Nar Cafe’de kahvaltı

Süt, yumurta ve reçel (bir de siyah zeytin, bir de bal) sevmediğimden mi, yoksa annemin hazırladığı kahvaltıların pek bir renksiz oluşundan mı bilmiyorum, çocukken kahvaltının hiçbir hikayesi yoktu benim için.

Sonra, çok yıllar sonra, kahvaltıya aşık oldum ben. Galiba evden ayrıldıktan sonra. Eski iştahımın ölmesinden ve yerine tamamen yenisinin gelmesinden hemen sonra. Yeni iştah, yeni damak tadı, yeni zevkler. Bir tek, annemin ninesinden yoğurt ve peynir, babaannemden ekşi, annemden de meyva aşkı miras kaldı. Gerisi tamamen sil baştan.

Kahvaltı son aşkım ya, kıymeti daha bir başka. Daha olgun, daha dolu dolu, daha vazgeçilmez bir aşk. O yüzden, kahvaltı geçiştirmediğim ve ne yediğime her zaman önem verdiğim tek öğün. İyi peynir, tok ekmek, lezzetli yoğurt ve taze meyva olacak illa ki. Pazar günleri yediğim simit dışında, başka da bir şeye ihtiyaç duymuyorum gerçi. Daha doğrusu, bunları yerken evde olmanın dışında başka da bir şeye ihtiyaç duymuyorum demeliyim.

Ama ne hikmetse, zıt kutuplar hikayesinden mi bilmiyorum, benim sevgilim birçok insan gibi arada sırada da olsa dışarıda kahvaltı yapma isteğiyle dolup taşıyor. O yüzden, işte o arada sıradaki şanslı pazar sabahları kahvaltıdan önceki saatler “kim kimi ikna edecek?” oyunuyla geçiyor. Nadiren de olsa ikna oluyorum, ama hep oflaya poflaya. Uyuz bir karakter benimki: madem ikna oluyorsun, oflamak neden?

Neyse, şimdi konumuz ben değilim konumuz kahvaltı…Geçenlerde bir pazar sabahı, yine büyük sıkıntılar içinde Rumelihisarı’ndaki Nar Cafe’ye gelip, yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz yemeği yedik (yumurta tabii ki Yasin’in :) ) . İşte, mükemmel kahvaltı benim için tam da böyle bir şey: rengarenk kahvaltı, deniz ve sevgilim.

Tam burada, huysuzluğu tavan yapmış bir kadın gibi gözükmeyeceğimi bilsem, bir parantez açar ve otururken sırtımızın değdiği arka masadan, kurdukları cümlelerde kullandıkları virgülü bile yakalayacak kadar yakın oturduğumuz yan masalardan, Boğaz trafiğinden ve havadaki o fena nemden ne kadar haz etmediğimden bahsederdim ama hayır, bu konuyu da şimdilik açmayalım. O yüzden, hayat güzel, kahvaltı şahane, laylaylom, vs…

Masada görünenler, artı bayağı bir çay toplam 45 TL verdik diye hatırlıyorum. Hatta daha da az olabilir.

 

Cihangir Van Kahvaltı Evi

Bir Filmekimi ganimeti daha.. Sabah saat 11.00’de Atlas Sinemasında olan filmimiz için biraz erken gelelim, kahvaltıya gidelim önerisiyle geldim. Selma da tamam dedi.

Menüde üç çeşit kahvaltı tabağı vardı. İlki en kapsamlı olanını değil de, ikinci en kapsamlı olanını aldık. Ama dedik ki; biz menemen ya da omlet söyleyeceğiz, siz bize bu kahvaltı tabağındaki yumurta yerine jaji getirir misiniz dedik. Tamam dediler. İlk görüşte aşk burada başladı. Ardından da muhteşem diğer lezzetlerle pekişti. Peynirler, menemen, gözleme hepsi harikulade. Gözleme daha bir güzel ama, kaşarlı ıspanaklıydı bizimki. Ispanak yeşil,tadı geliyor,ölmemiş. Hamur kurumamış ama çıtır, mideye oturmuyor, ağır değil. Kaşar uzayıp gidiyor. Yeme de yanında yat yani. Kavurmalı menemen keza o da çok leziz. Kavut da bana ısıtılmış tahin helvayı andırdı. Tahin, tahin helva severleri memnun edecek bir tatlı. Bana vaktinde kan yapar diye zorla yedirttiklerinden pek aram yoktur pekmez,tahinle ama barışmak istiyorum artık onlarla zira bu kansızlık yeniden baş göstermeye başladı.

Evet ne diyorduk..

