Giolitti’de cassis dondurması

Bu sıralar hayat bana güzel. Geçen akşam yemekten dönerken başıma gelen de tam “cherry on top” oldu. Çeşitlerine bakmak bahanesiyle Giolitti’nin vitrinine yapıştık. Hem uluslararası zincir, hem de yerine açıldığı dükkanın pissaladiere‘ini bir kere bile deneyememişim. Yemeyecektim dondurma. Ama “muro-böğürtlen” ve “mirtillo-blackberry” tabelalarını görüp “Ama mirtillo, blackberry değil ki, blueberry, yabanmersini.” “Bu yani özetle karadutlu mu?” muhabbetlerinin sonucunda mor mor tavladı beni. Kağıt kupta bir top aldım. Ama karadut değildi yediğim. Cassis‘ti cassis! Hastasıyım. Nereden nasıl bir hatayla böyle olduysa, n’olur bir süre devam etsin. Bir kerecik daha yiyeyim. Normalde sevmediğim Tünel-Taksim yolunu yine lay lay yürüyeyim.

Fransa’dan bana hediye getirmek istiyorsanız cassis reçeli, likörü getirebilirsiniz. Türkçe nasıl diyorlar bilemiyorum. Frenk üzümüyle kuş üzümünün kuzeni olduğuna göre birşey üzümü. Türkiye’de de yetiştiğini duyarsam çok üzülürüm.

Kup 4 lira.

www.giolitti.it

Roma’nın balçiçeği dondurması

Sinan çocukluğunda İngilizce hiç duyulmayan Moda’da artık ex-pat’lerin yaşadığını, bin türlü kusur bulduğumuz İstanbul’da herşeyin daha daha da değerleneceğini, yakın gelecekte Dubai olacağımızı falan söyledi geçen gün. İstemiyorum değerlenmesin. Dediğini ben de hissettiğim için yazamıyorum artık Yesek’e. Benim artık ait olmadığım bir yer hakkında neci olduğunu bilmediğim insanlara yazı yazmak gittikçe daha zor geliyor. Değerlenmesin aman, sonra Beşiktaş’taki Roma Dondurmacısı kapanacak, bal ve polenli balçiçeği, bir bambaşka olan sakızlı, güzel ekşiten limonlu güzelim dondurmalarını yapmayacak, herkes gidecek Burger King’de köpük yiyecek, Sinan gibiler karşıma geçecek  “ama şekerim orası prime estate, tabii ki kapanacaktı” diye ahkam kesecek. Bari o zamana kadar Roma’dan yiyin dondurmanızı, söz mü?

Kilosu 24 lira.

Ben de Bodrum semalarından bildiriyorum o zaman

Geçen sene Ceyda Bodrum semalarından bildirmişti ya, şimdi ben de bildireceğim. Pek Bodrum kültürüm olmadığından, cehaletimi örtbas etmek için yazıyorum. İnsanların eklediği yorumlarla bayağı işe yarar birşey haline geliyormuş. Yemek blogger‘ının Bodrum yatırımı bu kadar oluyor, Kulibayev’inki gibi değil.

Bitez Dondurmacısı: Kolayından başlayalım. O kadar insan bahsettiğine ve 8 şubesi falan olduğuna göre kesin pompalamadır diye bir önyargım vardı ama meşhur olduğunu bilmeden konyaklı çikolatalısını yiyince ben de mürit oldum. Ama o mu iyidir, Yelken Pizza’nınki mi kavgasına girmem.

Kahve Dünyası: İstanbul’daki şubelerinde sabahları kruvasan satıyorlar mı? Çok saçma ama iyi kruvasanı koskoca İstanbul’da bulama, sonra git Turgutreis’te zincir kahvecide bul. Her sabah kahve ve kruvasan için saat dokuz olsun da Kahve Dünyası açılsın diye sabırsızlanıyorduk.

Cıngıloğlu Süt Ürünleri: Son sabah burada kahvaltı etmeye heveslendik. On kadar şubesi olan peynircinin “Exclusive Mağaza ve Börek Evi” şubesiymişmiş. Ne otlu ev böreğinde ne de ıspanaklı gözlemesinde hayal ettiğimiz otantiklikteydi. Önceden yapılmış, ısıtılmış falandı. Etrafımızdaki obezite sınırındaki burjuva müşteriler gibi yumurtalara, peynirlere dalmalıydık belki de.

