Mesela sezar salatanızı ancak Divan Pub’unki gibi yaparsanız isteyebilirsiniz bi salataya 25 lirayı. Üç adet şişko, güzel ızgara edilmiş jumbo karides, dilim dilim parmesan, ayarında sos ve marul. Tekrarlıyorum, marul. Göbek değil, marul. Marul, marul, marul. Divan Pub açıldıktan bir gün sonra, otel resmen açılmadan bir ay önce gittiğimde yedim bunu. Kapanmadan önceki son deneyimimin ekşi tadı hala damağımda. Dolayısıyla şımarmasın hemen otelin PR’cıları.
Eleos-Yeşilköy
Gerçekten mi? Eleos’tan daha önce hiç bahsetmedim mi? Çok ayıp bana! Kendine saklamayı seven bir insan da değilim üstelik. Herkese anlatırım neyi biliyorsam, hele ki sevdiğim bir şeyse, saatlerce hiç susmadan anlatabilirim. Eleos’u neden anlatmadım bilmiyorum. Geçen seneden beri bir garibim, belki ondan.
15 senedir Yeşilköy’de oturuyorum ve buradaki hemen hemen her balık lokantasına minimum 3 kez gitmişliğim vardır, -deneyim konuşuyor yani, iyi dinleyin- bunların içinde Eleos ilk seferden sonra gitmeyi özellikle benim istediğim tek lokanta. Babam mesela Fener Lokantası’nı, Yalı’yı, az da olsa kazıkçı Yüksel’i sever. Eski Ev’i, Ogün’ü, Balıkçılar’ı, İhtiyar Balıkçı’yı da sevenler var. Bunların içinde gerçekten kötüleri var, ama boşverin bugün iyi günümdeyim o yüzden artılara odaklanmaya çalışıyorum.
Bir kere, Eleos’un tipi farklı. Beyaz meyhane diyordu kendine galiba. Doğru, her tarafı bembeyaz bir meyhane. Bir de mavi, Ege mavisi. Patron mimar bildiğim kadarıyla, ondan galiba dekorasyona özenmiş. İyi de yapmış valla, öbür balıkçılarda benim bir içim darlanıyor. Bir de adam işiyle alakalı, lokantanın ortasında durup her daim herşey yolunda mı diye kontrol edip duruyor. Garsonlar açısından sinir bozucu tabii bu durum, devamlı tepelerinde iki göz. Ama ben müşteriyim, ben rahat ediyorum. Herşey tıkır tıkır işliyor.
Müşteri pek bir şımartılıyor burada. Mutlaka, müessese bir şeyler ikram ediyor. Hoş bir şey tabii. Bizim gittiğimiz son akşam, kabak kızartma ve peynirli közbiber göndermişlerdi. Hee, tabii bir ahtapot değil -aramızda da kimse assolist değil zaten, yalan mı?- ama yine de bir şey. Önem veriyor adamlar, bunu anladık. Sonra, bu önemi pek bir güzel faturalıyorlar gerçi ama o konuya sonra geleceğim. Şimdi yemekler.
Yemeklerde klasikler de var, benim gibi “yeni bir şey deneyelim!” diye ısrar edenleri tatmin eden çeşitler de. Bir de kendine has küçük imzaları var her yemekte, o da hoş mesela. Salatanın üstüne, küçük bir portakal şekerlemesi kondurmuşlar. Çok mu bir şey değişti? Yoo, ama adamlar düşünmüşler. O yüzden, kocaman alkış.
Soyalı uskumru iyiydi o akşam (iki porsiyon ısmarladık), bir de midyeli lahana dolması. Deniz börülcesinin nasıl olduğunu hatırlamıyorum, demek ki kaydetmemişim. Ahtapotu yazmışım ama, muhhteeeşeeemm olmamakla birlikte o da iyiydi. Bir de peynir ve kavuna önem vermişler, bir zahmet gidip iyisini seçmişler. Hayır, bunu yapamayanlar var, ondan söylüyorum.
