Lacivert’te pazar kahvaltısı

İşte elime yapışan yazılardan biri daha. Bir taraftan sizin (ve benim) şimdi Cuma günü ofisinizde brunch porn‘a ihtiyacınız var (bkz. google’dan gelen “kahvaltı mekanları,” “pazar brunch”, “kahvaltı boğaz” aramaları), bir taraftan Pazar’ın güneşli olup olmayacağı belirsizliğini koruyor, diğer bir taraftan da korkarım film o kadar iyi çıkmayacak. Kararsızlıktan ortada kaldı işte.

Hani üç hafta önce haftalarca bulutlu yağışlı havadan sonra Pazar günü güneş açmıştı, hatta sıcaktı. Herkes Boğaz’a fışkırmıştı. Biz de fışkırdık, Lacivert’e gittik. Rumelihisarı kalabalığından Lacivert’in teknesiyle taka taka taka uzaklaştık. Karşıya varınca siyah gözlüklerinin arkasına saklanan beyaz Türklerin ve kirli beyaz Türklerin arasına hemen kaynaştık. Güneşte otura otura kızardık. O gün aldığım D vitamini ile yaşıyorum hala. Hayallerinizi yıkmak istemem ama Pazar günü Boğaz’a nazır, yayıla yayıla, öğleden sonralara kadar güzel kahvaltı olmadı tabii. Boğaz gürültüydü, müzik biraz fazla, biraz da fazla muzak‘ti, ahali zevzekti. İlla Pazar olacaksa, illa Boğaz olacaksa, olsa olsa illa sabah kargalarla birlikte olabilir.

Açık büfe kahvaltı için isteseler çok daha iyisini yapabilirler. Daha önce bir gittiğimde yediklerim, websitelerinde reklam ettikleri brunch‘a daha yakındı. Peynirler, zeytinler, reçeller, börekler falan, eyvallah göz doyuruyordu ama onun dışında bir özelliği de yoktu bence. Börekler ya sert ya kuruydu. Tatlılara ise göz gezdirin, iç geçirin ama kendinizden geçmeyin. Hiçbirinden yemeseniz, hiçbirşey kaybetmezsiniz. Üç, beş çeşit börek, domatesin hıyarın yanında kuş otu, aralarında nevruz şerbeti bile olan şerbetler gibi bazı ilginç şeyler vardı. Hadi oradan da bir iki artı puan. Bir de servis, yani sandalye masa ayarlama, çay-kahvesiz bırakmama da bir iki puan. Yani yediklerimize bakıyorsak 0, kahvaltı mekanı arıyorsanız 1.

Kişi başı 50 lira.

www.lacivertrestaurant.com

Kanaat’te oturtma

Oturtma falan yemedik. Kuzu haşlama, çoban salata ve yoğurt yedik alt tarafı Yasemin’le. Efendi efendi yedik, hesabı istedik, bir an önce işe dönmeye niyetlendik. Ama sipariş verirken senli benli olmakta beis görmeyen garsonumuz 41 lira olan hesabımızı ödedikten sonra öyle bir somurtup görmemezlikten geldi ki hani çetrefil ilişkilerden dolayı çekemeyen tanıdık/eski sevgili/akraba bütün gün kendine hakim olmuş da son dakika dayanamayıp laf sokmuş da rahatlamış gibi bir etki yarattı bende, içime oturdu. Yağlı ve bulamaç kıvamlı ana yemekleri zaten hiç iştah açıcı görünmüyor, zeytinyağlıları olmadan da yaşayıp gidebilirim.

İnciraltı Meyhanesi’nde saraylı

Fıstık Ahmet, Barba’nın Meyhanesi kitabının girişinde anlatıyor. Adabına göre, rakı sofrasına akşam ezanı ile oturulur, yatsı ile kalkılırmış. En fazla iki duble. Herkesin kendi zarfı, yani karılarının dantelden ördüğü rakı kadehi zarfı, cebinde olur, içerken kadehe giydirirlermiş. “Benim bir de evde bir karım vardı” diye hatırlasınlar diye. Bu çok hoş, çok seksist adeti okumuş, İnciraltı Meyhanesi’ne kadar başka yerde görmemiştim. Gerçi gittiğimiz akşam kimsenin evde bekleyen karısı, kocası yoktu.

