Kuleli Meyhanesi- Ato’nun yeri

Şu rakı da olmasa balık yüzü görmeyeceğim ya, meret balıkla neyin iyi gidiyo :)) Kum kapının gürültüsü olmadan, sadece kendi gürültümüzün baskın geldiği, Sema’nın doğum gününü bir kaç duble ile cilaladığımız Kuleli Meyhanesi, Ato’nun yerini pek bir sevdim. Dediğim gibi bir meyhanede en rahatsız edici şey kulağının dibindeki o zurnacıdır ya, Samatya’da çağırmadın mı gelmiyorlarmış, huzur içinde alkolümüzü alıp iki kelam ettik. 20 kişilik masada servis aksamadan yedik içtik. Tekirin de palamudun da tavası makbulmüş bu aylar, rakının yanına onu da götürdük… Salaş ve huzurlu mekan arayanlara tavsiye olunur…

Hamdi’de güleryüz

Gerçekten de en büyük fark bu galiba: Güleryüz ve samimiyet. Yoksa elbette muhammara, şakşuka ve fındık lahmacun da güzeldi, karışık kebap da, fıstıklı baklava da. Kuzu şişe özellikle bayıldım, yumuşacıktı. Yalnız çiğköfte çok ama çok acıydı. Yan masadaki fransızlara da ikram ettik, herhalde birkaç saat kendilerine gelememişlerdir.

Develi’nin ütülü saygı duruşundan sonra Hamdi’deki ekibin samimiyeti görülmeye değer. Pazar günü Tülin’e anlattım, açıklaması gecikmedi: Hamdi’yi hala aynı adam işletiyor, çalışanlarını itinayla seçiyor, hiçbir yere de şube mube açmıyor. Çalışanların işe dört elle sarılması, her gelene aynı güleryüzle hizmet etmesi de bu yüzden.

Yukarda saydıklarım, bir de küçük beyaz şarapla birlikte toplam 120 TL.

Karaköy’de Bir Kır Lokantası

Akın Balık burası. Gitmeden evvel aynen bu beylik lafları duymuştum. Nasıl olur ya, dedim, hırdavatçıların arasında. Ama siz bu yanılsamaya düşmeyin. Bugün gittim gördüm, gayet oluyormuş. Sadece ben daha geniş hayal etmiştim. Orada Akın Balık gibi başka mekanlar da var, onlarla beraber hepsinin tuttuğu alan kadar geniş olduğunu hayal etmiştim ama olsun yine de “kır lokantası” benim için. Hem de manzaralısından. Oturduğum yerden sağıma soluma döne döne, 180 derece panoromik resimlerini çektim. Karaköy iskelesi var, balık satılan tezgahlar var. Tezgahları bitirir bitirmez sağda Akın Balık.

İki porsiyon sarıkanat var üstteki tabakta. Oltayla mı yakalandı diye sorduk.  Garsonun halinden yeterince duyarlı olduğunu çıkardık biz. Lüfere hasret kalmak istemeyiz sonra. Bu bizim sarıkanatların lezzeti tam yerinde. Kalamar da mükemmel değil ama o da kesinlikle ortalama üstü. Ama ortalamanın da az üstü. Yeşiler  mis gibi, gayet körpe. Ama buranın sanırım içki ruhsatı yok.

İki porsiyon sarıkanat, üç kişilik roka-kıvırcık karışık salata, iki bira, bir cola 68. Defalarca daha gidebilirim buraya.

Karakolda teftiş

Bir ilkbahar Cumartesi günü tarihi yarımadayı gezip Karakol lokantasına gidelim dedik – bir de Piyer Loti’de kahve içelim dedik.  Karaköy’e tramvay ile, oradan yürüyerek Eminönü haliç terminaline (İTO üniversitesine doğru yürümek lazım, otoparkların arasında sıkıştırılmış bir yerde bulunuyormuş bu vapur terminali), haliç vapuruyla Eyüp’e, oradan füniküler ile Piyer Loti’ye. Bir kahvemizi içtikten sonra tekrar füniküler, Formula 1 arabası gibi sürülen bir otobüsle de tekrar Karaköy’de bulduk kendimizi. Tekrar tramvay, bu sefer Gülhane’ye. Gülhane kapısından girip Arkeoloji müzesine doğru, ve onu geçip Topkapı sarayına geldik.  Şimdi neredeymiş bu Karakol lokantası?

