Açılalı ne kadar oldu tam olarak hatırlayamasam da, pastane son keşiflerimden. Cihangir caddesinde tam köşede şirin, butik bir pastane… Kahvaltılık niyetine alınan börekler, poğaçalar şahane. Benim favorim dere otlu peynirli ve zeytinli poğaça. Ölçüsü klasik pastane ve söz de “ev yapımı” poğaçalardan daha küçük ama çok daha lezzetli. Bir kere mideyi yakmayan ve şişirmeyen hamur adamı şaşırtıyor, insana gerçekten evde mi yapıldı sorusunu sorduruyor. Çok küçük bir mekan, belki saatlerce oturacağınız bir yer değil ama atıştırmalık bir zaman diliminiz varsa ve yolunuzun üstündeyse kesinlikle bir kaçamak yapmalı ve denemelisiniz. Yaza girdiğimiz şu günlerde serinleten limonatasını da denemenizi öneririm…
Bodrum semalarından bildiriyorum
Bayramda yaptığımız Bodrum seyahatinde aklıma yazdığım yeme-içme notlarım:
Oasis”te Begonvil: Patlıcan musakka, az nohutlu pilav, 2 mercimek çorbası, yarımşar zeytinyağlı pırasa ve fasulye, yarımşar revani ve kadayıf, 3 çay. Musakka yağlı, pilav tane tane, mercimek çorbası lezzetli ve doyurucu, fasulyeyi salla ama pırasa anneminkiyle bile çok net yarışır. Toplam hesap 43 tl.
Belki yemekler insanı uçurmuyor ama havasıyla ve üzerinde düşünülmüş küçük detaylarıyla insana mutluluk veren bir lokanta burası. Amatör ruhla açılmış ve aynı ruhu korumuş. Yemekten sonra, sahibini tebrik ettik, çok utandı.
Yalıkavak’ta Sait: Salata, zeytin, pancar turşusu, köz patlıcan salatası, deniz börülcesi, kavun & beyaz peynir, ahtapot ızgara, kaşarlı kalamar ızgara, kalamar tava, dil şiş, dil tava, 600 gr.lık dil ızgara, lagos ızgara, levrek ızgara, tatlı olarak da baklava, incir tatlısı, ekmek kadayıfı, kabak tatlısı, içecek olarak kolalar çaylar, kahveler, bir küçük rakı.
Ahtapot ızgara biraz kurumuş, kalamar dolması lezzetli, kavun kelek, peynir iyi, deniz börülcesi de gayet güzel. Dil balığının mevsimi başlamış, her türlüsü şahaneydi. Tatlılardan, kabak tatlısı da iyiydi ama baklava galiba bir adım öndeydi.
Sait, pek bir meşhur Bodrum’da. Diğer balıkçılardan ne farkı var, ben anlamadım. Açıkçası, ben marinadaki şahane ahtapot ve lagos yapan Memedof’u ya da Gümüşlük’teki yaratıcı Mimoza’yı tercih ederim. Hesap, tabii ki de kabarık. 650 tl, 8 kişi.
Göltürkbükü’nde Hoca’nın Yeri: Çiğ börek, mantı, gözleme.
Çiğ börek de güzel, otlu hafif gözlemesi de. Mantının porsiyonu az gözüktü benim gözüme, onu söyleyeyim, çünkü ben yemediğimden tadı konusunda bir fikrim yok. Fiyatlar, 10 TL civarı diye hatırlıyorum.
Gurme Boncuk’ta hayal kırıklığı
1.5 sene önce yemek yediğimde, Gurme Boncuk’tan ne kadar da memnum kaldığımı hatırlıyorum. O yüzden, Zeynep’in doğumgününe giderken, güzel yemek yiyeceğimizi düşünerek mutlu olmuştum. Ama sofraya oturunca, umduğumu değil bulduğumu yedim.