Kendi kuyuma kendim düşüp seksist bir cümle ile devam edeyim: Meyhaneye kadın eli değmiş olduğu her halinde belli. Duvarlar gravürlerle, eski İstanbul fotoğraflarıyla dolu. Adını daha önce duymadığımız mezeler menüde var olmakla kalıyor, garsonlar sabırla ne olduklarını anlatıyor. Bizans mezeleri, Ermeni mezeleri falan var. Kendi sitelerinde de anlatıyorlar zaten. Allahtan ekip sağlamdı da beş kişi olduğumuz halde merak ettiğimiz her mezeyi aldık, hiçbirinde aklımız kalmadı. Anladığım kadarıyla buranın esas esprisi bahçesi ama kışın ortasında olduğumuz için üst katta diğer sakin müşterileri rahatsız etme pahasına kakara kikiri yedik içtik, bahçede de aklımız kalmadı.

Öncesinde herkesten olumlu şeyler duyduktan, zarif, “özenli” bir iş yaptıklarını gördükten ve herkeslerin gazetelerde, dergilerde yazdığı methiyelerini okuduktan sonra, nedense mezelerinde hepsinin harika olacağını düşünmüştüm. Ama bir kışı günü, bir Pazartesi en zayıf anlarından birinde vurmuş olduğuma inanmak istiyorum. Eğer gerçekten öyleyse İstanbul’un hak ettiği yerlerden biridir burası.

Yediklerimiz için lütfen listeci mantaliteme maruz kalınız:
Beyaz peynir – meyhanede peynire önem verenler için sınıfta kalır (tercümesi: yeterince yağlı değil)
Saraylı – defne yaprağı ve karabiber dahil 18 baharatla marine edilmiş balık (levrek?). Favorim bu.
Karides söğüş – as yavan as it sounds
Levrek turşusu – Bunun adını not düşmeye gerek duyduğuma göre ilginç birşey olmuş olmalı.
Lakerda – Zeynep bozuk dedi, inandım, denemedim.
Dövme Hıyar Salatası – Hıyarın suyunu sıkmışlar, lor veya süzme yoğurt gibi birşeyle ve hafif baharatlarla karıştırmışlar. Dört başı mamur bir meze. Bugünkü meyhanelerde standart meze olabilir bal gibi.
Şevket-i Bostan nam-ı diğer kenger – hiçbir tadı yok gibi geldi, kimse de yorum yapmadı.
Cibez – ay, ot işte!
Muhammara – bir meyhanenin benden geçer not alması için gerekli olmayan ama yeterli meze, burada geçer not aldı. Bitirmek için kastım hatta.
Beyinli kuzu gerdan – Ortasındaki azıcık beynin tadı gerdanın donuk yağını, etin sertçe kıvamını kırıyordu. İyi mi yapılmıştı, bilemem ama hoşuma gitti.
Salata – malzeme iyi, çıtır
Ayrıca kavun, közlenmiş kırmızı biber, uskumru taratoru, patlıcan salatası, ahtapot, Ermeni pilaki, midye dolma, balık dolması.

Ara sıcaklar:
Dalak dolması – Nihayet yedim, başım göğe erdi.
Arnavut ciğeri
Beyin tava – Koray da ben de pek mutluyduk
Pastırmalı humus
Uskumru dolması – bütün yukarıda sayılanları yedikten sonra bile, tava olduğu halde hafif ve pek lezzetli.