Biz buraya gelince saat 10.00 olmuştu ve biz yiyeceğiz daha Atlas’a yürüyeceğiz. Yetişemeyince de filme almıyorlar. E hadi hadi, diye diye bitirdik. 1 kahvaltı tabağı, 1 kavurmalı menemen, 1 tahinli kavut, 1 ıspanaklı kaşarlı gözleme,  4-5 çay 30 lira. Kişi başı limitsiz yedik içtik. Mideler tam kapasite çalıştı. Çayı da bittikçe söyledik. Neymiş efendim kişi başı limitsiz kahvaltı bilmem nerede 50 yerine 25 lira. Bırakın Allah aşkına ya.. Gidin Cihangir’e Van Kahvaltı Evine.

Meraklısına: Alman Hastanesinin karşısından girdik, önce sağ sonra sol yapıp (ünlü pizzacımız Trio’ya gider gibi yani) Saint Pulcherie’nin oraya çıktık. Oradan T-Box’ın oraya çıktık ve 10.51’de koltuğumuza otuduk. Ben de inanamadım nasıl yetiştiğimize. Heralde biz buluştuğumuzda 09.50, kahvaltıya oturduğumuzda 10.00 olmuştu saat..

İMÇ’deki çay ocağı fenomeni

Çeşitli mefruşat işleri için Mehmet’le Unkapanı İMÇ’de birkaç saat geçirmemiz gerekti. Sabahın köründe ordaydık. Kan şekerim yerlerdeyken canavara dönüştüğümden, ilk iş bana yiyecek bulmaya koştuk. 1. blokta, en alt katta bir çay ocağı varmış, oraya indik, siparişimizi verip gideceğimiz kumaşçıya yollandık. 10 dakikada muhteşem menemen, sahanda yumurta ve çıtır ekmekler bir tepside arz-ı endam etti. Sonradan öğrendik ki burası asıl bol köpüklü ve pek çabuk gelen Türk kahvesiyle meşhurmuş. Onu da Mehmet denedi, tam not verdi.

Bu tip kapalı yerlerin kendince bir ruhu vardır ya, İMÇ de öyle. Dışarda dünya yıkılsa burdaki esnaf yine top top kumaşın arasında tevekkül içinde oturur, radyosunu dinler, bol köpüklü kahvesini höpürdetir, gazetesini okur gibi geliyor insana – ve kıskanmıyorum desem yalan olur…

Zazie’de brunch

Pazar sabahı afyonlarımız patlar patlamaz, Mehmet’in annesi önderliğinde Atiye Sokak’taki Zazie’ye yollandık. Çılgın değil, zengin ve kararında bir açık büfe karşıladı bizi. Üstelik kişi başına bir de pizza hakkımız olduğunu öğrendik, şaka gibi! Ben kaymak nasıl olmaz diye aranırken Mehmet garsona durumu bildirdi, az sonra bize özel kaymağımız bulunup servis edildi. Bir Ege daha ne ister! Hem açık büfeden yedik, hem yumurta hakkımızı kullandık, hem de 2 farklı pizza söyledik. Sıkı durun, bütün bunlar kişi başı 35 TL idi. Nişantaşı Zazie’nin tek falsosu, hemen karşıdaki House Cafe gibi bir bahçesi olmaması olabilir. İçerisi de epey loştu, romantik akşam yemeği havasında bir brunch oldu bizim için. Ama bunlara pek takılmadık, ziyadesiyle memnun ayrıldık. Yine gideriz.

Kırıntı vs. House Café

Birkaç gün arayla, Nişantaşı Kırıntı ve Teşvikiye House Café’de kahvaltı ettik. Gönlümden geçen daima Kırıntı ama karşılaş(tır)manın galibi House Café oldu sanki. Kırıntı’da pancake söyledim. Menüde bahsi geçen ananas sos hiç gelmedi ve pancake de epey kuruydu. Gerçi haksızlık olmasın, sabah kokteyli Bellini ve acılı poppers güzeldi. Fakat etraftaki inşaat gürültüsü o derece fazlaydı ki kafamız şişti. House Café’deki eggs benedict ise gerçekten kusursuzdu ama orada da servis çok yavaştı. En temizi evde yemek valla, dışarda yiye yiye geldiğim nokta bu.

Yeniköy Kahvesi’nde…

kopyasi-dsc00870

Bu fotoğraf, bir sabah kahvaltısında değil, geçenlerde yediğimiz bir akşam yemeğinde çekildi.

Saat 19.30 civarıydı diye hatırlıyorum. Yeniköy Kahvesi’nin bahçesinde, deniz gören en ön masaya oturmuştuk. Az sonra, ben simit-peynir-domates ve çayla mest olacaktım; Yasin ise, ısrarla  yanımızdan ayrılmak istemeyen yavru kara kediyi sonunda masadan indirmeyi başarıp menemenini yemeye başlayacaktı.