Zeynep, kalabalık olduğumuzdan, fiks menü olarak anlaşmış. Masada, ortaya yerleştirilmiş olarak haydari, topik, deniz börülcesi, pancar turşusu ve bir iki bir şey daha vardı. Tabağımıza midye dolma ve beyaz peynir koydular. Sonradan, kalamar tava geldi ortaya. Ana yemek olarak da, yine ortaya, hamsi, istavrit ve mezgit tava geldi, yanında yeşil salatayla.
Huysuz havamda da değildim üstelik ama damağımı mest eden bir yemekle bir türlü karşılaşamadım. Fiks menü olduğundan belki, ne topik zevk verdi ne de midye dolma. Belki lakerda ya da uskumru olsaydı mutlu olabilirdim, diye geçirdim içimden. Balıkları ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Fenaydı, çok fena. Yağ çekmiş, çıtır çıtır değil, sanki buzluktan çıkmış gibilerdi. Gurme Boncuk’a yakıştıramadım.
O gece, “Asmalımescit meyhanelerine artık gitmemeli” diye kendime kendime koyduğum kuralın ne kadar doğru bir kural olduğunu bir kez daha anladım.
Kişi başı, 70 TL bayıldık. Parayı öderken, içim cız etti.
Sarı Köşk ve Gezi İstanbul’da iftar yemekleri
…diye bir başlık atmışım aylar öncesinden. Sonra da bir şeyler yazmaya zaman, derman ve istek bulamadığımdan, başlığı öylecene yapayalnız bırakmışım.
Biliyorum, Ramazan ayı geçeli çok oluyor. Zaten, ben de burada oturup iftarda ne yediklerimi yazacak değilim (ki balina hafızalı bir insan olarak yediğim her lokmayı hatirliyorum). Sadece, bu iki mekan hakkında birkaç laf etmek istiyorum, o kadar.
Sarı Köşk, konum itibariyle şahane bir yer. Emirgan Korusu’nun içinde, hoş bir bahçesi olan ve deniz de gören bir yer ne kadar kötü olabilir ki hem? Yemekler de fena değil üstelik -yani özenli, düzgün, tadı yerinde ama heyecansız ve akılda kalmayan- . Belediyenin yeri olduğundan, içki servisi yok. Bence, içki olsa daha iyi olur ama bu tabii ki benim tercihim. Bu tür hoş mekanlarda, benim içimden bir kadeh şarap içmek geçiyor, ne yalan söyleyeyim.
Gezi İstanbul’un Göktürk-Kemerburgazdaki şubesini, son zamanlarda bayağı ziyaret etme fırsatım oldu. Ramazan’da eski Hacı Salih Lokantası’nın şefi tarafından hazırlanan menüsünden tutun da çikolatasına, kurabiyesine, kahvesine, çorbasına kadar farklı farklı yiyecekler denedim burada. Yiyeceklere söylecek pek bir lafım yok, denediğim herşey oldukça düzgündü, hele o çikolatalar ve Yasin yemesin ve onunki de benim olsun diye can attığım o tarçınlı kurabiyeler….Yemekler bir yana, bir de ne var biliyor musunuz? Ben seviyorum Gezi’nin o çok da rahatsız edici olmayan kibirli havasını. Göktürk şubesinin dekorasyonu da hoşuma gidiyor. Yorgun geçen bir günün sonunda, önünden geçerken durup bir kahve içmek her seferinde aklımdan geçiyorsa, vardır Gezi’nin bir hikmeti diyorum ve yazıma burada son veriyorum.
Yine, gurme yazisi yazamadim galiba :) Bu tür bir beklenti içinde olan, sevgili okuyuculardan, şimdiden özür diliyorum. Sevgiyle, saygıyla kalın efendim.
