Defne ve İskorpit’in çocukları Maya

Kemankeş Caddesi 35-A adresi yıldız üretmeye devam ediyor: 3’te iki tutturan lokanta kuluçka adresi, bir önceki denemesi Positano’yu tutturamamış olsa da (gitmiştik, görmüştük, yazmaya değer bile bulmamıştık) bu seferki parlayacak bir yıldız. Sahibesi yemek adabının sadece mutfakta pişmediğini, malzemelerinin (ki buna kendisi de dahil bence) içinde yetiştiği kültürün bir parçası olduğunu; kendi zevki ve izlenimleriyle harmanlayıp, sosyal ve çok duyulu bir besleme olduğunu kavramış ve sonuçta bunu ve sadece bunu sunmuş.

Ne kadar menüdeki herşeyi ısmarlamak ve yemek istemiş olsak da, sadece mezelerin bir kısmını denemekle kaldık: Kuru domatesli çerkez tavuğu, mücver (hint nane sosu ile), ahtapot ızgara, kızarmış sebze (hıyarlı yoğurt/cacık sosu ile), tavuk pate ve yanında birer kadeh Lal. Çok uzun süredir yediğimiz en iyi yemeklerden birini yedik, bunun için teşekkür ederiz.

Menü tarihli, ve sanki her gün değişiyormuş izlenimini verdi, ama emin değilim. Geniş bir repertoire ve çok ön çalışma gerektiren bu girişim umarım tutar. Onun yerine sezonluk menü olsa sanki daha mantıklı olurdu. Her sezon içinde gittiğimde ne yiyeceğimi bilip, her yeni sezonda da yeni birşeyler yemek için giderdim. Hergün değişen menünün yeterince çalışılabileceğinden ve her zaman en yüksek standartta olacağından sanki şüpheliyim.

Gelgelelim, panna cotta‘nın ismine karşın çok da pişmemiş olduğunu, yoğurt tadı ve Selin’in söylemesiyle çiğ krema tadı aldığımı söylemeden edemeyeceğim. Tatlının sadece yarısını yiyince, yemeğin zevkini bozmayı beceremedi.

Şarap kadehleri 10 tl, Mezeler 8-15 arası, ana yemekler 25-35 arası. Biz toplamda 76 tl ödedik.

www.lokantamaya.com

Leb-i Derya’da karidesli spring roll

Bunu asıl yanındaki soğuk avokado çorbasını merak ettiğim için ısmarlamıştım. Fena değildi, ama elbette daha ilginç olabilirmiş. Yanı sıra devirdiğim Cin Çarpması ise cin, tonik, limon ve salatalık bazlı bir kokteyldi. Çok ferahlatıcı olmakla birlikte ‘çarpıcı’ düzeyde alkol içermiyordu. Hediyesi toplam 50 TL gibi bir şey.

www.lebiderya.com

Müthiş lezzetler diyarı: Pizza 49

Time-out yazmış, denememek olmazdı. İlk kez geçen Cuma öğlen gittik, sonra Cumartesi ve Pazar sabahı da burda yedik. Dolayısıyla menüyü epey test ettik.

Pizzalar şahane. İnce çıtır hamur, kaliteli, bol malzeme, nefis tat. Üstüne gelen tatlı Nutellisimo her genç kadının rüyası gibi bir şey! Hilal şeklinde kapanmış pizza hamuru içinde nutella ve maskarpone – ki yazarken bile yeniden acıktırdı beni. Mekanın kendi şarabı Desperate House Wine içimi kolay, hafif bir sofra şarabı. Bozcaada kahvaltısının malzemeleri taze taze Bozcaada’dan getiriliyor. Kahvaltı pizzaları ise sucuklu, pastırmalı, bacon’lı, peynir ve mantarlı çeşitleriyle göz yumurtanın pizza hamuruna kırılıp taş fırında pişirilmiş hali. Yani inanılmaz güzel! Tek sorun biraz tuzlu olmaları (pastırmalı versiyonda patlıcanlı sos tuzluymuş, peynirli versiyonda ise tulumun tuzu vardı). Bunun dışında uzun zamandır tadı bu kadar güzel, sarısı bu kadar iştah açıcı derecede turuncu yumurta yememiştim. (Elbette yumurtalar da Bozcaada’dan.)