Yasin bir duble rakı içti, ben de soğutulmuş bir kadeh beyaz şarap. Müesseseden yine bir tatlı ikramı geldi. Arkasından da tokat gibi bir hesap. İki kişi 145-150 arası bir hesap verdik. Ne balık yedik, ne karides ne kalamar, ne de çok bir şey içtik. N’oluyor ya? dedim. Burası da onlardan olmuş. Ne yediğinizin bir önemi yok, kelle başı hesap yapan balıkçılar klubüne hoş geldiniz. Böyle değildi burası, ne biliyim herhalde bu işin raconu bu…
Artılara odaklanacağım diye başlayıp, sonlarda kendimi bozdum ama n’apiyim onlar da bana aynısını yaptılar. Hoş mekan, iyi servis, ikramlar, arkasından bam! kapı gibi hesap.
Yine de Eleos iyidir son kertede. Zaten hangi balıkçıya gidersen git kişi başı 70-80 ödeyeceksin bu şehirde. Onu anladık.
Journey’de crumble
Dekorasyon dergisinde Yiğit’in parmağı ile işaret ettiği ve çok beğendiği akçaağaç-beyaz lake büfeden itibaren saat yönünde: Nişan yüzüğünden geçecek incelikte sarmalar, pestolu pizza, yaban mersinli pancar und roka salatası, garnitür sıfatında brokoli ve ıspanak kökü ve terenin altına saklanmış olan mercimekli ılık patates salatası.
Yiğit’in Selçuk’a bahsetmesinden ve ilk teftişimizden sonra dört kere falan daha geldim buraya. Her seferinde bir başkasını sürükledim ama sadece kahve falan içtim. Her seferinde gayet güzel muhabbet ettik, rahat ettim. Meğer yemeliymişim de. Herşey pek bir ayarında. Bir kere önden içtiğimiz düğün çorbasını hem iyi yapmışlar hem de hafif acı, biraz domatesli, azıcık nohutlu yapıp süper yorumlamışlar. Pizza çavdar unundan, olsa olsa biraz küçük. Salatanın sosu ayarında. Ekşi ekmekler sıcak. Ayy, esas crumble’ı: tatlı değil! üstü hafif tatlı, kıtır kıtır, altı vişneli, dağ meyveli ama hoş bir ekşi. Anlamışlar crumble’ın ne olduğunu. Nihayet biri anlamış.
Servis rahat. Koltuklar daha rahat. Karıştıracak dergi çok. Tuvaletinde bile var dergiler. Aman aman, çok övdüm. Vazgeçtim, gitmeyin siz. Zaten çok yabancı falan vardı, bir de siz gerekmiyorsunuz. Bırakın bir süre ben gideyim.
4 kişi içkisiz 94 lira. Eski Porte’nin yerinde.
Maxgreen Co’da domates çorbası
Bir yazı önce ızgara bonfileye harika dedikten sonra buranın domates çorbasına da aynı şeyi söylemek çok terbiyesizce bir ahlaki görececilik (relativism) olacak ama yaptım, olacak. Tartışırken veya iş yaparken delirtebilirim bu özelliğimle. Tabii karşımdaki tartışmanın tadı namına belli bir ahlaki dayanağım olsun istiyorsa. Yok onun dayanağını onaylayayım, çok haklı olduğunu söyleyeyim istiyorsa, o başka. O zaman pek seviyor beni insanlar. Konu beslenme olunca ve etrafımdakiler orthorexic (doğru beslenme hastası) olunca kendimi sevdirmem yine kolay. “Organik yemek lazım” “Tabii” “Süt kötü birşey” “Çok haklısın” “Şeker eroinden beter” “Bence de” “Hayvansal gıda hepimizi öldürecek” “Ya, ne demezsin” “Yavaş olsun” “Olsun”. Ki zaman zaman yer yer bunları uyguluyorum. Ama çiğ yemek fikri beni bile zorluyor. En azından hayatımın şu noktasında bilmek, çiğ yemek istemek istemiyorum.
Akmerkez’de Dükkan Burger’in yanında, ahşap masalarında cici saksıların olup da reggea müzik çaldıkları için zaten marjinal ve daha da marjinalleşme tehlikesi olan ama bir taraftan da ahalinin çoğunun salatası güzel, tatlıları şekersiz bir yer diye görebileceği bir yer Maxgreen Co. Menülerinde, broşürlerinde lafı geçmiyor ama olayı çiğ yemek. Hiç teftiş etmediğim Saf gibi.