Asitane’de çanak yağması
Aç ve otelin önündeki taksici ile kavgalı bir şekilde oturup da çanak yağması olmadığını, ancak yeterince rezervasyon olunca yaptıklarını öğrenince daha da bir gerildik. Ama başka yere gitmek ayrı macera olacak diye kalmakla doğru bir karar vermişiz. Garson ya sadece kahvaltı ya da çanak yağmasında verdiklerini masaya sırayla getirmeyi önerdi. Çanak yağması Osmanlı’da kutlamalarda halka da ziyafet vermenin şimdi kulağa hiç hoş gelmeyen bir biçimi. Yemek dolu çanaklar yere dizilir, halk ve/ya yeniçeriler yağmalar. Asitane de Pazar kahvaltısına brunch demek yerine çanak yağması demiş. Normalde açık büfe nasıl oluyor bilemiyorum ama bizim kahvaltımızda çanaklar bizi yağmaladı desem yeridir.
Önce kıl olduğum bir tabirle “serpme” kahvaltı verdiler. Sade ve bol otlu bir sunumla düzgün peynirler, domates, hıyar, zeytin, ekmek tabağına sürekli ekmek, dipsiz çay ve kahve. Omlet teklif ettiler ve kabul ettik ama kuruydu. Ama bir börek geldi, kıymalı bir kol böreği ki off. Böyle çıtır börek yapılabiliyor muydu? Daha bunları yerken rahatladık ve keyfimiz yerine geldi. Doymuştuk aslında.
Ardından birer zeytinyağlı tabağı geldi: Çerkes tavuğu, nohut ezmesi, fasulye favası, vartabit yani tahinli çandır fasulyesi. En çok çerkes tavuğunu beğendik galiba. Tahin içinde yüzen sert çandır fasulyesi oldukça manasızdı bence. Nohut ezmesinin tarçınlı olmasını Selin sevmedi ama ben sevdim. Sabah sabah ağır geldi aslında bunlar.
Derken artık hiçbirşey yiyemeyeceğimizi düşünürken ballı gemici böreği geldi. Rulo halinde, su böreği gibi pişmiş, ardından kesilip yanları da fırınlanmış, peynirli, az bezelyeli ve bol yağlı bir börekti. Yanında verdikleri bal ağırlaştıracağına hafifletiyordu yerken. Yedik de hepsini. Uzun zamandır iyi börek yememişim.
Yetmedi, ana yemek olarak ne istediğimizi sordular. Zaten doymuş olmamız bir yana, bu olayın cüzdanları ne kadar yağlamayacağını da kara kara düşünmeye başladık, her adımda tahminimizi arttırıyorduk. Ama naz yapmadık. Giray’a mahmudiye, bana mutancana, Selçuk’a hatırlamıyorum adını, Selin’e yufkada beğendili kuzu incik. Ana yemekler biraz güme gitti tok olduğumuzdan. Mahmudiye ve mutancana alışık olmadığımızdan kayıs, üzüm ve ballarıyla fazla tatlı geldi. Kuzu incikti en iyisi.
Allahtan tatlılar tadımlık boydaydı. Helatiye yani gülsuyu içinde sakızlı muhallebi, levzine yani üstü altı fazla toz şekerli badem helvası ve erik şekerlemesi. Helatiye neden yapılmıyor günümüzde? Çok güzel bir tatlı. Üstündeki iç badem, iç fıstık ve çilek süsü ile bal gibi de mesela aşurenin yapıldığı ve yendiği sıklıkta yapılabilir, yenebilir. Bir Leb-i Derya’nın menüsünde vardır, bir de geçen gün bir catering menüsünde gördüm.
Kahvaltının sonunda, ruhumuz değil midelerimiz gergindi. Fazla yedik. Alışık değiliz tabii İstanbul’da sultanlar gibi ağırlanmaya. Daha uzun zamana yaymak, arada pazar gazetesi falan okumak gerek belki.
