Far East’te set mönü

İstinye Park’ta sinemadan çıkınca, Yasin’in canı çok fena noodle istedi. İlk ve tek aklına gelen yer Far East oldu, ben de itiraz etmedim. Hemen girdik içeri ve bir masaya oturduk.

Burada sushi de var, ama ağırlık anladığım kadarıyla Çin yemeklerinde. Yemekler bilindik, ben mönüde bir sürprize rastlamadım. Fiyatlar uçuk da değil, çok düşük de değil ama set mönü gibi bir güzellik yapmışlar, o bayağı ekonomik bir paket olmuş.

Biz iki kişi, bir set mönüyü paylaştık. Tavuklu olanı pas geçip, dana etli olanı seçtik. Mönüde, önden iki çeşit çorbadan birini ya da spring roll veriyorlar. Ben acılı ekşili çorba istedim.

kopyasi-dsc00577

Koyucana, lezzetli, acısı ve ekşisi kıvamında, içinde bayağıcana tavuk parçaları olan bu çorbayı ben seve seve içtim, Yasin hiç beğenmedi.

Çorbanın arkasından, biberli dana eti geldi. Mönüde et için bir seçenek daha vardı, ama inanın hatırlamıyorum.

kopyasi-dsc00580

Et yumuşacıktı, içi suluydu, çok pişmemiş ve kurumamıştı. Sosu lezzetliydi ve yemeğin miktarı da her ne kadar başta az gibi gözükse de, bence oldukça kararındaydı.

Noodle için tek bir seçenek sunmuşlar, o da sebzeli olan.

kopyasi-dsc00582

Noodle, gerçekten başarılıydı. Sebzesi, soya sosu ve lezzetiyle noodle aşermesine iyi gelen bir yemek oldu.

Mönüde son olarak, ballı kızarmış muz (ya da belki dondurma) gibi bir tatlı seçeneği vardı. Biz onu istemeden, hesabı ödeyip kalktık.

Mönü fiyatı 28 TL, tavuklusu 25 idi.

Bir de son bir notum var, eklemeden geçmeyeyim. Burası Hilton’daki Dragon’un açtığı bir yermiş. Buranın mönüsündeki bütün yemekler, Dragon’da da bire bir varmış ve aynı reçeteyle pişiriliyormuş. Tek fark, yemeği pişiren aşçıların farklı olmasıymış. Bunu niye söylüyorum? Far East’in arkası sağlam yani, ondan dolayı. Fiyatları da uygun, yemekler de lezzetli. Kısacası, fırsat olursa denenmesi gereken yerlerden biri.

Panino Giusto’dan pizza

kopyasi-dsc00508

Bir cumartesi akşamı, eve pizza söyleyip yanına şarap açmak ve de güzel bir film izlemek, dışarının curcunasından uzak kalmak istendiğinde, yapılacak en rahat ve güzel şeylerden biri, bana kalırsa.

Yasin, İstinye Park’taki Panino Giusto’nun evlere servis yaptığını öğrenip telefonunu almış. Burası, adından da anlaşılabileceği gibi paninolarıyla ünlü bir yermiş. Sonradan öğrendim, makarnaları ve risottoları da çok başarılıymış. Gerçi, bütün bunlar o akşam kimin umurundaydı ki? Bizim canımız sadece pizza istiyordu.

Ben, üzerine mantar konulmuş margarita pizza istedim. Yasin, kendi pizzasına mantarla birlikte karides de koydurttu. Bir de, ilaveten ikimizin pizzasına da traşlanmış parmesan ve roka eklettik.

Servisleri oldukça hızlıydı. Pizzalarımız, üzerine parmesan konulmuş olarak sıcak sıcak geldi. Rokayı, pizzanın sıcağıyla pörsümesin diye, ayrı bir kaba koymak gibi bir güzellik yapmışlar. Pizzalara ek olarak, acılı zeytinyağı da göndermişler, gayet güzel olmuş.

Pizzaların lezzetine gelince, rahatlıkla söyleyebilirim ki uzun zamandır yediklerim arasında en iyisiydi. İnce hamurlu, kararında ve gerçekten çok leziz malzemeli, porsiyonu doyurucu bir pizzadan beklediğim şeylerin büyük bir kısmını, bu pizzada buldum. Bir dahaki sefere, eve söylemek yerine, gidip yerinde denemek istiyorum. Fırından yeni çıkmış bir pizzayı, hemen o anda yemek, kesin çok daha iyi olur.