Samimi, sakin, güleryüzlü bir yer Pizza 49. Ben çok sevdim ve mutlaka yine gideceğim.

Turnacıbaşı Cad. no 49 Çukurcuma

Fetih İşkembe’de sakatat şenliği

Evde işkembe çorbası, böbrek, koç yumurtası, dil ve hatta kelle pişirip yiyecek kadar sakatatın her türlüsünü seven anne ve babam, kokoreç krizlerine giren abla ve kardeşim var.

Buna ek olarak, bir pazar günü öğleden sonrasında Nişantaşı’na giderken, sırf aklına geldi diye ters bir u dönüşle Balat’a sapıp bir tuzlama ile yarımşar porsiyon kokoreç ve kelle yiyen ve tam olarak da doymayan bir adet de sevgilim bulunmakta.

Ben ise, sakatat görünce “ay iğrenç!” diyenlerden değilim ama pek meraklısı da değilim açıkcası. Hatta hiç meraklısı değilim diyeyim de tam olsun. Ama işte, tamamen aşkımdan, Balat’taki meşhur Fetih İşkembe’ye gidiverdim, o pazar günkü ters u dönüşü sonrası.

Yasin, güzel güzel, tuzlamasını, kellesini, kokoreçini yedi; ben de kellenin diline ve beynine, az da kokoreçe ortak oldum. O, yemek boyunca transa geçti ve benle konuşmadı. Onun için, o kadar iyiydi yani yemekler! Bense, özellikle dili beğendim. Kokoreç de iyiydi aslında.

Hesap, bir kola ve bir ayranla birlikte 20 TL geldi. Sakatat seviyorsanız, sakın durmayın bir gün gidin. Balat’ta, lokantanın yerini bir esnafa sorun, onlar tarif eder.

müzedechanga’da balkabaklı muhammara

Restoran lafı, biliyorsunuz, Fransızca restaurant ‘dan geliyor, yeniden toparlayan, canlandıran manasında. Fransa’da vaktiyle bir lokanta sahibi çorbasının canlandırıcı etkisini reklam etmesiyle bu laf tutuyor. Ben bu lafı hep fiziksel bir canlandırma olarak düşünmüştüm. Müşteri aç biilaç girer, yer içer, doyar, neşesi yerine gelir ve gider.

Bayramda İstanbul’daydım, halbuki hiç istemiyordum burada kalmak. Bayramlarını, tatillerini aylar öncesinden planlayan, planlamasa da spontan bir şekilde bir yerlere çekip gidiveren biri olmak isterim ama değilim. Günlük koşuşturmaya kaptırmış olmaktan dolayı bayramda burada kalmak çok koydu bana. Zavallı Selçuk, kısmen kendini de eğlendirmek için, beni zır zır gezdirdi. Uzun zamandır gitmediğim bir iki yere gittim, şehir içinde yeterince tebdil-i mekan oldu, iyi geldi.

Herhalde ikinci akşamdı, müzedechanga’ya gittik. İki üç masa doluydu. Pencere kenarında bir masaya oturduk. Çok yemedik, az yemedik. Acele etmedik, çok ağırdan almadık. Ne yediysek memnun kaldık. Balkabaklı muhammara fikren iyi olmakla birlikte, “ben daha iyisini yapabilirim” hissini, yemek yapma hevesini verdi. Kabaklı ve lorlu bruschetta tam tadımlık, yoğunlaştırılmış bir lezzetçikti. Asma yaprağında kuzu, önce bildiğimiz sarmayla bildiğimizi kuzuyu yepyeni birşeymiş gibi pazarlıyor hissi verse de bal gibi yeni ve çok zevkli birşeydi. Ravioliyleyse, “ne var ya bunun içinde, dilimin ucunda” oyunu oynadık. Ne sıkıcıydı ne yapmacık. Yeterince değişik, yeterince lezzetliydi. Antipatik müşteri yoktu, tepemizde gıcık eden garson veya onay isteyen işletmeci yoktu, vestiyer soygunu yoktu, Madame Pipi yoktu, vale terörü yoktu. Akşam bir yerde güzel bir yemek yemek istediğimizde hayal ettiğimiz yemek gibi birşeydi bu. Öyle ki o akşam, ben oradan ruhen restaurée bir şekilde kalktım. Herşeyin nasıl yavaş yavaş o günden beri düzeltmekte olduğunu söylüyorum kendi kendime.

