Turhan’da şevketibostan

turhan

Kadıköy Nüfus Müdürlüğüne bir iş için uğradıktan sonra öğle yemeğinde atıştıracak bir yer ararken sevimli ve sıcak bir mekan  olan Turhan lokantası karşıma çıktı. Günlük yemekleri arasında etli kereviz, maş corbası, kuru fasulye ve şevketibostan yemeği vardı.

Şevketibostan her gün bulunacak bir yemek olmadığı için onu tercih ettim. Sonra merak edip bir de az etli kereviz yemeği yedim. Lokanta antep yemekleri yapan bir yer olarak tanıtıyor kendisini, ama şevketibostan Ege yöresinin bir otu diye biliyordum. Güzel yemeğin bir yöresi yok zaten. Çok lezzetliydi.

Dekor da sevimli, parke, ahşap sandalye ve iskemle, yerden tavana pencereler, şirin bir sokak köşesinde ve hafif çalan eski Türkce şarkılar eşliğinde. Çiya’nın bozulmasından önceki Çiya gibi gibi. Uğrayın.

Çay ve şerbet ikram ettiler, toplam 14TL tuttu.

Pavlonya sokak 15, Kadıkoy

Mohti Laz Meyhanesi’nde kalanlara ‘gel’me!

Mehmet’in yarı görevli yarı zorunlu olduğu sergi açılışını siyah giymemiş olmamız ve kapı dışında dikilip şarap ve sigara içmediğimiz halde atlatmış ve tabiri caizse dükkanı kapattıktan sonra klasik nereye gitsek sorunsalına yakınlığı itibari ile Mezze‘yi önerip daha önceki elektrik kesintisinden dolayı kapalı olduğunu öğrenince ikinci seçenek olarak Mohti’yi önerdim. Önce hangi sokakta diye aranırken vazgeçmenin ucundan dönüp olduğu binayı bulup üst kata çıktık. Zaten adından belli sıradan bir yer olmadığı; girişinin de farklı olması hoşgörülebilir dedik, bir maceraya atıldık.

Genelde mutfakların kapandığı saatlere denk geldiğimiz için menüden seçmek yerine garsonun tabiriyle “kalanlardan” yemek nasib oldu. Patates salatası, ıspanak kavurma, hamsili mısır ekmeği böyle geldi. Diğerleri istek üzerine geldi: Muhlama, peyniri ve yağı ayrı katmanlar olarak; tereyağın rengi koyulaşmış olarak geldi, biz karıştırdık. Fasulye turşusunun kavurması yokmuş, turşunun kendisi geldi. Hamsinin kuşunu yapmıyorlarmış; tavasını yedik. Birer tek içtik 85 TL ödedik.

Açıkçası yediklerimizden çok konuştuklarımızı hatırlıyorum. Yemek oldukça vasat bir agastronomik deneyimdi. Uzun süredir merak ediyordum; merakımı gidermiş oldum, bir tek o işe yaradı (muhabbet baki). Canınız o bölgeye ait yemekler çekiyorsa Trabzon Kültür Derneği‘ne gitmenizi tavsiye ederim.

www.mohtilazmeyhanesi.com

Trabzon Kültür Derneği

Yaklaşık bir ay gecikmeli olarak Giray’ın hediyesini verebilmek için tam ekip toplanıp 3 saat kadar uğraştık; sonunda oldukça da başarılı olduk. Ama sonrasında üzerimize çökmüş olan yorgunluğa Giray’ın hamsinin çare olacağını düşünmesi tabii ki karşıya geçip hamsiyi sadece sezonunda servis eden restauranta yönlendirdi. Eren, Yasemingiller yeşillenmesin diye bize bay derken biz Abbas misali yolumuz tuttuk.

Hepimiz acıkmıştık ama buna rağmen gelen tepsiden az birşeyler almayı becerdik: uskumru marin, levrek marin, kavun. Salatamız Giray’ın varlığında tabii ki çoban olmak durumunda. Garsonun yöresel yemeklerden ister misiniz sorusuna tabii ki de hay hay dedik: pazı kavurma, fasulye turşusu kavurması, kuymak, karalahana sarması, hamsili pilav. Giray’la Meltem bir 20lik yeşil Efe içtiler, 154 ile papaz olmamak için bende Yeşilaycılık oynadım, sağolsun Selin’de bana katıldı. Aslına bakarsanız bunları yedikten sonra doymuş olmamıza karşın yeterince hamsi yememiş olduğumuzu düşünerek 10 adet hamsi kuşu istedik ve Meltem’e peynirli versiyonunu anlattık. Tatlı bir son için de bir kase nar, bir porsiyon laz böreği yedik ve çaylar içtik. Toplamına 4 kişilik bu gayet lezzetli ve doyurucu yemek için 195 TL ödedik.

