Nedense Erem bana Ciğeristanbul’u sevdirmek için uğraşmıştı, ne yazacaksın çok merak ediyorum deyip duruyordu ama ben Murat Kelle Paça’yı daha çok sevdim. Çıtır çıtır turbunu, rokasını, her seferinde işkembe içtiysem de ondan otlandığım bol acılı kelle paça çorbasını (8 lira) değil ama. Garsonlar ve kebap ustalarının hallerini. Bir taraftan gelen Beyoğlu’nda kızlarla gezen erkek müşterilere gıpta ediyorlar belli ki. Hiçbir yamukları olmamış olsa da bence bacı macı gibi de görmüyorlar o hatunları. Ama onlar bir araya geldiğinde ettikleri muhabbetler, gülüşmeler, karşılıklı laf sokmalar birden kozu onların tarafına geçiriyor. Müşterilere esas erkeklik muhabbetini kaçırıyorlarmış gibi hissettiriyor çünkü. Anlık gidip gelmeler ama bunlar. Gülüşürlerken ve güç onlardayken birşey sipariş edince, birdenbire darmadağın oluyorlar, katı olan şey buharlaşıyor. Ve tam tersi. Bilemiyorum, erkeklik halleri açısından çok daha samimi buluyorum. Zaten gece gece kelle paça içmenin esas amacı, erkeklik ritüellerinden birini yerine getirmek değil mi?
Barbaros’tan iki günde bir
İşe en yakın olan en geç gelen olur. Zır zır gezenler, kendi şehirlerindeki tarihi yerleri görmemiştir. Barbaros’tan da çok sık yesek de en az bahsettiğim yerdir. İşte tipik bir Barbaros günü: Arnavut ciğeri, karnıbahar, kuru fasulye, İzmir köfte, bezelye, bulgur, domates çorbası. Nadirdir buranın bizi mutsuz ettiği. Kuru fasulye hatadır mesela. Bulguru yeterince sık yapmazlar. Ama köftesi iş görür. Zeytinyağlılar hep ayarındadır. Nihayet yemeksepeti’ni keşfettiler. Bir de her zaman için esnaf lokantasından bir tık pahalıdır.
Maxgreen Co’da domates çorbası
Bir yazı önce ızgara bonfileye harika dedikten sonra buranın domates çorbasına da aynı şeyi söylemek çok terbiyesizce bir ahlaki görececilik (relativism) olacak ama yaptım, olacak. Tartışırken veya iş yaparken delirtebilirim bu özelliğimle. Tabii karşımdaki tartışmanın tadı namına belli bir ahlaki dayanağım olsun istiyorsa. Yok onun dayanağını onaylayayım, çok haklı olduğunu söyleyeyim istiyorsa, o başka. O zaman pek seviyor beni insanlar. Konu beslenme olunca ve etrafımdakiler orthorexic (doğru beslenme hastası) olunca kendimi sevdirmem yine kolay. “Organik yemek lazım” “Tabii” “Süt kötü birşey” “Çok haklısın” “Şeker eroinden beter” “Bence de” “Hayvansal gıda hepimizi öldürecek” “Ya, ne demezsin” “Yavaş olsun” “Olsun”. Ki zaman zaman yer yer bunları uyguluyorum. Ama çiğ yemek fikri beni bile zorluyor. En azından hayatımın şu noktasında bilmek, çiğ yemek istemek istemiyorum.
Akmerkez’de Dükkan Burger’in yanında, ahşap masalarında cici saksıların olup da reggea müzik çaldıkları için zaten marjinal ve daha da marjinalleşme tehlikesi olan ama bir taraftan da ahalinin çoğunun salatası güzel, tatlıları şekersiz bir yer diye görebileceği bir yer Maxgreen Co. Menülerinde, broşürlerinde lafı geçmiyor ama olayı çiğ yemek. Hiç teftiş etmediğim Saf gibi.
Ben domates çorbası içtim, bol kuruyemişli bir salata yedim. Domates çorbası nihayetinde vijtlanmış domatesin ılık ve hafif baharatlı hali olmakla birlikte her yerde yediğimiz domates salçasından bozma acılaşmış çorbalarla kabil-i kıyas olamayacak lezzette olduğundan 8 lirasını hakkediyordu. Salatanın ise kuru yemişi o kadar fazla olmasaydı–ay şikayete bak–önüme her salata geldiğinde iç geçirip hayalini kurduğum türdendi. Taptaze, karmakarışık ama tam kıvamında. Hatta sosunun kıvamını ne kadar iyi tutturduklarını düşünüp analiz etmeye çalıştıktan sonra hatırladım ki Deniz de burayı hevesle anlatırken aynı şekilde analiz etmişti. Ama ben ne yazık ki gazeteci içgüdüsüne sahip bir blogger olmadığımdan dükkanın sahipleriyle konuşup, kandırıp 9 saatte pişen karavana kuru fasulyeden yiyemedim onun aksine.