Bir adet margarita pizza 11 TL. Bizim eklemelerimizle birlikte ikisi 36 TL gibi bir şey tuttu, eğer doğru hatırlıyorsam.

Sosa’da hafiften

Kanyon’daki Sosa’ya, sinema öncesi bir şeyler yiyelim diye gittik.

Üçümüz de önden çorba söyledik. Ben ve Yasin sebze, Emek mercimek çorbası istedi.

kopyasi-dsc00455

Sebze çorbası biraz limon katkısıyla fena değil oldu, oysa mercimek çorbası taneli haliyle daha başarılı bir seçimdi. Çorbalardan önce gelen ekmekler, taze ve oldukça lezzetli, ben yemek boyunca kemirip durdum.

Çorbaların arkasından ben ızgara sebze söyledim.

kopyasi-dsc00459

Patlıcan, kabak, kırmızı biber ve soğan ızgarası, yanında güzel bir süzme yoğurtla geldi. Özellikle patlıcan ve soğanı çok beğendim. Bu tabak, hem sağlıklı hem de lezzetli bir olay olmuş. Hoşuma gitti.

Yasin ıspanak soteli somon ızgara, Emek de ızgara levrekli salata ısmarladılar.

kopyasi-dsc00461

Ben, ızgara somonu tadınca, keşke dilimleri daha kalıncana kesilseymiş dedim. Ama yine de yanında ıspanakla, somon iyiydi.

Kocaman porsiyonlu levrekli  salatanın tadına bakmadım, ama Emek halinden memnun gözüktüğüne göre, iyidir herhalde diyebilirim.

Toplam hesap, bütün yediklerimiz, iki tane juice (biri havuçlu & elmalı, diğeri yeşil elmalı bir de bir şeyli daha, tam hatırlamıyorum) bir tane de kolayla beraber 86 TL. geldi. Sosa, servisindeki aksaklıkları bir kenara koyarsak, hafif ve sağlıklı bir şeyler yiyip içmek için iyi bir tercih bence, bir ara bir deneyin derim.

Vira Vira’da Pazar Balık

Bu sefer Fransa’dan gelmiş Osman’ı görmek maksadıyla 6+1 (21 aylık bebek) kişi Vira Vira’da toplandık.

Biz baba-oğul erken geldiğimizden bir süre tatlılara ve meyvelere bakarak oyalanmak yoluna gittik.  Bebekle beraber balık havuzuna bakması çok güzel oluyor ama hala kurulmamıştı (yakında kurulacakmış).  Daha sonra mutfağa girdik, “ustalarla” tanıştık (bizim oğlan bu hafta iki yanımızdaki inşaattan dolayı “usta” demeyi öğrendi de ondan “aşçı” kelimesini zorlamadım)  daha sonra salata soslarını, duvardaki yazı ve resimleri inceledik.

Bu esnada garsonlar bebek sandalyesini modifiye ettiler.  Son zamanlarda bebekle çok yemeğe gittik dolayısıyla artık servis kalitesini bebekli müşteriye gösterilen özenle tartmaya başladım.  Vira Vira’da bebekliye gösterilen yardım üst düzeyde.  Anında sandalye geldi, önündeki ufak masa çıkarıldı, sandalye alçaltıldı ve kolçakları arkaya yatırıldı.  Uzay gemisi gibi sandalyeydi doğrusu ve garsonlar Kaptan Kirk gibi kullandılar.  (Eren, kategoriler arasına “Bebeğe Müsait” eklemenin zamanı geldi mi?)

Önden artık her balıkçıda çıkan klasiklerden beyaz peynir, kavun, maydanozlu salatamsı geldi.  Beyaz peynir ve kavun tamam da bir anda birisinin icat ettiği mezenin 1 ay içinde bütün balıkçılarda taklit edilmesine kılım.  Neyse ben zaten pek itibar etmedim bu maydonuzlu salatamsıya ama Vira Vira’daki beyaz peynir çok güzel.   Kavun da yiyoruz ama her mevsimde nasıl oluyor?  Şili’den mi geliyor nedir?

Ardından ızgara kalamar geldi, fena değildi.  Biraz fazla lastiksi geldi bana ama asıl gecenin en güzel kısmı yediğim tekir tavaydı.  En sevdiğim balıklardan biridir ama buradaki mükemmeldi.  Yağı da kızartması da tam kıvamda.  Ebatlar uygun, porsiyon adeta amerikan boyu tam pazar akşamlık.

Üstüne ben artık tatlı yemedim ama gelen şekerpareden azıcık tattım ve sevmedim.  Üstü yanık ve bayattı.