İncir tatlısı
Ayva tatlısı – ay bu sertti açıkça
Kahve
Vişne likörü – içmeseydik de yanında yatsaydık

Adam başı 70 lira verdik. Peynir (5 lira) ve lakerda (8 lira) almasaydık, 57 lira olurmuş demek ki.

www.inciralti.com.tr

Sitare’ye sitemim var

Cuma sabahı Mehmet’le Kuzguncuk’taki birçok kafe arasından Sitare’yi gözümüze kestirdik. Muhteşem bir kahvaltının hayaliyle geçtik oturduk bir köşeye. Kahvaltı menüsünün yanı sıra omlet ve sahanda yumurta da söyledik. Earl Grey çayları yoktu, Kuzguncuk esnaf kahvesi olsa anlarım ama Sitare gibi şık bir mekanda bu eksiklik no-no! Bunu sineye çekmiştim ki benim omlet soğuk geldi. Yine de dırdır etmek istemedim, hevesimi kahvaltının geri kalanına sakladım. Ancak gele gele menüdeki anlı şanlı kahvaltının hayaleti gelince kaçınılmaz olarak isyana bağladık. Birçok eksiği Mehmet’in hatırlatmalarıyla tamamladılar. Öyle ki, en son domates ve salatalıklar masaya ulaştığında ben artık doymuş, kapuçino mu içsem modundaydım.

Kahvaltı, yumurtalar, muhtelif içecek toplam 50 TL gibi bir şey ödedik. Daha da gelmeyiz!

Cunda ve Hayal Kahvesi’nde ne umduysak o!

Biri Bostancı’nın meşhur balıkçısı, diğeri bildiğimiz Hayal Kahvesi’nin eski Dulcinea’nın yerine açılan yeni lounge’umsu şubesi. Cunda’yla ilgili fazla detaya gerek var mı bilmiyorum: Kuzen yer ayırttı, taşınırken çok cefamı çektikleri için doktor ve kuzene orda küçük bir ziyafet vermek eylülden beri boynumun borcuydu, o kapsamda gittik. Mezelere bayıldık, benzerlerini sadece Ege tatil yörelerinde bulabileceğimiz midye dolmaya inanamadık, balıklar, salata, tatlılar, servis kalitesi, güleryüz, bangırdamayan müziksiz kafadostu ortam, her şey tadındaydı. 3 kişi, 1 küçük yeni rakı, 1 kadeh şarap, mezeler, ortaya balık, büyük salata ve 3 farklı tatlı toplam 170 TL. Taksim/Tünel kafa ütüsü ve kazıkçı balıkçı/meyhane ortamlarına uzun süre gireceğimi sanmıyorum. Üç aylarda bir, bir kere Cunda yaparım en temizinden, bana yeter de artar bile.

Gelelim Hayal gayfesine! Burası Elif’in karmaşık tanışıklık ağlarının bir sonucu olarak kaderin bizi eninde sonunda sürükleyeceği bir yermiş zaten. Sürüklendik nitekim, ama pişman olmadık. Çok da canlı olmayan renk seçimlerine rağmen ferah bir mekan olmuş. Yüksek tavanlı ve masaların dipdibe üst üste konmadığı bir yer olarak hemen içimizi açtı. Menüsü de iştahımızı açtı. Fantastik şeyler beklemeyin – ben de kesinlikle beklemiyorum, beklemek istemiyorum zaten! Bu lokasyon ve iç mekan tariflerim sonucunda burada ne yiyeceğinizi umuyorsanız onların tek tek dizildiği, gayet makul fiyatlı bir menüsü var. Bruşettalar, salatalar, etler-tavuklar, noodle ve makarnalar, tatlılar ve yine uygun fiyatlı bir içecek menüsü. Elif’in noodle’ı ve benim bonfileli salatam başarılıydı. Gerçi ben bu salataya keçi peyniri de ekleyebilirler mi diye sorduğumda hiç ikiletmeden tabi demişlerdi ama sonuçta gelen salatada keçi peyniri filan yoktu. Çok da kalabalık olmadığı halde bunu unutmaları hayra alamet değil! Ama hem servis çok hızlı hem de bizimle ilgilnen kız çok güleryüzlüydü. O nedenle bu unutkanlığa takılmadım. Yemeği balkabaklı cheesecake’le noktaladım. Yanında ferah limonlu dondurmayla çok dengeli bir ikili oluşturan tatlım hakkında fazla bir şey diyemiyorum. Son dönemdeki balkabağı takıntım beni sürekli balkabaklı şeylere yönlendiriyor ama henüz iyisini kötüsünden hakkıyla ayıracak kadar örnek tadamadım. Kış sonunda özel balkabağı dosyamla karşınızda olacağım!