Bunu okuyup siz de “yok artık” demeyin. Hevesiniz varsa bu işlere, bence akşam yemeğine kadar vegan olur gibi, Dükkan’dan hamburgerinizi alıp yanına patates kızartması yerine buradan salata almakla başlayın… Orthorexia dinine hoşgeldiniz!
Fıccın Bizi Üzdü
Filmekiminde sinemadan çıktık. Gizem’le ikimiz de açız. Ve şakır şakır yağmurda şemsiyesiziz, sucuk olmuşuz. Tünelin sonundaki ışığı görmek için Fıccın’a gittik ama evet üzdü. Hazır mercimek çorbasıyla ve “hamur olmuş” fıccınıyla üzdü hem de. Ama mantı iyiydi. O, hamurlaşmamış; iç malzemesi, çoğu yerde kıyma diye dayatılan çok soğan,az kıyma (ve ağır kıyma) değildi. Sonra servis tabağına suyundan çok koymamışlar. Bizim mantı çorba olmamış, o da iyi. Ama bize sarmısak isteyip istemediğimizi sormadılar, belki bir o kötü. Bir de bana yoğurt az koymuşlar gibi geldi. 2 mercimek çorbası, 1 porsiyon fıccın, 1,5 porsiyon mantı, 1 cola, 1 çay 40 civarıydı.
Maybe Salomanje’de sote mantar
Vallah billah bu yazı, mekanın PR pıtırcıklanmasının parçası değil. Öyle algılanır diye ödüm kopuyor. Açıklayayım. Salı akşamı 7 gibi annemle Rumeli caddesinden aşağı, tost saatini kaçırmış bir halde yürüye yürüye, eleme yapa yapa, sonuçta Salomanje’yi denemeye karar verdik. Hayalkırıklığına da baştan hazırdık. En kötü ihtimalle evde yemek yapmaktan yırtacaktık. Çin mikrobunun da etkisiyle küçük yemekler istedik: tarhana çorbası, ıspanak köftesi ve sote mantar. Hepsini beğendik. Tarhana çorbası et suyuna, ıspanak bayağı ıspanaktan yapılmış, ıspanaklı köfte değil yani. En büyük hayalkırıklığını da mantarda beklerken, en iyi o çıktı. Soğanlı, şaraplı, üstü kekik süslü, “don’t overcrowd the mushrooms” (bkz. Julie and Julia) lafına uymuş ve alt tarafı kültür mantarı. Eğer başka mantar varsa da dikkat etmemişim demek ki. Pek lezizdi, pek. Annem “ben memnun kaldım valla” deyip durdu.
Derken şimdi yazıyı yazmak üzere bir bakınıyorum ki internete, ay meğer pek concon, pek medyatik, tahminimden de sosyetik bir yer çıkmasın mı? Üstüne üstlük daha geçen hafta Maybe öneki ile, yeniden açılmış, tüm magazin köşelerinde yer almış olmasın mı? Zaten dudağı, kaşı üstüme patlar diye korktuğum kadınları görünce kıllanmalıydım.
Yediğim kadarından anladığım, mutfağın, belki daha ilk heves dönemi olduğundan başarılı olduğu–kiii, burası da meğer Sortie’nin mortinin dahil olduğu bir zincirin parçasıymış. Tam bana göre! Ama sonuçta Nişantaşı kadınıydım ben de, giderim valla buraya. Sosyetiklerle saatlerimiz çakışmaz nasıl olsa.
Ay yoksa annem bilinçli veya bilinçsiz, o PR’dan mı etkilenip teklif etti burayı? İçime kurt düştü şimdi.
Bir kadeh şarap dahil 84 lira.
Nizam’dan eve söyledik…
Epeydir yazmıyorum… Her keyifli yemekten sonra elim gidiyor, ancak çok “ballandıracağım” diye korkuyorum. Her keyifsiz yemekten sonra da elim gidiyor, ancak o zaman da haksızlık etmeyeyim diye yazmıyorum. Kısaca uzunca zamandır yazmıyorum…
Gel zaman git zaman eşref vakti geldiğinden herhal, bu sefer yazayım dedim. Bir zamandır evdeyim, doktora tezimi yazmaya çalışıyorum, bu yüzden kendime ceza verdim. Dışarı çıkmıyorum. Bu durumda yemek yemek için üç şansın oluyor. Birincisi kendin pişirirsin, ikincisi eli güzel bir arkadaşın senin için pişirir ve sonuncusu yemeği dışarıdan söylersin.
Hazır bu ara dışarıdan yemek söylerken neden Yesek’e yazmıyorum ki dedim….
İlk yazacağım yer Nizam olacak sanırım. Nizam pide salonu taksim-beyoğlu civarında hem “pis” çorba içilecek, hem de pide yenebilecek hoş yerlerden biri. Pidelerini çok beğeniyorum, pek keyifle mideye indiyorum.