Hesap bol miktarda Kara Efe’yle beraber 80 yetele.  Bu balıkçıların devamlı müşterisi olduğunda sağlam indirimler alındığı dedikodusu doğru mudur?  Devamlı müşteri olmak için kaç kere gitmek lazımdır?

Küçük Kurabiye Dükkanı’nı keşif

Geçen hafta şöyle bir mesaj geldi:

Merhaba,

İstanbul’a geldiğimden beri sitenden okuduğum yerlere gidiyorum ve her seferinde bu kadar güzel bir site yaptığın için sana teşekkür ediyorum. Yeni yerler keşfetmemde o kadar çok katkın var ki:)

Bugün öğlen yemekten sonra arkadaşımla yürüyüşe çıktık bankanın etrafında. Boş boş dolaşırken küçük kurabiye dükkanını gördüm ve bir heyecan içeriye girdim. İçeride kavanoz kavanoz kurabiye var, tam filmlerdeki ufak dükkanlar gibi :) Her kurabiyeden birer tane alıp yarım yarım yedik arkadaşımla. Şunu çok içten söyleyebilirim ki, ben böyle lezzetli kurabiye yemedim. Bir kere pastanelerde satılan kurabiyelerden çok farklı. Dükkanı annesi ile birlikte işletiyorlarmış, zaten arka tarafta pişirip hemen tezgaha koyuyorlar. Çok keyif aldıkları belli işlerinden.

Dükkan biraz ara sokakta kalmış yalnız. Belki de o yüzden pek bilinmiyor. Senin sitenin bir çok kişi tarafından takip edildiğini düşünüyorum ve sen gidip deneyip yazarsan belki daha çok kişi bu kadar güzel kurabiye yeme fırsatı yakalayabilir diye düşünüyorum :) Umarım beğenirsin. Ben kesinlikle kefilim kurabiyelere. Beğenmezsen haber verirsin:)”

Adres: Nispetiye mahallesi Başa Sokak 7/1 (Aytar caddesi üzerinde akmerkeze doğru giderken beşiktaş belediyesini geçtikten sonra ilk sağdaki sokak)

Telefon: 269 25 92″

Ben henüz Yesek’te bahseden oldu diye bir yerin daha çok iş yapacağına inanmıyorum ama olsun, düştü içime bir merak. Hemen haftasonu fırsat yaratıp gittim. Doğru sokağa mı girdim, daha ne kadar yürüyeceğim derken sokağın karşı tarafında gördüm. Kırmızılı pembeli sempatik bir logosu olan, minik bir dükkan. O anda birden soğancığımda kayma oldu. Sanki bir masalda küçük bir kızmışım da, kötü kişiler tarafından olmadık yerlere gönderiliyormuşum, dükkanda başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hissettim – ki ben hayalgücü güçlü, içindeki çocukla sıkı fıkı falan değilim biliyorsunuz. Sokağın karşısına geçtiğimde de gitti nitekim bu his.

Dükkanla ilgili haberlerde eski finansçı diye bahsi geçen amcanın içtenliği etkileyiciydi. Hakikaten, kavanozlarda çeşit çeşit, Amerikan-vari kocaman değil kuru pasta manasında kurabiye dolu. En tazesi olduğu için limonlu kurabiyeden ikram etti. O anda orada olan her neredeyse her kurabiye çeşidinden (limonlu, susamlı, tahinli, iki renkli, üç renkli (sable), damla çikolatalı, fındıklı) birkaç tane aldım, evde kahvenin yanına tek tek denedik hepsinden. Kurabiyeye özel ilgim yoktur ama meğer dandik olduklarındanmış. Bunlar iyi malzemeyle yapılıp, yumuşak yumuşak olduklarından, daha önemlisi fazla tatlı olmadıklarından pek lezzetliydiler. Özellikle susamlı ve tahinliyi az tatlı olduklarından pek bir sevdim. Ben de kefilim yani.

Kurabiye bir yana, yine İstanbul’un son birkaç yıldaki dönüşümünü hazmedemediğimden sevdim burayı. Kazık-zincir-uyduruk üçgeninde, hala sadece ve sadece caz dinleyip kurabiye yapma iddiasında birileri olduğunu hatırlayınca rahatladım. İstanbul’u da bu yüzden sevmiyor muyuz zaten? Tam “yeter, bıktım artık, seni terkediyorum” dediğin noktada, gönlünü alacak birşey yapmayı mutlaka beceren puşt erkek arkadaş gibi aynen. Küçük Kurabiye Dükkanı ile aldı yine gönlümü. Bu arada dükkan daha önce Kumbaracı Yokuşu’daymış, Levent’e taşınmışlar yani bilenler için o dükkan bu dükkan.