www.changa-istanbul.com

Oda ba günden beri O günden beri

White Mill’de Yılbaşı Keyfi…

Hayatımda bu kadar spontane gelişip de, bu kadar eğlendiğim başka bir özel gece hatırlamıyorum.

Gece, Tarihi Cumhuriyet Meyhanesine niyetlenip, White Mill’e kısmet olan bir geceydi. Çok da isabetli olmuş doğrusu. Yılbaşı gecesi rezervasyonumuz olmadığından terası seçmek durumunda kaldık. Zaten ısıtıcılar sayesinde içeriyi aratmadı.

Efenim, yediklerimize gelirsek şöyle ki;

Meeeeezzeeeeeeeee tabağı, roka salata, ızgara bonfile (şarap sosu ile)

Başlangıç tabağında; sigara böreği, beyaz peynir, arnavut ciğeri, fasulye pilaki ve haydari.

Roka salata bilindik salata, ekstradan parmesan eklemişler. Gayet başarılı.

Gelelim ızgara bonfileye. Ben iyi pişsin ama yanmasın lafını sanıyorum 3 kez tekrar ettim beyhude yere. Zira ne zaman bu yemeği ısmarlasam özellikle söylerim, ancak her seferinde de ya içi pişmemiş ya da üstü yanmış olarak gelir. Eğer özel bir gün olmasaydı, bizlerde davetsiz misafir olmasaydık, içi pişmemiş bonfile, canım mutfağın yolunu tekrar tutardı :) Şarap sos yanına çok yakışmış, vereceklerini bilsem tarifini alırdım, o derece. Garsonumuz bonfile siparişini alırken, şarap sos mu rokfor sos mu diye sordu? Hepimiz şarap dediğimizden rokfor sos aklımda kaldı. Eminim o da yakışmıştır.

Bizi geri çevirmedikleri ve güleryüzle hizmet ettikleri için çok çok teşekkür ederiz.

Tüm bu yediklerimiz + 2 şişe şarap=400-TL (Bana iyi geldi özellikle de yılbaşı akşamı için.)

Great Dong Fang’den Açık Büfe :)

Felekten bir yemek olsun dediğimizde kaçış noktalarından biri :) Cevahir en üst katta sizi hiç yormadan seç beğen al usulü bir açık büfe yapılmış. Üstelik içecek hariç herşey de büfeye konuçlandırılmış. Benim seçimim önden acılı-ekşili çorba, tabağıma aldıklarım ise; tatlı soya sosa bulanmış biberli soğanlı tavuk, susamli çıtır tavuk, çin mantısı, sebzeli noodle, kızarmış patlıcan, havuç, kabak yanına salata.

Özellikle tavsiyem çin mantısı ve tatlı sosla yapılmış tavuk. Salatalarda yanına çok yakıştırdıklarımdan. Hizmete gelince açık büfe olunca neye ne kadar söylenebilirim bilmiyorum ama kasadaki çinli ablamız bile türkleşmiş. Biraz güleryüz yav ölmezsiniz. Garsonlardan bahsetmek bile istemem. Zira, kolayı getirirken, boş çorba kasesini almayıp bizi tıklım tıkış halimizle bırakmak hangi servis görevlisinin kalitesini ortaya koyar varın buna da siz karar verin.

