalışıyorum. Buluyorum, başka kapıya yolluyorlar. Elimdeki nakit ne kadar hazırlıklı olursam olayım yetmiyor. Ama uçurumun öbür tarafında olmanın güzellikleri de var: Yediğim öğle yemeği de internet öncesi çağdan kalma. Bolkepçe ve lezzetli yemek, Kestane cam şişede su, tek kişilik kaselerde Kanlıca yoğurdu, yabancılarla paylaşılan masalar, telefon öncesi çağdan kalma garsonlar, sararmış, cam altından işlemeli aynalar. Türkiye’nin eskiden var olan orta halli hali. Ne şimdiki kadar geçim derdinde, ne de şimdiki kadar görmemişcesine zengin. Türlü, bulgur, su 8,5 lira. Ispanak, mantı makarna, su da 8.5 lira.
Güllüoğlu’nda medibak
Ay Güllüoğlu’nun baklavası kötüymüş meğer. Dün akşam yedik, bayağı ağır geldi valla. Çikolatalı çok çikolatalıydı, pek baklava değildi, eyvallah. Ama cevizli de fıstıklı da fazla şerbetli, zevksizdi. En iyisi kalp hastalarına göre zeytinyağıyla yaptıkları medibak denen baklavaydı. Söylemeyince farkını farketmek zor hatta. Sen kim oluyorsun binde bir baklava yiyip de ukalalık ediyorsun diyebilirsiniz ama ayıptır söylemesi daha geçen hafta İmam Çağdaş’ın baklavasından yedim, onunla karşılaştırıyorum. Güllüoğlu yaratıcı olmayı, İmam Çağdaş mükemmel olmayı seçmiş.
İstanbul Modern’de manzara
Yedik içtik ama asıl manzaraya doyduk. Minestrone (ki gerçekten başarılıydı), parmesanlı pizza (ince hamura, güzel) ve Sarafin, yağmurlu bir İstanbul’la bir olunca tadından yenmez oldu.
Farkettim de bazen yemekleri yazmaya üşeniyorum. Sitenin amacı bu aslında ama, yemek makulse yeterince memnun oluyorum. İstanbul Modern’de de iyi para ödeyip iyi şeyler yiyeceğinizi tahmin edersiniz. Asıl ortam ilginç. Manzara tamam İstanbul ama ortam sanki New York’ta bir müze kafesi gibi. Şimdi zannedeceksiniz ki NY müze kafeleri uzmanlık alanım! Ama ilginç olan da bu zaten, hiç bilmeyen biri bile kendini pek uzak ve pek medeni bir memlekette hissedebilir burada. İstanbul’un sıcaklığına Modern’in soğukluğu eklenince ortaya çıkan fusion daha başka nasıl anlatılır?
(foto: mehmet tokgöz / iphone)
Tarihi Karaköy Balıkçısı’nda Kötü Levrek
Kağıtta levrek konusunda takıntılıyım. Hep Karaköy’deki İstiridye’de yerim. Bu sefer değişiklik olsun, takıntılardan arınmak lazım dedim. Yine Karaköy’deki, Tarihi Karaköy Balıkıçısı’na gittim. Demez olaydım. Bir levrek nasıl bu kadar kötü olabilir? Bir de üstüne, içinde saç çıktı. Utandığımdan söyleyemedim. Canım ciğerim İstiridye.. Sana ihanet etmeyeceğim bundan sonra.. Neyse, üstüne Cremeria Milano’da yediğim, başka takıntım, çikolata ve nutellalı dondurma ile kendime geldim.
Dip Not: Benim gibi Cremeria Milano sevenlere haber: Nişantaşı taraflarında açılıyormuş.
Ahtapot füme ve doğumgünü pastası
Ahtapotu çok seviyorum. Doğumgünü masamda, mutlaka güzel bir ahtapot olmasını isteyecek kadar çok. Hatta, doğumgünü yemeğimi Karaköy Lokantası‘nda yemek isteme nedenlerimden biri, bu sevgi olacak kadar çok. Abartıyorum gibi geliyor, değil mi? Hayır, abartmıyorum.
Karaköy Lokantası’nda ahtapot fümenin iyi yapıldığını duymuştum. Denedim, hakikaten öyleymiş. Deniz ürünlerinden pek hoşlanmayan Gökçer bile, buranın ahtapotunu zevk alarak yedi. O kadar iyi, yani.
O gece ahtapot fümenin dışında çok şey yedik, tabii ki. Balık pastırması, ahtapot salatası, çok koyu bir cacık, karışık ot tabağı, patlıcan salatası , kalamar tava, kalamar ızgara, karides söğüş, üzeri kaşarlı jumbo karides ızgara, tereyağında karides, karışık deniz ürünlü güveç, sadece Sinan için ızgara et, kimse ısmarlamadığı halde gelen ama bizim de itiraz etmeden kabul ettiğimiz kocaman sigara börekleri, aradan bir 10 gün geçtikten sonra benim aklımda kalanlar. Muhammara da söylemiştim, Eren’in önerisini hatırlayarak, ama getirmeyi unuttular. Midye dolma istemiştik bir de, o da bitmişti galiba.