Mesajı yazan Manolya’ya teşekkürler.

İstanbul Modern Café ve Kitchenette’de tatlı tatlı

Pazar gününün birinci tatlısı, İstanbul Modern’in cafésinde yediğimiz , yanına bir top vanilyalı dondurma konmuş ılık elmalı turta oldu.

kopyasi-otto-s-ist-mod-kitchenette-030808-001.jpg

İkincisi ise, Kitchenette’in Kanyon şubesinde, çikolatalısı kalmadığından vanilyalısını ısmarladığımız éclair.

kopyasi-otto-s-ist-mod-kitchenette-030808-008.jpg

İki tatlı için de, ayrı ayrı iyiydi diyebilirim aslında. Yalnız, elmalı turtanın içindeki üzümleri çok gereksiz ve cevizi yetersiz (hatta o kadar ki, içinde ceviz var mıydı hatırlamıyorum bile) buldum, éclari de biraz sıradan. Bir de uyarı yapmadan geçmeyeyim, bu sıcakta ılık elmalı turta bayabiliyor, aman dikkat. Bana kalırsa, bu mevsimde en iyisi, tatlı niyetine, serin serin meyva ya da dondurma yemek. Diğer seçenekleri de direk pas geçmek lazım, tabii eğer mümkünse…
Elmalı turta 14 YTL, éclair 5 YTL.

Sunset Grill & Bar’dan inanılmaz iyi et

Sunset Grill & Bar, Ulus’un tepesinde, çok etkileyici bir Boğaz manzarası eşliğinde güzel yemek yiyebileceğiniz lüks bir lokanta. Biz de buraya, ailecek, dün akşam annemin doğumgününü kutlamak için gittik.

Servis iyi, dekorasyon iyi, tabaklar bardaklar iyi (çatal bıçaklar oldukça eski de olsa), ortam iyi. Başlangıç yemekleri fena değil. Ana yemekler çok başarılı: kaliteli malzeme, iyi pişirim, sade sunum…bir ana yemekte olması gereken herşey vardı.

Biz, başlangıç olarak, pek bir şeye benzemeyen, hafif de kötü kokan bir deniz mahsullü salata,

kopyasi-sunset-010808-001.jpg

lezzetli ve kapış kapış giden fener balığı tempura,

kopyasi-sunset-010808-002.jpg

iyi bir dana carpaccio (parmesanlı ve rokalı),

kopyasi-sunset-010808-005.jpg

ve ahtapotlu sushi, california roll ve karides roll dan oluşan karışık bir sushi tabağı ısmarladık.
kopyasi-sunset-010808-019.jpg

Tempuranın dışındaki başlangıç yemeklerinin çok bir olayı yoktu. Sushi, Zuma’da ve Cafe Bunka’da yediğimden daha başarısızdı. Salata gerçekten gereksizdi. Dana carpaccio da ortalamaydı diyeyim haksızlık olmasın.

Ana yemeklere sıra gelince, herkes çok hızlı karar verdi.

Ben Chardonnay soslu ızgara fener balığı söyledim. Sosuyla birlikte uyumlu olan balığa ve sunumuna bayıldım. Lokum gibi balıktı, doğruya doğru.

kopyasi-sunset-010808-021.jpg

Babam yanında mantarlı risotto ile servis edilen dana pirzola söyledi. Yumuşacık, istenildiği gibi pişirilmiş, sulu ve damakta bayram ettiren bir et geldi.

kopyasi-sunset-010808-026.jpg

Neda, dana antrikot istedi. Yanında patates garnitürüyle kocaman bir parça geldi. İstek üzerine olması gerektiği gibi az pişmişti, yani Türk usulü az pişmiş olduğu iddia edilip de aslında orta pişmiş olanlar gibi değildi. Et, babamınki gibi yine şahaneydi.

kopyasi-sunset-010808-027.jpg

Mert, T-Bone steak yedi. En lezzetli ve en büyük et, onunkiydi. Herkes ucundan bir parça kesip, tadına bakıp aynı yorumu getirdi.

kopyasi-sunset-010808-028.jpg

Annem, karışık deniz ürünleri ızgara ısmarladı. Tabakta, deniz levreği, somon, fener balığı ve karides vardı. Ben tatmadım ama annem halinden gayet memnun olduğuna göre, onun yemeği de iyiydi belli ki.

kopyasi-sunset-010808-029.jpg

İki şişe Sarafin içtik. Annem için pasta kesmeden önce müesseseden bir şişe şampanya ikram ettiler. Yemeği en son kahve içerek noktaladık. Hesap kişi başı 160 YTL geldi. Çok pahalı gerçekten, lafım yok.