Ancak dahası var… Nizam’da günlük olarak değişen ev yemekleri de var.
Geçen gün bir mercimek çorbası, bir kelle paça, bir fırın köfte, bir pilav üstü kuru, bir musakka ve bir fırın sütlaç söyledik. Öncelikle yemekler sıcak geldi. “Zaten öyle olması gerekir…” demeyin. Zor bulunuyor. Ben ezogelinciyim aslında, ama mercimek çorbası da çok lezizdi. Kelle paça yiyen arkadaşım pek leziz olduğunu söyledi. Ev yemekleri tazeydi, kıvamı da çok yerindeydi. Kısaca hepsi ayrı lezizdi.
Dahası tüm bu yemekleri eve servis yapmak zor iş tahmin edersiniz ki… zira detayı çok. Acaba hangi biri eksik kalacak diye düşünürken şaşırtıcı derecede özenliydi. Mercimek çorbası için limon ve pul biber, kelle paça için daha siparişi alırken sorulan ve tam kıvamında eklenen sirke-sarmısak sos, pilavın üzerinde cömertçe konulmuş kuru fasulye, fırın sütlaç üzerine bolca fındık, sıcak pidesi, tuzu, karabiberi, peçetesi….
Bunların hepsine 29 YTL ödedik…
Leb-i Derya’da karidesli spring roll
Bunu asıl yanındaki soğuk avokado çorbasını merak ettiğim için ısmarlamıştım. Fena değildi, ama elbette daha ilginç olabilirmiş. Yanı sıra devirdiğim Cin Çarpması ise cin, tonik, limon ve salatalık bazlı bir kokteyldi. Çok ferahlatıcı olmakla birlikte ‘çarpıcı’ düzeyde alkol içermiyordu. Hediyesi toplam 50 TL gibi bir şey.
Chinese Time’da hindistancevizi sütlü tavuk çorbası
Aslında Chinese değil Thai yemek istiyordum. Çoğu kez Fan Fang’dan sipariş veriyoruz eve, ama bu kez Chinese Time’ı deneyelim dedik. Hindistancevizi sütlü tavuk çorbasına bayıldım. İçinde limonotu vardı sanırım, baharatlı ve bol tavukluydu. Yine Thai usulü dana eti hem yumuşacık hem lezzetliydi. Maki ve roll’ları da gayet başarılı bulduk. Set halinde ısmarlanırsa epey uygun bir fiyata geliyor. Servis de hızlı. Daha ne olsun.
Menüyü ve fiyatları görmek için web sitelerine buyrunuz:
Fetih İşkembe’de sakatat şenliği
Evde işkembe çorbası, böbrek, koç yumurtası, dil ve hatta kelle pişirip yiyecek kadar sakatatın her türlüsünü seven anne ve babam, kokoreç krizlerine giren abla ve kardeşim var.
Buna ek olarak, bir pazar günü öğleden sonrasında Nişantaşı’na giderken, sırf aklına geldi diye ters bir u dönüşle Balat’a sapıp bir tuzlama ile yarımşar porsiyon kokoreç ve kelle yiyen ve tam olarak da doymayan bir adet de sevgilim bulunmakta.
Ben ise, sakatat görünce “ay iğrenç!” diyenlerden değilim ama pek meraklısı da değilim açıkcası. Hatta hiç meraklısı değilim diyeyim de tam olsun. Ama işte, tamamen aşkımdan, Balat’taki meşhur Fetih İşkembe’ye gidiverdim, o pazar günkü ters u dönüşü sonrası.
Yasin, güzel güzel, tuzlamasını, kellesini, kokoreçini yedi; ben de kellenin diline ve beynine, az da kokoreçe ortak oldum. O, yemek boyunca transa geçti ve benle konuşmadı. Onun için, o kadar iyiydi yani yemekler! Bense, özellikle dili beğendim. Kokoreç de iyiydi aslında.
Hesap, bir kola ve bir ayranla birlikte 20 TL geldi. Sakatat seviyorsanız, sakın durmayın bir gün gidin. Balat’ta, lokantanın yerini bir esnafa sorun, onlar tarif eder.
Tarihi Sultanahmet Köftecisi
En ünlüsüne gittik. Hani şu duvarlarında yazılar, fotoğraflar olan.
1,5 köfte, 1 mercimek çorbası, 1 pilav, 2 salata ve 1 piyaz yedik. 1 kola ve 1 ayran içtik. Toplam 42 TL ödedik.
Hızlı, gerçekten hızlı servis. Nefasetinden ölünecek bir yemek yok ortada ama iyi yemek, Allah için. Köfteler lezzetli, pilavı tane tane. Çorba gecenin soğuğuna sıcak sıcak iyi geldi; salatanın malzemeleri taze taze doğranmadı ama pörsümüş de değildi hani.
Sırf köfte için Sultan Ahmet’e gidilir mi emin değilim, ama oraya gitmişken de burada köfte yenir diye düşünüyorum.