Trabzon Kültür Derneği’ni 5-6 sene önce bir kişi anlatmıştı, çok güzel döner yapıyorlar diye, ama sadece haftasonu var gibi birşeyler demişti. O zaman telefonla arayıp artık döner yapmadıklarını öğrenince vazgeçip unutmuştum. Sonra geçen sene Nalan götürdü ilk defa. 3-4 kere daha gittim başkalarıyla; her defasında çok memnun kaldım. Selin’e deyişiyle “yaptıkları herşeyi çok iyi yapan ve lezzetli olan” bir yer, hala kötü birşey yemedim. Ramazan sırasında tesadüfi olarak gittiğim ve sadece iftar yemeği olan günkü fiks menü yemekleri bile çok iyiydi, hele o gün servis ettikleri pastırmayı hala unutmuş değilim. Pazı kavurmasının nasıl ağızda eridiğini, turşu kavurmasının hafif acı hafif tuzlu tadının kararını yazıyla ben tasvir etme yeteneğine sahip değilim, en iyisi gidin deneyin. Aşçıların tereyağı konusunda elleri bol; söylemedi demeyin!

www.trabzonkultur.org.tr

Khubiz’de pita

Yapmışlar işte! Ben hep böyle sebzeli küçük sandviç ararım. Tantanası olmasın, tadımlık olsun, ucuz olsun, benim olsun. Var, Starbucksgillerde istediğimin üç katı boyunda 8,5 liraya veya Sosagillerde istediğimin iki katı boyunca 17 liraya (attım fiyatları ha). Sonra bir de beklersin elli saat siparişin hazır olsun diye. Bir gelir, patlıcanı ızgara ya, kayış gibi; havucu acelemiz olduğundan diri; ekmeğinin bir tarafı mutlaka taş gibi. Sosu da zaten “hafif” esprisini öldüren miktar ve cinstedir. Bir taraftan kemirir, diğer taraftan için için küfredersin. Hamburger-kola insanı olamadığına ayrı, bu tür şeyler hiç yemediği için hazırladığı sandviçe saygı göstermeyen mutfak çalışanlarına ayrı, “konsept yaratıp” kazık fiyatlar çakıp sonra dükkanı bu mutfak çalışanlarına terk eden şımarık dükkan sahiplerine ayrı, sonuçta hamburger-kola insanı kadar kalori aldığına ayrı, bu tür şeyleri dert ettiğine ayrı. Azaptır yani.

Halbuki Khubiz’de bir veggie pita yedim ki dünyam değişti.* Yumuş yumuş yarım bir pita ekmeğinin içinde patlıcanı, kabağı, biberi falan hepsi tam kıvamında pişmiş, tam kararında bir miktarda pestoyla hal-ü hamur edilmiş, içinde biraz da yoğurtlu bir sos eklenmiş, yukarıda saydığım kusurların hiçbiri bulunmayan bir pitaydı. Üstelik sadece 3,5 lira. Bal gibi oluyormuş istediğim şey yani.

Pitanın içine herşeyi koyuyorlar, köfte, sucuk, tavuk, hellim falan. Falafel de koyuyor. Biz porsiyon istedik ama söyleyeyim, falafelinde iş yok. Talimhane’deki Falafel House’ta yedikten sonra bu yenmiyor. Bir de tabule ve fattuş salatası yedik tam oldu. Harika değiller ama fiyatına göre iyi bence. Ha bir de 3,5 dediğim “tanıtım fiyatı”ymış ha. Dükkanına gitmeye gerek yok. Pek cici, renkli, moderen, fast-food bir yer ama paket yaptırmak, eve istemek falan daha mantıklı bence.

www.pitakhubiz.com

* Sevgili Khubiz’ciler, hayır, bu cümleyi bağlamından koparıp websitenize koyamazsınız.

Buket Lahmacun’dan Eve Söyledik

Geçtiğimiz ayın (ve yılın) içerisinde bilgisayarım bozukken,  Mecidiyeköy’e defalarca git-gel yaparken, bilgisayarcıların olduğu sokağın dibinde oturan arkadaşımın evine ziyaretleriminden birindeyken eve söylemiştik. Zaten kendi adımı görünce bir sinerji yakalamıştım. Lahmacununu da beğendik. Fevkaladenin de fevkinde oldu. Gelelim asıl mevzuya… Benim lahmacunda ilk dikkat ettiğim hususlar harcın içindeki kıymanın ağır olmaması, soğana boğulmaması. Buradakinin harcında zaten hiç soğan yok, keza kıyma kuru değil yağlı ama ağır değil. Yanında acılı ezme ikram. Hem aç insanlara bırakmak adına hem de zaten benim acılı ezmeyle pek aram olmaması adına 3 insan ve 7 lahmacun için gayet bolkepçe ikramda bulunmuşlar demekten başka fikir beyan etmiyorum. 7 lahmacun 17.50 lira

Que Tal’de tabak tabak tapas

İspanya’ya hiç gitmedim ve bu tapas denen nanenin oricinalini yemişliğim yok. Zaten tapas bar’da olay biraz da bu olsa gerek: siz gidemiyorsunuz madem, biz getirelim. Gittik, rezervasyon yaptırmayı akıl edemediğim için biraz bekledik, ama en sonunda getirdiler. Balık lokması, empanada, ev köfte, mücver topları, asma yaprağında sardalya, sarımsak soslu karides ve sebzeli risotto topları.