Bunların içinden, ortalama olan galiba sadece etti. Diğer yemekler, bana kalırsa çok lezzetliydi. Gerçi, bu benim damak tadım. Masada, ot salatasını beğenmeyen oldukça fazlaydı. Ahtapot salatasındaki ahtapotu sert bulan vardı. Sonra, Yasin balık pastırmasının ucundan biraz tadıp, tamamını direk bana devretti. Ama mesela bir kalamar ızgara, terayağında karides, jumbo karides ve tabii ki ahtapot füme çoğunluktan kocaman alkış aldı.
Fiyatlar, böylesi bir yer için, herkesi şaşırtacak kadar düşük, onu mutlaka söylemeliyim. Bu kadar yedik, içtik ve kişi başı sadece 35 TL verdik.
Gecenin sonunda anladım ki, doğumgünümde yemek yemek için gerçekten güzel bir yer seçmişim. Karaköy Lokantası’na ileride tekrar tekrar gitmek lazım, aklıma yazdım.
Bir de, bu yemek vesilesiyle yeni bir pastane öğrenmiş oldum. Yasin, pastamı Karaköy’deki Boğaziçi Pastanesi‘ nden almış . Üstü profiterol topları kaplı çikolatalı, kremalı bir pastaydı. Rakının ve mezenin üstüne tatlı yiyemeyen ben bile, yarım dilim pastayı zevkle yedim. Benim için bu bile, “demek ki pasta çok iyiymiş” göstergesi. Tavsiye ederim, oralardaysanız, bu pastaneyi bir deneyin.
Karaköy Lokantası da taşınmış
Eski dükkanının yan tarafına. Daha büyük mekan, daha fiyakalı dekorasyon. Sanki New York’un güzel lokantalarından biri olmuş. Yunus çektiği resimleri yüklerse görürsünüz.
İlk defa Yasemin ve Birol götürmüşlerdi yan taraftayken. Sonra bir iki arkadaşımla daha gitmiştim. Hep pek bir memnun ayrılmıştım. Yunus’la rahatça muhabbet edebileceğimiz ve güzel birşeyler yiyebileceğimiz bir yer olarak ikimiz de iyi bir fikir diye düşündük, pek de memnun kaldık ve tabii ki çok yedik: Soğuk olarak: ıspanak kökü, islenmiş ahtapot, midye dolma, ahtapot salata, çoban, tarama, fava. Ara sıcaklardan ise yaprak ciğer, karides güveç, paçanga. Kolayca mideye indirme namına da 20lik mavi efe ve 2şer çay; 105ytl. Soğuk mezeler 5, 7 ve 12lik fiyat gruplarında; sıcakları pek hatırlamıyorum. Yani yeni mekana geçtik, dekorasyon/ambiyans yaptık diye fiyatları abartmamışlar.
Bence yemek kalitesi, fiyatlar ve mekan olarak olmuş, listelik! En doğrusu gidip birkaç kere daha bilfiil teftiş etmek herhalde. :-)
dipnot: yan/eski taraf dünya mutfağı türevinde birşeyler olacakmış garsonun dediğine göre…
İstanbul Modern Café ve Kitchenette’de tatlı tatlı
Pazar gününün birinci tatlısı, İstanbul Modern’in cafésinde yediğimiz , yanına bir top vanilyalı dondurma konmuş ılık elmalı turta oldu.
İkincisi ise, Kitchenette’in Kanyon şubesinde, çikolatalısı kalmadığından vanilyalısını ısmarladığımız éclair.
İki tatlı için de, ayrı ayrı iyiydi diyebilirim aslında. Yalnız, elmalı turtanın içindeki üzümleri çok gereksiz ve cevizi yetersiz (hatta o kadar ki, içinde ceviz var mıydı hatırlamıyorum bile) buldum, éclari de biraz sıradan. Bir de uyarı yapmadan geçmeyeyim, bu sıcakta ılık elmalı turta bayabiliyor, aman dikkat. Bana kalırsa, bu mevsimde en iyisi, tatlı niyetine, serin serin meyva ya da dondurma yemek. Diğer seçenekleri de direk pas geçmek lazım, tabii eğer mümkünse…
Elmalı turta 14 YTL, éclair 5 YTL.
Modern müzede yemek
Umut Özkanca (Loft’un sahibi ve şefi-idi -kapanmadan-) yönetimindeki İstanbul Modern’in cafesinde hafif bir yemek yedik Mehtap’la. Yer tercihi benden geldi, tercihteki sebep tabii ki meraktı – biraz geç kalmış da olsa.
Mekan, doğru ya doğru, çok hoş. Güzel manzara, güzel müzik, iyi ışıklandırma, yüksek tavan, geniş alan, ortada güzel bir bar, sade olmayan ama çok da abartıya kaçmayan bir dekorasyon. Bir de servis özenli olunca… anlıyoruz ki kesin pahalı bir yemek bizi bekliyor. Ama lezzet henüz soru işareti.