Ben şimdi harika birşey gibi anlatıyorum ama yine de ben bazı şeylere uyarayım: Bahçe hoş ama serindi bizim gittiğim gün. Kariye müzesinin yanında, turist rehberlerinin Where to Eat‘lerinde olduğu için haliyle turist dolu. Ama turistler bile efendiydi inanmazsınız.
Hesap korktuğumuz kadar kötü değildi, adam başı 50 liraymış çanak yağması. Hatta giderken elimize diş kirası olarak birer küçük kavanoz İzmir üzümü reçeli tutuşturdular. Pazar kahvaltısının mühim birşey olduğu bir şehirde, Osmanlı’nın tekrar makbul olduğu bir dönemde, yaz mevsiminde 16 milyon kişiden şu bahçeyi dolduracak bir 50-60 kişi olabilmeli diye hayal ediyor insan. Yazık. Osmanlı yemeği yapan yeni yeni başka bir yerler var ya, ondandır ya da tam da şu sıra 10 Haziran’a kadar insanlar Asitane haklarını akşamları Fatih Sultan Mehmet’in Matbah-ı Beray-i Has Yemekleri ile kullanıyorlardır deyip teselli bulayım bari.
8 İstanbul’da biraz ondan biraz bundan
Geçen cuma akşamı, Emek’in doğumgünü için, 8 İstanbul’da buluştuk. Derdi “tarz” olmak olan, havalı mekanlardan burası. Ortadaki kocaman bar, kırık bir Türkçeyle konuşan yabancı barmen, mönü tasarımı, birbirinden farklı masa ve sandalyeler, gelen insanlar, müzik, kısaca herşey, bana havalı olma isteğinin bir parçası gibi geldi. Kötü mü olmuş? Hayır. Hatta, bu tarz yerleri beğenen insanların rahatlıkla deneyebileceği ve büyük ihtimal sevebileceği bir mekan yaratılmış, bana kalırsa.
O akşam, 7-8 kişilik bir grupla beraber yemek yedik. Bu, benim adıma iyi bir şey, çünkü ne kadar çok insan, o kadar farklı yemek demek.
Ana yemeklerden önce, ortaya 4 çeşit başlangıç tabağı ısmarladık. Bunlardan ilki, İtalyan usulü kalamar ızgaraydı, yanında yeşillik ve acılı bir sosla geldi.
Kalamarın yumuşaklığı kıvamında, sos acı, onun dışında bir olayı yok.
İkinci başlangıç, chicken satay. Şişe dizilip ızgara edilmiş tavuk parçaları, yanında ve üstünde yer fıstıklı bir sosla servis edildi. Şaşırtıcı bir şey değil ama iyidir, yenebilir, dahası yerken zevk de alınabilir.
Üçüncü seçeneğimiz, domates & avokado & keçi peyniri salatası oldu. Bütün gece boyunca yediğimiz yemekler arasında, verilen parayı en çok hak etmeyen, bence bu tabaktı.
Avokado ve hormonlu domatesleri koca koca dilimlemişler, üzerine de erimiş keçi peyniri dökmüşler. Sonra da, bunun için 15 TL gibi bir para istemişler. Bu mudur ? dedim içimden. O sırada, tabaktaki tatsız tuzsuz domatesler bana bakıyordu.
Karidesli spring roll, son başlangıç yemeği oldu.
İç malzemesinden sakınmamışlar, dışını da çıtır çıtır kızartmışlar. Hoş olmuş.
Ana yemeklere gelince, benim denediğim iki tane oldu. Birincisi, Ayşe’nin ısmarladığı, gecenin tartışmasız assolisti, ginger soslu kılıç şiş.
Kocaman porsiyonda gelen kılıç balığı, gerçekten çok lezzetliydi. Löp etli olan bu nefis balığı güzel terbiye etmişler, yanına da uyumlu bir sos koymuşlar. Tavsiye ederim, bir gün 8 İstanbul’a giderseniz, bu yemeği bir deneyin.
İkinci ana yemek, kendime ısmarladığım Asya usulu fırında çipuraydı.