Sünger Pizza: İki kere yedik Turgutreis’teki Sünger Pizza’da. Bodrum’dakinin verdiği zevki vermedi. Pancar, köpeoğlu, çoban, ıspanaklı ziti, çökertme, az balık çorbası, patates kızartması, beyaz pizza gibi şeyler yedik. En çok aklımda kalan şey taze patates dedikleri “donmuşundan olmayan” patates kızartmasıydı ki onu da nostaljiden. Bir de çökertmenin adı güzel be. Patatesi rendelemeyip gerçekten kibrit patates yapsalardı, yakmasalardı eti de sarmısaklı yoğurdu da kıvamında olduğundan onu da överdim. Neyse, geçiniz yani bu şubesini.

Ana-Oğul: Aslında bu semalardan bildirmemin tek amacı Ana-Oğul’dan bahsetmek. Gerçekten bir ana ve bir oğul işletiyor burayı. 365 gün açıkmış. Sadece 3-5 çeşitten ibaret ev yemeği var. Babam müdavimi. BMW ciple gelen müdavim de gördüm. Kerevizli pırasa yapılırmış oralarda, yedik. Ispanak, kuzu kapama, etli sarma, harika. Ama ananın esas marifeti patlıcan. Yine biz mi düzgün patlıcan görmüyoruz İstanbul’da, ben seçmesini mi beceremiyorum çiğini, pişmişini, artık bilemiyorum ama tavuklu pabucakide bir fena oldum. Kızarınca patlıcanın tatlılığı çıkmış ortaya, tavuklu iç harcına mantar da koymuş, beşamelini ne tıkız ne ağır yapmış. Bir de ikinci gidişimizde henüz hepsini kızartmayı bitirmeden yediğimiz patlıcan, kabak ve biber kızartması vardı ki valla dönmüyordum az daha İstanbul’a.

Bir de gayrı-Turgutreis yerlerde vardı rakı-balık yaptığımız ama konu dışı buluyorum, yazmıyorum. Bodrum’daki birkaç günden yine anladım ki İstanbul’da bildiğin kötü yemek yediriyorlar insana. Ya da İstanbul insanın yemek yeme zevkini alıp götürüyor. Bodrum’da bir gün bile kendimiz yemek yapmadığımız halde, efor sarfetmediğimiz halde mevsimle ve mekanla ilişki kurabildik. Gayrı-Turgutreis yerlerde bey armudu aldım, lokmayla birlikte kızarmış şerbetlenmiş portakal yedim, mandalinalı votkalar içtim, çekiç zeytinin kırma zeytinden farkı olmadığını öğrendim.

Zeynel’de gece tatlısı

Aslında, amaç kahve içmekti. Tatlı, olaya sonradan dahil oldu.

Gece saat 1’de, Yeniköy Passion ‘da bir kahve içelim dedik. Passion’ın kapalı olduğunu görüp eve dönerken, Zeynel’in hala açık olduğunu fark ettik. Meğerse, tam kapatıyorlarmış. Yine de, bize bir incelik gösterip kahve ve tatlı servisi yaptılar.

Kahve oldukça iyiydi, dondurmalı kazandibi şahaneydi. Kesme dondurma, süt kokuyordu. Ben bayıldım.

Kahveler ve tatlı 15-20 TL arası bir şeydir.

Özsüt’ten dondurmalı sütlaç

Özsüt, Yeşilköy’de Taps’in tam yan komşusu. Bahçeleri yanyana. Bir apartmanın arka bahçesini düşünün, yarısında çay içilip tatlı yeniyor, diğer yarısında bira içilip patates yeniyor. Apartman sakinleri de balkonlarına kurulup, aşağıdaki ahaliyi izliyor. Tablo, işte tam olarak böyle.

Bir akşam, çay içelim diye Özsüt’e gittik. Yasin, dondurmalı sütlaç da yiyelim dedi. Valla ne yalan söyleyeyim, çayı da güzeldi, az pirinçli sütlacı da, dondurması da. Normalde Bolulu Hasan Usta, tatlıcı bilmem kim gibi, bol şubeli olup fabrikalaşıp samimiyetini ve ürün kalitesini kaybetmiş yerleri yazmam ben Yesek’e. Ama galiba, Özsüt’ü ayrı bir yere koymak lazım. Emin olmak adına, birkaç kere daha gidip deneyeceğim, bakalım.  Yoksa tatlıymış, çaymış, kahveymiş, bunlar tamamen bahane :)

Girandola 1 yaşında

Bugün hava çok basık ve sıkıntılı. Aylarca uğraştığımız işin “iyilik yap, denize at” muammelesi görmesi de ofiste moralimize limon sıktı. Pazar gününe dönmek istiyorum. Havanın polarla gezebilecek kadar sıcak, dondurmanın eriyip akmayacağı kadar soğuk olduğu Pazar gününe. Yaban mersini ve kan portakalı dondurmalarından birer top alıp, İstanbul’da bunu yapabilmek çok doğal birşeymiş gibi sahilde yürüyerek yediğim Pazar gününe.