Menüde fırında pişmiş ahtapot gördüm, hem de rezeneli ve elmalı imiş, heyecanlandım. Taze bitti dedi garsonumuz, bariz üzüldüm. Izgara kalamar salatasına geçiş yaptım. Mehtap da somon tartare istedi.
Siparişi verdikten hemen sonra, çeşitli ekmeklerle dolu bir ekmek sepeti ve içine banmak için aromalı zeytinyağı kasesi geldi. 5 ya da 6 çeşit ekmek vardı galiba. Ucundan koparıp koparıp hepsini denedim. Hepsi soğuktu, birkaç tanesi lezzetliydi, birkaç tanesi yavandı. “Ekmek işte, takılmamak lazım” diyip geçen vardır. Ben ekmek severim ve o takılmayan insanlardan değilim. Hele ki böyle iddialı bir yerde…
Benim kalamarım bebek olanından, soya soslu, lezzetli ve yumuşaktı. Izgara kalamarı çoğu yer beceremez ve lastik gibi yapar. Burası bu işi becermiş. Mehtap’ın somonu 3 değişik sosla ve 2 tane kıtır ekmek parçasıyla geldi. Hoş bir sunuma sahip, tadı kararında bir yemekti.
Her 2 tabak da başlangıç yemeği olduğundan küçük porsiyonlarda geldi. Tabii ki doymak için değildi. Biz muhabbete daldık, ekmekle ve gevezelikle doyduk.
Ben kapanışı güzel bir Americano ile yaptım. Hesap 54.4 YTL geldi. %20 indirim yapmışlar, neden olduğunu bilmiyorum, faturadaki bu ibareyi sabah gördüm. Somon tartare 24, ızgara kalamar salatası 24, 2 kola 6.5’dan 13, ve americano 7 YTL.
Sardunya’da lakerda
Annem Sardunya’yı önerip ben rezervasyon yaptıktan sonra, varıncaya kadar “ya kötü çıkarsa” diye durup durup gerildim. Hiç gitmedim, giden duymadım ve tek bildiğim Boğaz manzaralı, oturaklı, tumturaklı olduğu. Bir de 11’den sonra canlı müzik olduğu. Birşey değil, the Addams Family yemeğe gidiyor. Beğenmezse hiçbiri affetmez.
Babam evde yapma maceralarından sıkıldığı için, ortalıkta torik olmadığı için, başkasının yaptığını yiyebilmek için lakerda ısmarladı. Tereyağ gibiydi. Ekmeğe sürmeyi bile denedim. İyi falan değil, inanılmazdı. Sittin sene akılda kalacak lezzetteydi. Yemeğin kalanı da bu sayede tereyağından kıl çeker gibi oldu. Füme tabağındaki somon, palamut, yılanbalığı gibi şeyler de çok iyiydi. Ana yemeklerde herkes et olarak dana fileyi (bildiğin fileminyon) daha çok beğendi, bense antrikotu. Bu etten anlamadığımın bir kanıtı olabilir, bilemiyorum. Her halükarda burası hem et hem balık işini biliyor sanki. Deniz mahsüllü risotto, yani pardon risotto yatağında deniz mahsüllerindeki kalamar ve ahtapottan bu sonuca varıyorum.
30-40 kişilik bir grup bir nişan kutlaması için toplamışlardı. Geri kalmayalım dedik. Annemize ayıcıklı pasta üflettik , hatta heti börfey şarkısını bile koydurdu garson. Yarım dakikalığına bile olsa bastırdık yani onları.
Fiyatlarla ilgili Giray şu soruyu sordu Selçuk’a: “Sen tek haneli fiyat olan yerde dikkat ediyor musun fiyatlara? Eh, iki haneli fiyatlara dikkat etmeyen insanlar da var.” Nihayetinde armatörlerin mekanı. Ana yemekler 30-60 arasıydı.
Pizza Max’ten amore
Başvuru dosyasının türlü türlü eklerini toparlamak bitmedi tabii ki ve gece yarısına kadar ofiste kaldık. Acıkınca da pizza istedik. Salıpazarı’nda birkaç ay önce açıldığını görmüştüm Pizza Max’in. Her coğrafyadan pizza istedik: Ananas ve jambonlu Hawaii, beyaz peynir ve zeytin ve sairli Akdeniz, jambon ve mantar ve kıymalı Canadian ve coğrafya tanımayan ıspanaklı, pestolu amore. Pizzaydı işte, Domino’s, Pizza Hut gibi şeylerle rekabet ediyorlar sonuçta. Menümüzde amore ince kepekli hamurlu olacak yazıyordu ama vazgeçmişler kepekli hamurdan çünkü isteyen olmuyormuş. Ben ne yapayım? Cihangir pizza savaşlarında onlar da “oyuncu” sayılır herhalde. Gerçi çok şubesi varmış, tüm mahallelerde sayılırlar herhalde. 4 orta boy 49 lira.
www.pizzamax.com.tr