Birer kadeh de şirazla birlikte 50 TL ödedik.

Tarihi Moda İskelesi’nde salata ve günbatımı

Yıllardır Moda’ya giderim, bu tesisi denemek hiç aklıma gelmemiş. Tarihi Moda İskelesi’ndeki Beltur’dan bahsediyorum. Pazar akşamüstü Aslı teklif etti, günbatımına 1-2 saat kalmışken en manzaralı noktaya konuşlanalım istedik. Hem gölge, hem manzaralı, hem de püfür püfür bir masa bulduk oturduk. Menüde tost, salata, makarna, 3-5 et yemeği, börek-çörek ve pasta cinsinden şeyler vardı. Birer salata söyledik. Garsona “Porsiyonlar nasıl, doyar mıyız?” diye sormamıza, garsonun da bizi ve cüssemizi şöyle bir süzüp “Valla siz kesin doyarsınız” demesine rağmen, salatalar çorba kasesinden hallice büyüklükte birer kasede geldi. Ve tabi ki doymadık. Neyse ki çok aç değildik, saat de iki ara bir dere bir saatti. Üstüne tatlı yeriz diye düşünerek manzaranın ve sohbetin tadını çıkardık. Servis çok hızlı, garsonlar bizim gibi “çıtı pıtı” hatunların 100 gr salatayla mutlaka doyacağına inanacak kadar iyi niyetli, menüdeki fiyatlar genel olarak makul, menünün üstündeki çiçek motifleri çok zarif, manzara çok güzeldi. Lezzet konusunda büyük beklentiler yoksa gidilesi bir yer. Ayrıca zengin bir kahvaltı menüsü vardı, dikkatimizden kaçmadı. Bir sonraki teftişte gelsin sucuklar, yumurtalar, ballar, kaymaklar!

ton balıklı salata (8,5) + ege salata (5,5) + 2 su + 1 ayran = 20,50 YTL

Kordon’da Sükunet

Cumhuriyet bayramında akrabalarımızla cok güzel bir öğlen yemeğine gittik, Kordon’da. Kordon, Çengelköy’ü geçtikten sonra sahil yolunda. Kordon lokantası, muhteşem Sumahan otelinin içinde olmasına rağmen Sumahan otelinden daha iyi biliniyor. Sorduğum taksiciler, dolmuşçular Sumahan oteli duymamışlardı, ama Kordon’u hemen bildiler.

Baslangic olarak yumuşacık ahtapot, inanılmaz lezzetli patlıcan salatası, ve börülce. Yanında da roka salatası.

Dört kişi lüfer yedi–ki mevsimiydi. Ben ve babam o gün boğazdan çıkmış birer küçük levrek yedik. Tatlı olarak kuru incir, fıstıkla doldurulmuş, ve kaymak.
kordon1.jpg