Girandola bir yılını atlattığı için mutlu, idealimdeki dünyadan bir ayrıntı sunduğu için müteşekkir, daha önce çekimser davrandığım için mahcubum. Külahta iki top 5 lira.

Cremeria Milano’nun şeftalilisi

Geçen bir yediğimde çilekli ve kavunlu iyiydi. Ama demin yediğim şeftalilisi ne yazık ki kötüydü.  Meyveleri bu kadar güzel memleketimde şeftali ve krema yeter güzel dondurma yapmak için. Ağustos ayında bunu rezil etmek ayrıca efor ister. Ya da diğer bir deyişle buzhane, kuraklık vs. döneminde iyi şeftali bulmak, evet, efor ister ama dondurmacı açmak bence makinaya meyve atabilmek değil, iyi meyve seçebilmek olmalı. Bir top 3,5 lira.

La Girandola’nın müthiş dondurması

kopyasi-la-girandola-bebek-220708-001.jpg

Arnavutköy’deki La Girandola’da dün akşam yediğim dondurma, hiç abartısız, uzun zamandan beri yediklerim içerisinde en iyisiydi. Tattığım çeşitlerin herbirinin lezzetini ayrı ayrı çok etkileyici buldum. Çilekli dondurmanın içinde gerçek çilek taneleri var, limonlu dondurma sanki ev yapımı limonatanın donmuş hali gibi. Kaymaklı dondurmayı, mekanın sahibi Aslı Hanım gerçek kaymaktan yaptığını söyledi. Fındıklı ve çikolatalı olan dondurmanın içinde bütün bütün fındık parçaları bulunuyor.

kopyasi-la-girandola-bebek-220708-002.jpg

Şahane dondurma yiyip mutlu olmak istiyorsanız mutlaka buraya uğrayın.

Dondurmanın topu 2 YTL.

Mini Dondurmacı: yanlış tercih

Dün akşam Arnavutköy’de, Bodrum Mantı’nın hemen yanında yeni açılan italyan dondurmacısına gitmek amacıyla yola çıktık ama biz vardığımızda dükkan kapalıydı. Aklımızda dondurma olduğundan, hemen Bebek’teki Mini Dondurmacı’ya geçiş yaptık. Ben çilekli ve limonlu; Mert sakızlı, karadutlu ve çikolatalı; Neda çikolatalı, çilekli ve limonlu yedik. Marketlerde satılan hazır dondurmalardan farkı neydi anlamadım. Evimizin dibindeki Yeşilköy Roma Dondurmacısı’ndan kesinlikle daha başarısızdı. Hataydı.

Loft’ta somon tartar

Bayağı hoşmuş Loft’ın açık havadaki yeri. Alt katta kapalı olan yere gitmiştim bir kere ama biraz hayalkırıklığına uğramıştım. Hiç öyle “en iyi lokanta” olacak hali yoktu. Halbuki bunun yeri çok iyiymiş bir kere. İki saksıyla yeşillenen yerlerden değil. Etraf iyice açık, sakin, zar zar araba geçmiyor. Şehirden kaçmış gibi hissediyor insan. Halbuki göbeğindeyiz. Zeynep iyi düşünmüş. Neredeyse son müşteriler biz kalana kadar oturduk. Bir de manzaralı tarafında olsaydık hiç kalkmazdık herhalde. Yemekler de ne iddia ediyor idiyse oydu. Pahalı ve süslü ve miniktiler ama taze ve yalansız ve zevkliydiler. Izgara kuşkonmazlı salata, kırmızı havyarlı somon tartar, keçi peynirli salata, limon-mango-ahududu sorbesi. Tartar yeterince limonlu, soğanlı değildi bence, daha çok ince kıyılmış saşimi gibiydi. Bir kadeh şarap, bol kahve. 120 lira.