Elimizdeki bilgi Topkapı sarayının orada eski bir karakolu lokantaya çevirmişler yönündeydi.  Bir polise sorduk, bize garip baktı, “karakol filan yok buralarda” dedi.  Neyse, yürüdük etraflarda, ve bulduk,  Aya İrini kilisesinin yanındaymış.

Feriye lokantasını işletenler burayı da işletiyor. Dışarıda bahçede sanırım daha cafe-vari bir hizmet var.  İçerisi ama beyaz masa örtüsü, siyah takım elbiseli garsonlar ve saire.  Güzel bir renovasyon yapmışlar.  Yemekler eski Osmanlı-vari – yani, eski Osmanlı yemekler, ama 100% otantik olmaya çalışmayan, biraz da yaratıcı yönleri de var. Menü çok güzel yazılmış, okuya okuya hepsinden almak istiyor insan.

Başlangıçta patlıcan sarma gibi bir şey aldık, paylaştık. Ana yemekte ben çok lezzetli bir türlü yedim, arkadaşım kuzu yedi. Tatlı olarak Osmanlı tatlı tabağı paylaştık ve çay içtik.  Toplam 120 küsur tuttu, doğru hatırlıyorsam.  Çok tavsiye ederim.  Bu yaz, festivallerinde Aya İrini’de konserler olduğu akşamlar burası yıkılıyor olacak, ona göre rezervasyon yapmaya da ihmal etmeyin.

karakolrestaurant.com

Fetih İşkembe’de sakatat şenliği

Evde işkembe çorbası, böbrek, koç yumurtası, dil ve hatta kelle pişirip yiyecek kadar sakatatın her türlüsünü seven anne ve babam, kokoreç krizlerine giren abla ve kardeşim var.

Buna ek olarak, bir pazar günü öğleden sonrasında Nişantaşı’na giderken, sırf aklına geldi diye ters bir u dönüşle Balat’a sapıp bir tuzlama ile yarımşar porsiyon kokoreç ve kelle yiyen ve tam olarak da doymayan bir adet de sevgilim bulunmakta.

Ben ise, sakatat görünce “ay iğrenç!” diyenlerden değilim ama pek meraklısı da değilim açıkcası. Hatta hiç meraklısı değilim diyeyim de tam olsun. Ama işte, tamamen aşkımdan, Balat’taki meşhur Fetih İşkembe’ye gidiverdim, o pazar günkü ters u dönüşü sonrası.

Yasin, güzel güzel, tuzlamasını, kellesini, kokoreçini yedi; ben de kellenin diline ve beynine, az da kokoreçe ortak oldum. O, yemek boyunca transa geçti ve benle konuşmadı. Onun için, o kadar iyiydi yani yemekler! Bense, özellikle dili beğendim. Kokoreç de iyiydi aslında.

Hesap, bir kola ve bir ayranla birlikte 20 TL geldi. Sakatat seviyorsanız, sakın durmayın bir gün gidin. Balat’ta, lokantanın yerini bir esnafa sorun, onlar tarif eder.

Grifin’de dil şiş

Grifin biliyorsunuz taa 1923’ten beri balık ve sadece balık yapan efsanevi Tarihi Karaköy Balıkçısı’nın “akşam da aç” baskılarına dayanamayarak, aynı binanın en üstünde açtığı şık dükkan. Aşağıdaki Perşembe pazarı hayhuyu içinde, kendi halinde bir dükkanken, bu Grifin haaarika Haliç manzaralı şık bir balıkçı. Beyaz örtüler, bar, orkideler, vale, hoşgeldinizcibaşı falan. Amma daha binanın girişinde vale sordu: “Rezervasyonunuz var mıydı?” Meali şu oluyor: “Arabasız geldiniz ya, burası pahalı bir yer ha.”

Servis iki tık yavaş. Balık çorbası lezzetli ama hem yarım porsiyon hem de sıcak değil. Salata taze yapılmış, kışın domates koymuş olmaları dışında bir kusuru yok. Hamsi kuşu tek value for money olan şey. Dil şiş, tam kıvamında pişmiş ama hem yağlı hem de yavan. Yengeçle surimi arasındaki ilişki neyse, dille bunun arasındaki ilişki de o. Çaylar fincanda. Dekorasyonu ve manzarası dışında bir numarası olmayan boğaz balıkçısından bir farkını görmedim buranın. Balık çatal bıçağı bile yoktu. Nahoş şeyler yazmaya hazırlanmışken gelen hesap ise şok! 2 kişi, tek rakı, 120 lira. Dil şiş 38 lira. Ucuz olmadığını biliyorduk ama mutsuz olup da o parayı vermek koydu. Selçuk’la evde yemek yok diye gelmiştik. Bu parayı harcayacağımızı bilseydik, neler neler yerdik. En basitinden ilk plana döner paşa paşa Karaköy Lokantası’na giderdik. Öğlen de paşa paşa İstiridye’ye giderim.