Ben domates çorbası içtim, bol kuruyemişli bir salata yedim. Domates çorbası nihayetinde vijtlanmış domatesin ılık ve hafif baharatlı hali olmakla birlikte her yerde yediğimiz domates salçasından bozma acılaşmış çorbalarla kabil-i kıyas olamayacak lezzette olduğundan 8 lirasını hakkediyordu. Salatanın ise kuru yemişi o kadar fazla olmasaydı–ay şikayete bak–önüme her salata geldiğinde iç geçirip hayalini kurduğum türdendi. Taptaze, karmakarışık ama tam kıvamında. Hatta sosunun kıvamını ne kadar iyi tutturduklarını düşünüp analiz etmeye çalıştıktan sonra hatırladım ki Deniz de burayı hevesle anlatırken aynı şekilde analiz etmişti. Ama ben ne yazık ki gazeteci içgüdüsüne sahip bir blogger olmadığımdan dükkanın sahipleriyle konuşup, kandırıp 9 saatte pişen karavana kuru fasulyeden yiyemedim onun aksine.
Bunu okuyup siz de “yok artık” demeyin. Hevesiniz varsa bu işlere, bence akşam yemeğine kadar vegan olur gibi, Dükkan’dan hamburgerinizi alıp yanına patates kızartması yerine buradan salata almakla başlayın… Orthorexia dinine hoşgeldiniz!
Karaköy’de Bir Kır Lokantası
Akın Balık burası. Gitmeden evvel aynen bu beylik lafları duymuştum. Nasıl olur ya, dedim, hırdavatçıların arasında. Ama siz bu yanılsamaya düşmeyin. Bugün gittim gördüm, gayet oluyormuş. Sadece ben daha geniş hayal etmiştim. Orada Akın Balık gibi başka mekanlar da var, onlarla beraber hepsinin tuttuğu alan kadar geniş olduğunu hayal etmiştim ama olsun yine de “kır lokantası” benim için. Hem de manzaralısından. Oturduğum yerden sağıma soluma döne döne, 180 derece panoromik resimlerini çektim. Karaköy iskelesi var, balık satılan tezgahlar var. Tezgahları bitirir bitirmez sağda Akın Balık.
İki porsiyon sarıkanat var üstteki tabakta. Oltayla mı yakalandı diye sorduk. Garsonun halinden yeterince duyarlı olduğunu çıkardık biz. Lüfere hasret kalmak istemeyiz sonra. Bu bizim sarıkanatların lezzeti tam yerinde. Kalamar da mükemmel değil ama o da kesinlikle ortalama üstü. Ama ortalamanın da az üstü. Yeşiler mis gibi, gayet körpe. Ama buranın sanırım içki ruhsatı yok.
İki porsiyon sarıkanat, üç kişilik roka-kıvırcık karışık salata, iki bira, bir cola 68. Defalarca daha gidebilirim buraya.
Tarihi Sultanahmet Köftecisi
En ünlüsüne gittik. Hani şu duvarlarında yazılar, fotoğraflar olan.
1,5 köfte, 1 mercimek çorbası, 1 pilav, 2 salata ve 1 piyaz yedik. 1 kola ve 1 ayran içtik. Toplam 42 TL ödedik.
Hızlı, gerçekten hızlı servis. Nefasetinden ölünecek bir yemek yok ortada ama iyi yemek, Allah için. Köfteler lezzetli, pilavı tane tane. Çorba gecenin soğuğuna sıcak sıcak iyi geldi; salatanın malzemeleri taze taze doğranmadı ama pörsümüş de değildi hani.
Sırf köfte için Sultan Ahmet’e gidilir mi emin değilim, ama oraya gitmişken de burada köfte yenir diye düşünüyorum.
Zencefil’i seviyoruz
Emek “yeni bir şeyler denemeyelim, bildiğimizden şaşmayalım” dedi, Zencefil’e gittik.
Ben sebze salatası ve bulgurlu çorba, Emek sebzeli lazanya yedi. Yarım karaf şarap içtik. Ben, Emek’i beklerken önden bitki çayı içmiştim. Toplam 68 TL ödedik.
Zencefil aynı Zencefil. Kocaman alkış. Dalga geçmiyorum.