Uzun etmeyeyim, Cevo’ya gittiğinizde açsanız kesinlikle denemeniz gereken bir yer olduğu kanısındayım. Garsonlara ilişmeyin, huzurla ayrılın :)

Açık büfe+içecek=14.50-TL

Zinnet’te dapanji

zinnet1Amaan, iki hafta önce yazıyı yazmaya başladığımda “Nolur nolur nolur siz de gidin bu Zinnet’e…” diye girizgah bile yapmıştım. Ama şimdi “futbol asla sadece futbol değildir” hesabı “yemek asla sadece yemek değildir” gibi bir durum ortaya çıkınca girizgahım da biraz sakil duruyor.

zinnet4

zinnet3

zinnet2

Burası Büyükşehir Belediyesinin Topkapı’daki Türk Kültürü parkının içindeki, Kültür A.Ş.’nin karşısındaki Zinnet Restaurant. Bu alanı insanlar daha çok Fetih müzesi ile biliyor, anladığım kadarıyla. Restoranın olduğu tarafta her bir Türk cumhuriyeti için birer ev-müzecik yapmışlar. İki de yurt yani çadır var çimenlerde. Restoran, müzecikler gibi Türk dünyasının yemeklerini tanıtma amacında. Sahibesi Doğu Türkistanlı Uygur, Zarife Hanım. Zinnet, annesinin adıymış. Bize bir ara servis yapan genç kız, tahminen Zarife Hanım’ın kızı, “Arabistan’da doğdum, çocukken Türkiye’ye geldim” diyor. Yemekler, Doğu Türkistan yemekleri ama başka Türk mutfaklarından da anlıyorlar, bal gibi yapıyorlar.

Nolur, nolur gidin diyorum çünkü yemekler harika. Biz çok sıcak bir Cumartesi günü, öğleden sonra gittik. Hem esiyordu, hem de kuşlar ötüyordu, sakindi. Hemen çay verdiler. Ardından kushkasti adında hamurlu etli bir çorba, acılı ekşili çorba, Özbek pilavı, Özbek mantısı, soya erişteli salata, beş parmak, morlu et ve dapanji yedik. Beş parmak, hamurlu etli salçasız bir sulu yemek. Morlu etin moru, mantar tat ve kıvamında etli bir yosun. Tabii ki ben ısmarladım onu. Dapanjiyi ise ikinci resimde görüyorsunuz. Sekiz on baharatlı, acılı en az iki kişilik bir tavuk yemeği. Etleri yiyince sosuna erişte ekliyorlar. Baharatların karışımının ne kadar başarılı olduğunu anlatmam mümkün değil. Zaten yemekleri yerken ara ara umami muhabbeti sürdü: Neydi, nasıl bir şey, bunlarda var mı şimdi? Bu yemekleri yerken aklımdan geçen şuydu: “Anaaa, demek ki başkaları bize yemek niyetine yavan malzeme karışımları yedirip yedirip kandırıyorlar.” Ööle çok övdüğüm yerler için bile geçerli bu dediğim. Yemek, bizim yediğimizden başka birşeymiş meğer, hissi verdi.

Yemekler buradan Çin’e uzanan coğrafyadan tanıdığımız tatların sentezi dersem basitleştirdiğim için ayıp olacak ama öyle bir his veriyor. Hem tanıdık hem de yeni, beklenmedik tadlar. Biz dört kişi öğle yemeğine, menünün ancak beşte birini denemişizdir (140 lira verdik). Daha önce evlerden birinin açılışı için geldiğimde verdikleri davette işkembe salatası, paça kavurması, kürdan kebabı gibi güzellikler de denemiştim, etti dörtte biri. Haftanın her günü açık. Kahvaltı da veriyorlarmış.

N’olur n’olur gidin dememin başka bir nedeni, varlığının pamuk ipliğine bağlı olması. Bu kültür parkı sonuçta kocaman bir halkla ilişkiler faaliyeti. Birilerini ağırlama mekanı, burası. Mekancıların listesine girecek, in olacak bir yer de değil. Salaş ve ucuz halk mekanı değil. Şehir tarafından benimsenmesi, zihin haritasına yerleşmesi zor bir mekan. İşte tam da bu nedenle gidin. Böylesine salak nedenler yüzünden bu kadar güzel yemeklerin yenmezse yazık olur.