www.tarihikarakoybalikcisi.com

Pandeli’de dönerli patlıcan böreği

Ben bu okumuşlara gerçekten tahammül edemiyorum. Alkazar sineması kapanıyormuş, vah vah vahmış. İstiklal son onaltı yılda iyice değişmiş, sanat sinemasının piyasası iyice değişmiş, bol festival türemiş, DVD de internetten film indirmek de iyice yaygınlaşmış, ortaya youtube diye birşey çıkmış. Ne uyum sağlamak ne de kabullenmek için pek birşey yapmışlar ama yine de İstiklal’in göbeğinde ayda 15 milyar kira, evet ayda 15 milyar, vermeye çalışıp olanaksızlıklardan, ne kadar zorlandıklarından mızıldanıyorlar. Bence maksat sanatsal sinema göstermekse taşınmalı, maksat mekanı korumaksa 15 milyarı çıkarabilecekleri bir faaliyette bulunmalıydı. Açık Radyo gibi, Rejans gibi destek isteyebilirdi, piyasa filmlerinin gerekliliğini kabullenebilirdi, internetten bilet satabilirdi, daha sevimli insanlar çalıştırabilirdi, ses sistemine yatırım yapabilirdi. Günün gerçekleriyle yüzleşmeyip mızıldanmayı gerçekten kabul edilebilir bulmuyorum.

Bu haberin bugün yayınlanmış olması benim açımdan süper oldu, Pandeli yazımı kompozisyona dönüştürecek temayı buldum. Bundan önce bir kere gitmiştim Pandeli’ye. Muhtemelen Y.Ö. (Yesekten önce) 3 yılında. Eskimiş, logosu silinmiş tabaklarını ve genel bir “bu muymuş?” hissini hatırlıyorum o seferden. Geçen pazar günü gittim. Tüm Eminönü ana baba günüydü. Mısır Çarşısı’ndan kapıdan girip birden ıssız merdivenlerine varmak garip ama priceless bir duyguydu. İçeride kitap değil de telefon okuyan Avrupalı bir adam tek başına oturuyordu. Başka da müşteri yoktu. Mercimek çorbası içtim. Salçalıydı. Ama lezzetliydi, hatta etsuyuna zannettim. Yeterince sıcak değildi. Patlıcan böreği yedim. Bir kat yufkanın üstünü silme közlenmiş patlıcan doldurup üstünü kaşarla kaplamaya, sonradan da üstüne bir yaprak döner koymaya niyet etmişler. Ama ortası patlıcan değildi. Boş beşamelli patlıcandır da, ben patlıcan tadını almıyorumdur diye düşünmek istedim ama patlıcanı da o kadarcık tanıyorum. Ortası basbayağı beşameldi. Çok lezzetli bir börekti ama patlıcanlı değildi. Böreğin yanında yeşil salata yedim. Düzgün süzdürmedikleri için göbek salatanın her yaprağından suyunu süzdürmek zorunda kaldım. Bu yediklerime 30 lira verdim. Duvarlar mavi mavi çini çini pek orijinal olsa da yer yer kırıktı ve genel bir bakımsızlık vardı.

Hani Pandeli de üç-beş sene sonra kapanacak ya. Yerine ya Starbucks ya da Kahve Dünyası açılacak ve tıklım tıklım dolacak ya. Bana hiç yok “Bir çınar daha devrildi” yok “İstanbul yemek kültüründe bir dönem daha kapandı” teraneleriyle gelmeyin Alkazar gibi. Birçok işletmecinin orada olabilmek için kolunu kesmeye hazır olduğu, darphane gibi para basabileceği bir yerde basit hatalarla bindiği dalı kesmesini, eskinin ihtişamına sırtını dayayıp rehavet içinde olmasını kabul edilebilir bulmuyorum.