Son bir ekleme: Sunset’te servis edilen etlerin Dükkan Kasap’tan geldiğini duydum. Dolayısıyla eğer amacınız sadece iyi et yemek ise, “Boğaz manzarası ve aşırı lüks ortam aramıyorum” diyorsanız bu kasabın Armutlu’daki kendi steak house‘ una da gidebilirsiniz. Orasının daha makul fiyatlarla hizmet verdiğini tahmin ediyorum.

Rainforest Cafe’nin Cheeseburgeri

Rainforest Cafe, İstinye Park’ın içinde, jungle dekorlu, bence hafif boğucu, çocuk bahçesi gibi bir yer. Pazar günü, hamburgeri iyidir diye duyup gittik. Bir cheeseburger ısmarladık. “Eti nasıl pişsin?” diye sordular.  Orta pişmiş istedik.

Yanında bir sürü kızarmış patatesle kocaman bir cheeseburger geldi, eti “bayağı pişmiş” olarak. Gerçi burgerin ekmeği, içindeki garnitürleri, patatesi gayet taze ve düzgündü. Ama keşke eti az pişmiş olarak sipariş verseydik, böylece nerdeyse kurumaya kaçmış köfte yememiş olurduk. Sanki daha iyi olurdu…

Mezzaluna’da balkabaklı çorba

Pizzacı bulamadık. İnce olacak, küçük, tek kişilik olacak, güzel olacak. Aklımıza gelmedi hiç. Allah rızası için söyleyin harika pizza yapan yer biliyorsanız. Şık ve kazığına bile razıyım. Artık Levent’e doğru yollanmıştık arabayla. Mezzaluna geldi aklıma bir tek, pizza yapan. Sıkıcı Mezzaluna menüsü beklerken, günlük menüde avokadolu balkabağı çorbası gördüm. Kabağını tatlılığını almak için sanırım domates koymuş, avokadoları da küp küp içine doğramış. Hoşuma gitti. Ama çorbaya da, lazanyaya da, gnocchiye de hissedilir miktarda hint cevizi koymuş ki gereksiz tabii bu kadar tekrar. Pizza? Yedik, yarısı ançuezli yarısı margarita bir tanesi paylaştık üçümüz laf olsun diye.

www.mezzaluna.com.tr

GBK’da hamburger

gbk11.jpg

Selçuk paşa nihayet İstanbul’da yediği bir hamburgeri beğendi. Kanyon’da Gourmet Burger Kitchen’ın açıldığını bir yerlerde okuduktan sonra tabiri caizse koşa koşa teftişe gittik. Öğlen bir iki gibiydi vardığımızda. Bir masada bir adam tek başına, hamburgerin yanında şarabıyla keyfini çıkarıyordu. Başka bir masada Amerika’dan yeni döndükleri belli üç genç tipse bira içiyordu. Tam male bonding experience yani. Sonra masalar hızla ağızlarının kenarlarından sosları döke döke yiyen insanlarla doldu. Hangi hamburgeri beğeniyorsanız, onu yiyiniz. Üçümüz de memnunduk ki Selçuk üç yıldır orada burada hamburger yiyip yiyip, mutlaka kusur bulup vırvır ediyordu, bunu çok beğendi. Kadı kızında da olacak kusur, ekmeğin fazla susamlı olmasıydı. Ben blue cheese soslu yedim, memnundum. Ama madem buralara kadar geldiniz, sizi eli boş göndermeyelim, bir iki uyarı paketleyelim. Relish, yani sos, fazla tatlı, içine koydurmayıp yanında isteyiniz. Açsanız bile, kendinize hakim olunuz, önden falafel, patates gibi şey isteyip tıkanmayınız. Giray bile fena oldu sonrasında. Falafelleri çok çok iyi değildi zaten. Hamburger olay, hamburger.

www.gbk.com.tr

Pese: Ben Londra’daki GBK’nın varlığını Ağzımının Tadı’ndan öğrenmiştim. O blogdaki şu yazıyla, Kanyon’daki açılınca gazetede çıkan şu yazı çok mu benziyor, ben mi kıllanıyorum?