Kosinitza’da midye

Kosinitza da nedense elime yapışan yazılardan. Hoşuma gittiğinden herhalde. Deniz Kuzguncuk’u önerince sahilde bir balıkçıda yeriz, rakı içeriz, boğaz görürüz zannediyordum. Halbuki bir kere Kuzguncuk’un sakinliği sürpriz oldu. İstanbul’da sakin, esnafı huzurlu, çıldırmamış yerler de varmış meğer. Üstelik İcadiye’den biraz yukarı yürüyünce kendi halinde iki tane ufak restoran bulmak da şaşırtıcı oldu. Onlarda da mahallenin genel havasına uygun bir medeniyet var. Sağdaki Sitare. Çocuklu aileler vardı içeride. Biz soldakine, Deniz’in de denememiş olduğu Kosinitza’ya girdik. Kosinitza, Kuzguncuk’un eski adlarından ve mekan sahibinin kendi tabiriyle “emeklilik projesi”. En fazla on tane, örtülü kumaş peçeteli masa. Yunan müziği. Cici dekor. Selçuk Amerikan surburbia‘sına benzetti Kuzguncuk’u, burayı da görünce. Bense Fransız kasabasına.

Yine yazıp yazıp siliyorum, sıkıcı ve klişe yazıyorum, ben bile beğenmedim. Onun için yediklerimizin listesiyle, Selçuk ve Deniz’in ekleyeceği yorumlarla idare edin, “idare edemem anne” demeyin. Soğuk büfeden karamelize soğanlı sardalya, içi balıklı sarma ve dolma gibi şeyler, hafif körili yeşil bir balık çorbası, deniz mahsüllü pilav, ızgara midye şiş, deniz mahsüllü, midyesiz tagliatelle, yayın balığından balık marul dürüm (yani kabuk içindeki balığı isterseniz aysberge koyup dürüm yapabilirsiniz). Biz beyaz şarap isteyince sahibinin başka alternatif sunmadan açtığı ecnebi şarap.

www.kosinitzarest.com

Körfez’de zeytinli biberiyeli lagos

Özet şu: Körfez’deki menülerde fiyat yazmıyor. O kadar tok satıcılar ki fiyat sorunca da söylemiyorlar. Anlaşılan İstanbul’un zenginleri de göz göre göre tipine göre kazıklanma girdabına öyle bir kaptırmışlar ki kendilerini, gıklarını çıkarmıyorlar. Ayrıca kavanozdan çıkan dilimlenmiş siyah zeytini fırınlarsanız, kıtır kıtır, bayağı güzel bir şey oluyormuş.

Körfez’i çok duymuştum. Boğazın en pahalı, en şık yerlerinden biri, tuzda balığı da pek meşhur, diye. Kafamda şimdiye kadar gördüğüm Boğaz balıkçılarının kusurlarını çıkarıp, masaların aralarını genişletip beyaz örtülü, efendi garsonlu dekoruna olduğunca zengin ve antipatik müşterileri koymuştum. Annem, evlilik yıldönümleri için boğazın Anadolu yakasında bir balıkçı olabilir deyince, Körfez’la hata yapmayız dedim kendimce. Gerçekten pahalıysa, önemli vesile olduğu için kimse laf edemez, memnun kalmama ihtimali de yok, dedim. Nedense çok trafik vardı o gün. Buluşup karşıya geçmemiz bir buçuk saatten fazla sürdü. Yol tarifini tam anlamadığımdan fazladan gezindik. Kanlıca körfezindeki yalılardan birinin arabalarla dolu avlusuna girdik, yalının yanından dolaşıp, denize hemzemin terasına değil, bir üst kattaki balkonuna çıktık, bize ayırdıkları masaya oturduk. Kanlıca körfezi çok sakin, masalarda ışıklar çok loş ve ikinci köprü ışıl ışıl olduğu için manzara, ortam harika. Tipik bir boğaz balıkçısı değil yani.
Bana gelen menüde fiyat olmasına çok şaşmadım, ne kadar nadir olduğunu düşünüyordum. Babamsa ona yanlışlıkla kadın menüsü verdiler diye düşünmüş. Meğer hiçbir menüde fiyat yokmuş. Alık ya da alık rolünü çok iyi yapan garsonumuz balıkların fiyatlarının günlük olduğunu, mezelerin fiyatının ise kaç kişilik istediğimize göre belirlendiğini söyledi. Babam bir sinirlendi. Peki nedir fiyatlar diye sorduk, söyleyemedi. Babam ‘Şef garsonu yolla” dedi (daha doğrusu maitre d’hotel dedi) , gelen olmadı. Giray, kalktı, aşağı bilgisayar başına gitti de bir post-it’in üstüne iki üç şeyin fiyatını yazdırabildi. Diğerleri için annem inatla tek tek sordu. Şarap menüsünde allahtan fiyat vardı ama babama denetip bizim kadehlere koyup da babamın kadehini doldurmayınca ben bir gittim paraladım garsonu. Komediye döndü iş yani. Piyangodan çıkan parayla lokantaya gidip, hardalı kaşıkla yemeye çalışanlar kadar salak hissettim durum batmaya devam ettikçe.