www.pandeli.com.tr

Şeref Siirt Büryan Lokantası’nda büryan

Ben aslında büryan yemedim ve herkes de kınadı beni, ühü… Ocakbaşındaysam löp löp kuzu şişe bitiyorum, ama böyle kör kuyularda pişmiş kemikli versiyonu no-no. Evet biliyorum hiç hoş bir durum değil, ama memleketimizin etnik tatları bana ağır geliyor. Mumbar mesela, eminim tadı güzeldir de “niçün ama niçün bağırsak dolması yiyeyim ki” duygusu uyandırıyor bende. Büryan ziyareti vesilesiyle 5 yaş gastro-takıntılarımı hala aşamadığımı farkettim. O yaşta bana zorla kuzu barsağı yedirdiklerinden değil, tam da mutfak gündemimizde hiç böyle şeyler olmadığından. Şimdi annem duysa kesin çok üzülür, kızı fransız okulunda okutmakla hata mı ettik der. Yine de acı gerçek bu: Çizgimi Bursa’dan çekiyorum, ötesinde beni ilgilendiren pek bir şey yok.

Biz bu büryan olayının en şahane yapıldığı yerde yemişiz ama. Referanslar sağlam. Benden başka herkes büryanları götürdü, ben yoğurtlu kebap yedim. Yanında otantik kaplarda ayran, ortaya 2 salata, birer porsiyon otantik içli köfte ve 2 tabak otantik mumbarla birlikte 7 kişi toplam 130 TL gibi çok makul bir hesap ödedik. Siirt-Antakya mutfağına düşkünseniz ve buraya gitmediyseniz çok ayıp – ben bile gittim.

Sümerhan Lokantası’nda her şeyi beğendik

Kaç zamandır gidip deneyeceğim, kısmet bugüneymiş. Ajanstan Songül ve Ziya da hevesle eşlik ettiler, öğle tatilinde taksiye doluşup Eminönü’ne yollandık. Mısır Çarşı’sından aheste aheste geçtik, her tezgaha baktık, okulu kırmış çocuklar gibi şen şakrak yola devam ettik. Dışardan İstanbuli diye birkaç tabela görünce tereddütte kalıyor insan. Ama mekanın adı Sümerhan Lokantası. Alt kat kafe (cafe âlâ), üst kat lokanta. Kuru fasulye, pilav, köfte gibi klasik seçeneklerin yanı sıra bir de hergün değişen yemekler var. (Ek bilgi: Zeytinyağı Ayvalık’tan, baklava Antep’ten geliyormuş.) Ben kremalı mantar çorbası, zeytinyağlı enginar, semizotu ve kabak tatlısı seçtim. Songül kremalı mantar çorbası, kadınbudu köfte, peynirli makarna ve aşure aldı. Ziya ise pilav üstü döner ve baklavada karar kıldı. Adam başı ortalama 15 TL ödedik. Hepimiz yediğimiz her şeyi beğendik – ki bu az rastlanan bir durumdur. İlla ki eleştirmek gerekirse, belki enginar ve kabak tatlısı biraz daha az pişebilirmiş, hepsi bu. Ama hem kabak tatlısı hem aşure hem de baklava insanın içini baymayan cinsten, şekeri kararında. Her müessesede bulunmasını dilediğimiz dünyalar şekeri bir amca ne eksiğiniz varsa hemen getirip tamamlıyor. Çok hoş bir ortamda, gayet makul fiyatlara, tadı tuzu yerinde, lezzetli tencere yemekleri yiyorsunuz. Benim için daha fazlasına gerek yok zaten!

İMÇ’deki çay ocağı fenomeni

Çeşitli mefruşat işleri için Mehmet’le Unkapanı İMÇ’de birkaç saat geçirmemiz gerekti. Sabahın köründe ordaydık. Kan şekerim yerlerdeyken canavara dönüştüğümden, ilk iş bana yiyecek bulmaya koştuk. 1. blokta, en alt katta bir çay ocağı varmış, oraya indik, siparişimizi verip gideceğimiz kumaşçıya yollandık. 10 dakikada muhteşem menemen, sahanda yumurta ve çıtır ekmekler bir tepside arz-ı endam etti. Sonradan öğrendik ki burası asıl bol köpüklü ve pek çabuk gelen Türk kahvesiyle meşhurmuş. Onu da Mehmet denedi, tam not verdi.

Bu tip kapalı yerlerin kendince bir ruhu vardır ya, İMÇ de öyle. Dışarda dünya yıkılsa burdaki esnaf yine top top kumaşın arasında tevekkül içinde oturur, radyosunu dinler, bol köpüklü kahvesini höpürdetir, gazetesini okur gibi geliyor insana – ve kıskanmıyorum desem yalan olur…