Oldukça büyük bir çiftlik çipurasını fırında pişirmişler. Üzerine de, Asyalı olduğunu iddia ettikleri bir sos dökmüşler ve yanına da fırında patates ve roka koymuşlar. Sosunun bulaşmadığı yerden bir çatal alınca, bilindik çiftlik çipurasının o yavan tadıyla karşılaştım. Kılıçtan sonra, bu yemek tam bir hayal kırıklığıydı.
Ve sonuncu yemek olarak, İpek’ in ısmarladığı Vietnam salatasından da tattım biraz. Kıtır kıtır lahanaları ve havuçları doğramışlar, soya filizi, birkaç taze ot eklemişler, lezzetli ve karar miktarda sosla karıştırmışlar ve ortaya hoş, ferah, sağlıklı, hafif bir salata çıkarmışlar. Ben beğendim açıkçası.
Bütün bu yemeklerle birlikte, beyaz şarap olarak Kav Narince, kırmızı olarak da DLC Boğazkere içtik. Yemekten önce barda içilen içkiler, diğer insanların yediği bonfileler ve pad thai ile birlikte, kişi başı hesap 118 TL geldi.
Anlaşıldığı üzere, burası oldukça pahalı bir yer. Kesinlikle tavsiye ederim, diyemiyorum. Fakat, denemekten zarar gelmez. Yarar gelir mi? Orasına siz karar verin.
Ahtapot füme ve doğumgünü pastası
Ahtapotu çok seviyorum. Doğumgünü masamda, mutlaka güzel bir ahtapot olmasını isteyecek kadar çok. Hatta, doğumgünü yemeğimi Karaköy Lokantası‘nda yemek isteme nedenlerimden biri, bu sevgi olacak kadar çok. Abartıyorum gibi geliyor, değil mi? Hayır, abartmıyorum.
Karaköy Lokantası’nda ahtapot fümenin iyi yapıldığını duymuştum. Denedim, hakikaten öyleymiş. Deniz ürünlerinden pek hoşlanmayan Gökçer bile, buranın ahtapotunu zevk alarak yedi. O kadar iyi, yani.
O gece ahtapot fümenin dışında çok şey yedik, tabii ki. Balık pastırması, ahtapot salatası, çok koyu bir cacık, karışık ot tabağı, patlıcan salatası , kalamar tava, kalamar ızgara, karides söğüş, üzeri kaşarlı jumbo karides ızgara, tereyağında karides, karışık deniz ürünlü güveç, sadece Sinan için ızgara et, kimse ısmarlamadığı halde gelen ama bizim de itiraz etmeden kabul ettiğimiz kocaman sigara börekleri, aradan bir 10 gün geçtikten sonra benim aklımda kalanlar. Muhammara da söylemiştim, Eren’in önerisini hatırlayarak, ama getirmeyi unuttular. Midye dolma istemiştik bir de, o da bitmişti galiba.
Bunların içinden, ortalama olan galiba sadece etti. Diğer yemekler, bana kalırsa çok lezzetliydi. Gerçi, bu benim damak tadım. Masada, ot salatasını beğenmeyen oldukça fazlaydı. Ahtapot salatasındaki ahtapotu sert bulan vardı. Sonra, Yasin balık pastırmasının ucundan biraz tadıp, tamamını direk bana devretti. Ama mesela bir kalamar ızgara, terayağında karides, jumbo karides ve tabii ki ahtapot füme çoğunluktan kocaman alkış aldı.
Fiyatlar, böylesi bir yer için, herkesi şaşırtacak kadar düşük, onu mutlaka söylemeliyim. Bu kadar yedik, içtik ve kişi başı sadece 35 TL verdik.
Gecenin sonunda anladım ki, doğumgünümde yemek yemek için gerçekten güzel bir yer seçmişim. Karaköy Lokantası’na ileride tekrar tekrar gitmek lazım, aklıma yazdım.