Kabataş-Zeytinburnu tramvayında Topkapı durağında inip yukarı çıkın, Kültür parkındasınız. Benim için arabayla gidişi anlatması çok karışık.

Antiochia’da Erkeksi Yemek

7 kişilik abaza erkek grubuyla hem içki içip hem de madem seksistiz bari seksist devam edelim ve erkeksi şeyler yiyelim dedik. (Eren, acaba erkeksi yiyecekler, kadınsı yiyecekler kategorisi de olsa olur mu?)

Bölge olarak da erkeksi mekan Beyoğlu’nda karar kıldık (Asmalımescid artık kadınsı olmuş olabilir, uzatmayalım). Umut Ocakbaşı bozmuş dendi, aradaki diğer ocakbaşılar nedense es geçildi, Canım Ciğerim  benim nezdimde fazla kısıtlı mönüden kaybetti, meyhaneleri konuşurken Antiochia‘da karar kılındı.

Çalıştığı semt itibariyle Galatasaraylı olan Okan Abimiz mekana zaten aşinaymış, içeri girince sahiplerinden Süleyman tarafından krallar gibi karşılandık. Süleyman zaten az masa olduğundan her müşteriyle oturup biraz hoşbeş edebiliyor. Birkaç fıkra ve gelen gidenlerin hikayesi sonrasında bir italyan gastecinin birkaç kez geldiğini ve şimdi mekanın italyan turist merkezi haline geldiğini anlattı.

Hemen beklemeden mezeler ve mezelere yardımcı olması için biberli pideler geldi.  Tabii ki humus, muhammara ki bence çok güzeldi, acılı ve nar ekşili salata sonrası Köşebaşı’nda göreceğiniz cinsten modern yassı tabaklarda önce içli köfte sonra da layıkıyla terbiye edilmiş etlerimizi yedik.

Üstüne dondurma ile birazdan çantalarımıza da atacağımız ceviz reçeli kombinasyonu çok iyi gitti. Ertesi sabah yemeğin ve muhabbetin analizini yaptığımız emaillerinden herkesin o kadar yemiş olmamıza rağmen masadan gayet hafif kalktığını teyid ettik.

Mekan adından ve web sitesinden de anlaşılacağı gibi şık bir Antakya lokantası. Düşünmeden bir daha giderim ve herkese tavsiye ederim. Hatta geçen akşam Asmalımescid yemek hakkımı Küba lokantasında harcadığım için hala her akşam yatmadan önce sırtımı kırbaçlıyorum.

Çıkarken abaza yemeğimiz sonrasi yengeleri memnun edecek kardeş müessese eşantiyonları da aldık. Antakya işi defneli zeytinyağı sabunu, zeytinyağının kendisi, taze cevizden yapılma ceviz reçeli…

Adam başı içki ve eşantiyonlarımız dahil galiba 65 verdik masanın sağ tarafı yüklüce rakı içmiş ama sol tarafı zayıf kalmış herhalde ortalamada adam başı bir buçuk iki – ikibuçuk duble olmuştur.

Okan Abim düzeltti eşantiyonları düşersem adam başı 45 lira kadar olacakmış.

8 İstanbul’da biraz ondan biraz bundan

Geçen cuma akşamı, Emek’in doğumgünü için, 8 İstanbul’da buluştuk. Derdi “tarz” olmak olan, havalı mekanlardan burası. Ortadaki kocaman bar, kırık bir Türkçeyle konuşan yabancı barmen, mönü tasarımı, birbirinden farklı masa ve sandalyeler, gelen insanlar, müzik, kısaca herşey, bana havalı olma isteğinin bir parçası gibi geldi. Kötü mü olmuş? Hayır. Hatta, bu tarz yerleri beğenen insanların rahatlıkla deneyebileceği ve büyük ihtimal sevebileceği bir mekan yaratılmış, bana kalırsa.