Kuledibi Sufle Kafe’de menemen

Özge’yle yıllar sonra Karaköy motorunda karşılaştık. Meğer 10 dakka ötemde çalışıyormuş. Onu ofisine teslim etmeden önce bana Kuledibi civarında menemen yiyebileceğim bir yer önermesini rica ettim. Hiç düşünmeden Sufle dedi. Öğle yemekleri çok başarılıymış. Bu referansla girdim Sufle’ye. Gerçekten de kısa sürede önüme leziz bir menemen getirdiler. Daha sonra bana çay servisi yapan kadınla -kafeyi işleten 3 eltiden biriymiş- hoşbeş ettim. Velhasıl güzel ve sakin bir salı kahvaltısı oldu.

Menemen + çay 7 TL.
Bir de öğleyin gidip yemekleri tatmak lazım.
En kısa zamanda!

Barcelona’da kahvaltı

…Paris’te de öğle yemeği diye devam edesim geldi bir an!

Ama hayır, bildiğimiz Barcelona’dan bahsedeceğim. Bu sabah sahanda yumurta, menemen ve karışık mini pizza/poğaça tabağı ile midemizi sevindirdik. Hiç fena değildi. Portakal suyu ve çayla birlikte 21 kafa.

Yalnız dikkat ettiniz mi bilmem, mekanın CEO teyzesi, genç servis oğlanlarını motive etmek için bir SS subayı edasıyla domine ediyor Barcelona’yı. Sabah sabah bu kadar sıkı disiplin bozdu bizi.

Sade Kahve’de akşam üstü kahvaltısı

kopyasi-dsc00406

Pazar günü akşam üstü gittik Sade Kahve’ye. Sabah gitmekten çok daha iyiymiş, onu anladım. Daha sakin, daha rahat, itiş kakış yok, servis daha hızlı ve özenli, en öndeki masalardan birinde rahatça yer bulunabiliyor… yani kısaca tam Boğaz’da pazar keyfi hikayesi. Bir tek simit kalmamıştı, ona biraz üzüldük, o da sadece bir dakikalığına.

Kahvaltı tabağı ısmarladık, bir de menemen. İçecek olarak da, çayla birlikte nar ve portakal suyu.

Kahvaltı tabağındaki peynirler ayrı ayrı çok güzeldi. Beyaz peynir, köy peyniri, eski kaşar, dil peyniri ve yeni kaşar arasından bir tek yeni kaşarın hepsini yemedik. Zeytinler iyiydi, bal bilindik, taze nane ferahlatıcı. Biliyorum, çok aman aman bir kahvaltı tabağı değil ama kesinlikle lezzetli. Menemen ise orta karar. Yedik bitirdik hepsini doğruya doğru, ama o bizim oburluğumuzdan yoksa menemenin muhteşemliğinden değildi.

Çaylar iyiydi, bittikçe yenilerini hemen getirdiler. Portakal suyu da narlı olunca daha iyi oluyormuş, bu sonuca vardım. Ben azcık içtim. Yasin geri kalanıyla, pazar vitamini niyetine, keyifli bir şekilde bünyesini besledi.

Toplam hesap, kahvaltı tabağına dahil olmayan fazladan çaylar ve bir ayranla birlikte, 40 TL civarı geldi. Sade Kahve iyidir, tavsiye ederim gidin bir ara, ama dikkat edin o ara kalabalığın çekilmez olduğu pazar sabahı olmasın.

Vogue’da sucuklu yumurta

Herkesten daha geç gittiğim için bir sucuklu yumurta, bir simit, birer ikişer domates, hıyar, zeytin, üç tadımlık tatlı ve kahve tüketebildim ancak. Tabii ki sucuk güzel, simit minicik sandviççik, domates kiraz, hıyar Çengelköy, zeytin hayalimdeki yeşilden, excuse me. Tatlılar ise zeytinyağıyla yapılmış minicik bir mekik, bir küçük kare milföylü elmalı tart, bir shot bardağı içinde çikolatalı, sıcaktan erimiş sıvılaşmış bir tatlı. Bu anlattıklarımdan gayrı reçelleer, peynirleer, simitleer, poğaçacıklaar, börekleer, greyfurt sularıı, portakal sulaarıı, çilekli pancake‘leer, benedict‘i ayrı, omleti ayrı, menemeni ayrı farklı yumurtalaar içeren Pazar sabahı brunch adam başı 49 lira. Tam istediğim gibi filtre kahve, muhabbet ve İstanbul’da kalabalık olmayan mekan, paha biçilemez.