SaladStation’da salata
Burası da İstiklal’de yeni açılan yerlerden biri. Bu öğlen gittik, tıklım tıklım doluydu. Salata bazı olarak 6 farklı yeşillik grubu, 20 çeşit salata, 14 çeşit salata sosu var. Ama istersen kendi salatanı istediğin malzemeleri seçerek kendin de yaptırabiliyorsun, keyfine göre. Ben yeşillik olarak ıspanak aldım ve Çeşme Salata yaptırdım. Damla, ıspanak üstüne noodle’lı özel salatasını oluşturdu. Virna, meskülen üzerine Çeşme Salata seçti. Pınar, Steak House aldı. Hemen oracıkta, gözümüzün önünde, salata şeflerimiz malzemeleri koydular, sosları döktüler, salataları hazır ettiler. Plastik kaplarda aldığımız yeşilliği, salatayı hazırlarken metal kocaman kaselere dökerek karıştırdılar. Ben nedense sonrasında da o metal kaselerde yiyeceğiz sanmıştım, ama öyle olmadı. Salata hazır olduktan sonra plastik kabına geri kondu, ordan yedik. Sağlık olsun diycem ama işi sağlık/salata olan bir yerin plastikle bu kadar içli dışlı olması da garip yani. Pınar tatlı-ekşi Asian çorba, Virna naneli bezelye çorbası içti. Bezelye iyi, tatlı-ekşi bildiğin acıydı. Salatalar hepimizi memnun etti. Benimkinde karides vardı mesela, malzemeden kaçmamışlar, epey bi karides doldurmuşlar. Salatamın frambuaz sosu da gayet başarılıydı. Finalde muzlu kek yedim tatlı olarak. Epey doygun, ev keki kıvamında, makul büyüklükte bir dilimdi. Kızlar da tattılar, hepimiz beğendik. Adam başı ortalama 15-20 arası ödedik. İçecek almadık.
SaladStation salata meselesini enine boyuna masaya yatırmış gibi geldi bana. Herkes mutlu çıkabilir burdan. Özellikle de her öğlen salataya talim eden sağlıklı yaşam ve rejim kuşları için iyi bir alternatif olsa gerek.
Köfteci Ramiz’de çok kez
İstinye Park’a son gidişlerimizde en çok uğradığımız yemekçi, Köfteci Ramiz oldu.
Genelde iş çıkışı gittiğimizden, ben aç, Yasin çok aç oluyor. Yasin çok aç olunca, Burger King’e olan zaafı hortluyor, ben sinir oluyorum. O yüzden, yine fast food kategorisinde olan ama nispeten daha sağlıklı yemek sunan bir alternatif bulmak durumunda kalıyorum. Günaydın’da ve Saray’da defalarca yedikten sonra sıkılınca, Köfteci Ramiz’e bir şans verelim dedik. O zamandan beri birçok defa burada yemek yedik. Yasin köftelerine bayılıyor, ben de binbir çeşit malzeme olan salata tezgahına. Belki 5-6 çeşit yeşillik, 3-4 çeşit fasulye, değişik otlar, turşular ve benim gibi otçulların mest olacağı bir tezgah var burada. Sonra, yoğurt güveç kapta satılanlardan, ayran da Eker marka. Fiyatlar da gayet uygun. Daha ne olsun?
Biz her seferinde, 2 tıka basa doldurulmuş salata tabağı, 1,5 Ramiz köfte, 1 ayran, 1 kola, 1 yoğurt alıp 25 TL ödüyoruz.
Büyükada Milto’da nasıl yani?
Hani taksiye bindiğinizde eğer gideceğiniz yol kısaysa, çoğu zaman bir dayak yemediğiniz kalır ya, Milto’da da bize benzer bir muamele çektiler. Bir kalamar tava, bir tereyağında karides, bir patlıcan salatası, bir semizotu salatası ve bir de mevsim salatası yiyip bir tek rakı içtik diye, bize hem 90 TL hesap ödettiler, hem de bu nasıl hesaptır diye sorunca saygısız garsonun “Abim, kokoreç yemiyorsun ki!” lafıyla karşı karşıya bıraktılar.
Üstüne üstlük, ne karidesi karidesti ne de kalamarı kalamar. Hadi lezzetli yemek sunulmamasını geçtim de, insanın keyfini kaçırmak, hele ki keyif olsun diye gittiği bir yerde, biraz ayıp oluyor diye düşünüyorum.