İlla fiyat görmek gerekmiyor. Zaten Boğaz’daki birçok balıkçıda meze tespisi gelir, menü falan gelmez, soran da pek olmaz. Menüde fiyat yazmaması da fiti-fitidir, fiyatı neyse verilecektir, dolayısıyla bir derece kabul edilebilir. If you have to ask, you can’t afford it, olabilir. Ama sorunca kıvırtma cevap vermek, şef garsonu çağırınca göndermemek, usturuplu bir cümle ile kurtarılabilecek bir durumun uzamasına izin vermek, hatta hiç umursamamak, aç müşterinin sinirli olacağını bilmemek olamaz. Hele bin yıl önce açılmış, kendini vaktiyle ıspatlamış, yenileri cebinden çıkarabilecekmiş havasında bir yerde hiç olmaz. Üstüne babamın kadehini doldurmayı unutmak nedir bilemiyorum bile. Bunun gurmecilikle alakası yok. İzmir’de Cuma günü Google’dan “muzedechanga fiyatlar” diye arama yapan adam, karısını, kız arkadaşını binde bir İstanbul’da güzel bir yere götürmek istiyorsa, neyle karşılaşacağını, tek atışında hata yapmayacağını bilmeye hakkı var. Üstelik orta yerde fiyatların asılı olmaması yasadışı anladığım kadarıyla. Ayrıca araştırıp rapor ederim.

Ne yediğimiz ya da birşeye benzeyip benzemediği önemli değil. Ben asıl neye ne kadar para verdiğinizi, insanların tipine göre fiyat çakıp çakmadıklarını merak ediyorum. Bizimkini rapor edeyim: Tarama, balık köftesi, kalamar tava. Çilili kılıç, dana-tavuk şnitzel, fırında ıspanaklı levrek, zeytinli biberiyeli lagos. Bir şişe Moskado veya Nevşah. 215 lira.

www.korfez.com

Kordon’da Levrek

İş yemekleri için özellikle tercih ettiğim bir mekan Kordon. Eski bir sumahan – yani rakı / alkol yapılan yer modern bir dekorasyona kavuşmuş, Çengelköy sahilde denize sıfır. Eğer isterseniz karşıdan motorla gelip ufak iskelelerine bağlanmak da mümkün.

Bugün iki arkadaşımla öğle yemeğine gittik. Lakerda, ahtapot, deniz börülcesi ve yeşil salata ile başladık. Hepsi, bu restorana her gittiğimde olduğu gibi tam kıvamında geldi. Balık için garsonun fikrini sorduk, deniz levreğinde karar kıldık. Büyük bir levreği üç kişiye paylaştırdılar, hafif sulu kalmayı başarmış, çatalda tel tel olabilecek kararda pişirilmişti. Ümit’in suflesi son derece lezzetli görünüyordu, fakat ben sade kahveden vaz geçmedim. Fakat kahveyi bir nebze gereğinden ılık buldum, ya fincan fazla soğuktu, ya da servise çıkmadan bir parça beklemişti.

Her gittiğinde aynı kaliteyi verebilen bir mekan Kordon. Yine beğendim. Adam başı 100 YTL.