O akşam, 7-8 kişilik bir grupla beraber yemek yedik. Bu, benim adıma iyi bir şey, çünkü ne kadar çok insan, o kadar farklı yemek demek.

Ana yemeklerden önce, ortaya 4 çeşit başlangıç tabağı ısmarladık. Bunlardan ilki, İtalyan usulü kalamar ızgaraydı, yanında yeşillik ve acılı bir sosla geldi.

kopyasi-emek-dgunu-8-istanbul-270309-001

Kalamarın yumuşaklığı kıvamında, sos acı, onun dışında bir olayı yok.

İkinci başlangıç, chicken satay. Şişe dizilip ızgara edilmiş tavuk parçaları, yanında ve üstünde yer fıstıklı bir sosla servis edildi. Şaşırtıcı bir şey değil ama iyidir, yenebilir, dahası yerken zevk de alınabilir.

kopyasi-emek-dgunu-8-istanbul-270309-005

Üçüncü seçeneğimiz, domates & avokado & keçi peyniri salatası oldu. Bütün gece boyunca yediğimiz yemekler arasında, verilen parayı en çok hak etmeyen, bence bu tabaktı.

kopyasi-emek-dgunu-8-istanbul-270309-006

Avokado ve hormonlu domatesleri koca koca dilimlemişler, üzerine de erimiş keçi peyniri dökmüşler. Sonra da, bunun için 15 TL gibi bir para istemişler. Bu mudur ? dedim içimden. O sırada, tabaktaki tatsız tuzsuz domatesler bana bakıyordu.

Karidesli spring roll, son başlangıç yemeği oldu.

kopyasi-emek-dgunu-8-istanbul-270309-008

İç malzemesinden sakınmamışlar, dışını da çıtır çıtır kızartmışlar. Hoş olmuş.

Ana yemeklere gelince, benim denediğim iki tane oldu. Birincisi, Ayşe’nin ısmarladığı, gecenin tartışmasız assolisti, ginger soslu kılıç şiş.

kopyasi-emek-dgunu-8-istanbul-270309-012

Kocaman porsiyonda gelen kılıç balığı, gerçekten çok lezzetliydi. Löp etli olan bu nefis balığı güzel terbiye etmişler, yanına da uyumlu bir sos koymuşlar. Tavsiye ederim, bir gün 8 İstanbul’a giderseniz, bu yemeği bir deneyin.

İkinci ana yemek, kendime ısmarladığım Asya usulu fırında çipuraydı.

kopyasi-emek-dgunu-8-istanbul-270309-015

Oldukça büyük bir çiftlik çipurasını fırında pişirmişler. Üzerine de, Asyalı olduğunu iddia ettikleri bir sos dökmüşler ve yanına da fırında patates ve roka koymuşlar. Sosunun bulaşmadığı yerden bir çatal alınca, bilindik çiftlik çipurasının o yavan tadıyla karşılaştım. Kılıçtan sonra, bu yemek tam bir hayal kırıklığıydı.

Ve sonuncu yemek olarak, İpek’ in ısmarladığı Vietnam salatasından da tattım biraz. Kıtır kıtır lahanaları ve havuçları doğramışlar, soya filizi, birkaç taze ot eklemişler, lezzetli ve karar miktarda sosla karıştırmışlar ve ortaya hoş, ferah, sağlıklı, hafif bir salata çıkarmışlar. Ben beğendim açıkçası.

kopyasi-emek-dgunu-8-istanbul-270309-017

Bütün bu yemeklerle birlikte, beyaz şarap olarak Kav Narince, kırmızı olarak da DLC Boğazkere içtik. Yemekten önce barda içilen içkiler, diğer insanların yediği bonfileler ve pad thai ile birlikte, kişi başı hesap 118 TL geldi.

Anlaşıldığı üzere, burası oldukça pahalı bir yer. Kesinlikle tavsiye ederim, diyemiyorum. Fakat, denemekten zarar gelmez. Yarar gelir mi? Orasına siz karar verin.