Bir de, bu yemek vesilesiyle yeni bir pastane öğrenmiş oldum. Yasin, pastamı Karaköy’deki Boğaziçi Pastanesi‘ nden almış . Üstü profiterol topları kaplı çikolatalı, kremalı bir pastaydı. Rakının ve mezenin üstüne tatlı yiyemeyen ben bile, yarım dilim pastayı zevkle yedim. Benim için bu bile, “demek ki pasta çok iyiymiş” göstergesi. Tavsiye ederim, oralardaysanız, bu pastaneyi bir deneyin.
Sofyalı 9’da ahtapot salatası ve pazı dolması
Cumartesi günü, kızlarla muhabbet edip içki içmek ve güzel yemek yemek için Sofyalı 9’da buluştuk. Ufak, sarı duvarlı, sevimli bir yer burası. Belki en çok sevdiğim meyhane değil ama rahatlıkla “iyidir işte!” diyebileceğim bir yer.
O akşam, meze tepsisinden ahtapot salatası, muhammara, acılı ezme ve haydari aldık. Kavun biz gittiğimizde zaten masada vardı, beyaz peynirleri de arkadan getirdiler.
Ahtapot salatası oldukça iyiydi; ezme ve haydarinin ne eksiği ne fazlası vardı; muhammara sanki biraz kuruydu ama iri iri ceviz parçalarıyla bu açığını kapadı.
Ara sıcaklardan, bir Sofyalı klasiği olan fincan böreği aldık önce.
Yağda kızartılmış peynirli börek, sıcak sıcak geldi. Ben pek sevmedim ama bizim kızların hoşuna gitti. Arkadan kalamar tava söyledik.
Kalamar kötüydü, yağ çekmişti galiba ya da üzerini kaplayan hamurumsuda çözemediğim bir başka sorun vardı. Herkes birer tane alıp bıraktı, yazık oldu o koca porsiyona.
Ama bir başka klasik olan etli pazı sarma, beni mutlu etti.
Bol etli, kıvamında pirinçli harcıyla sarmaları, üzerlerine yoğurt koyup koyup yedik.
Toplam hesap, 35 lik Angora, 2 duble rakı ve 4 bira ile beraber 150 TL geldi. Zamanında fiyatları Asmalımescit’teki diğer yerlere kıyasla uygun diye bilinen Sofyalı, zam yapmış hafiften. Bunu da böylece öğrenmiş olduk.
Tarihi Sarıyer Börekçisi’nden börek
Bir ara babama sormuştum ‘hangisi orijinali’ diye, o da bunu tarif etmişti. Kavağa doğru giderken ana caddede sağ kolda. Kocaman kocaman “1895’ten beri” ve “taklitlerinden sakının” gibi laflar da yazıyordu zaten. Akşam alıp dün sabah ısıtıp yedik. Lezizdi ama fazla karabiberliydi. Bütün gün yemek borum yandı. Hatta Selçuk söyleyene kadar nedenini böreğe bağlayamadığım için doğumgünüm sonrasında bayağı bir existential krize girdim. Orada otursaymışız, üst hatta Boğaz manzaralı salonu varmış meğer. Ben otobüs durağının karşısında, iskeleye yakın olanını tercih ederim valla. Kilosu 16 lira.
Börek House and Cafe’de kıymalı
Eda, Bernardino, ben. İki kıymalı, iki su böreği, çok çay, süper muhabbet, bir seri ilanlar eki, görülmesi gereken 3 ev. Börek süper, öyle köşeleri kıtır lastik değil. Çalışanlar sempatik. 20 lira.
Kürt böreğinin üstüne dökmek üzere hazırlanmış pudra şekeri torbaları hakkında Eda “Eroin de ikramımız” diye espri yapınca aklıma rafine şekerin ne kadar zararlı birşey olduğunu anlatan bir yazıdaki laf geldi: “Eroin kadar saf.”