Doyar mıyız emin olamadığımızdan bir dolu şey söyledik, masayı donattık. Sonuçta doyduk da. Ama bir şeyler tam içimize sinmedi. Mücver mesela, balık kızartılan yağda kızartıldığından balığın kokusunu almış. Belki olması gereken oydu ama risotto toplarının dışı ve hele de kızarmış ekmekler pek bir sertti. Balık lokmasını biraz tatsız bulduk ama ev köftesi, empanada, karides ve sardalya lezzetliydi. Sardalyanın altına dizilen ince fasulyeler hafifçe fırınlanmış mı nedir, tadı acayip güzeldi. Yemeğin sonunda paylaştığımız Que Tal tatlısı ummadığımız kadar hafifti. Ben sangria içtim, Sedat becks’leri götürdü. Sangria bana epey sağlam geldi, Sedat “yoo bence normal” dedi. Ortam bana güzel geldi, Sedat biraz gerildi. Tapas’lar fena değil dedim, Sedat “tarifleri internetten bulmuşlar gibi” dedi. Böyle çelişkili duygularla ayrıldık Que Tal’den. Aramızdaki tapas uzmanları burayı daha yakından incelesin, daha tutarlı bir analiz yazısı yazsın. Ben de merak ediyorum.

Hesap: 2 becks ve 2 kadeh sangria ile birlikte 105 TL.

Cihangir Van Kahvaltı Evi

Bir Filmekimi ganimeti daha.. Sabah saat 11.00’de Atlas Sinemasında olan filmimiz için biraz erken gelelim, kahvaltıya gidelim önerisiyle geldim. Selma da tamam dedi.

Menüde üç çeşit kahvaltı tabağı vardı. İlki en kapsamlı olanını değil de, ikinci en kapsamlı olanını aldık. Ama dedik ki; biz menemen ya da omlet söyleyeceğiz, siz bize bu kahvaltı tabağındaki yumurta yerine jaji getirir misiniz dedik. Tamam dediler. İlk görüşte aşk burada başladı. Ardından da muhteşem diğer lezzetlerle pekişti. Peynirler, menemen, gözleme hepsi harikulade. Gözleme daha bir güzel ama, kaşarlı ıspanaklıydı bizimki. Ispanak yeşil,tadı geliyor,ölmemiş. Hamur kurumamış ama çıtır, mideye oturmuyor, ağır değil. Kaşar uzayıp gidiyor. Yeme de yanında yat yani. Kavurmalı menemen keza o da çok leziz. Kavut da bana ısıtılmış tahin helvayı andırdı. Tahin, tahin helva severleri memnun edecek bir tatlı. Bana vaktinde kan yapar diye zorla yedirttiklerinden pek aram yoktur pekmez,tahinle ama barışmak istiyorum artık onlarla zira bu kansızlık yeniden baş göstermeye başladı.

Evet ne diyorduk..

Biz buraya gelince saat 10.00 olmuştu ve biz yiyeceğiz daha Atlas’a yürüyeceğiz. Yetişemeyince de filme almıyorlar. E hadi hadi, diye diye bitirdik. 1 kahvaltı tabağı, 1 kavurmalı menemen, 1 tahinli kavut, 1 ıspanaklı kaşarlı gözleme,  4-5 çay 30 lira. Kişi başı limitsiz yedik içtik. Mideler tam kapasite çalıştı. Çayı da bittikçe söyledik. Neymiş efendim kişi başı limitsiz kahvaltı bilmem nerede 50 yerine 25 lira. Bırakın Allah aşkına ya.. Gidin Cihangir’e Van Kahvaltı Evine.

Meraklısına: Alman Hastanesinin karşısından girdik, önce sağ sonra sol yapıp (ünlü pizzacımız Trio’ya gider gibi yani) Saint Pulcherie’nin oraya çıktık. Oradan T-Box’ın oraya çıktık ve 10.51’de koltuğumuza otuduk. Ben de inanamadım nasıl yetiştiğimize. Heralde biz buluştuğumuzda 09.50, kahvaltıya oturduğumuzda 10.00 olmuştu saat..

Sur Ocakbaşı ama tatlısı

O muhteşem büryanını falan geçiniz, tatlıya geliniz bile diyebilirim: Sur Tatlısı.. . Gerçek adı künef bu tatlının. İçinde irmik var süt var biraz. Uzaktan görünüşü, peynir helvasına benziyor ama tadının alakası yok. Hazırlanması yirmi dakika falan alıyor. Büryan gelir gelmez siparişini vermiştim ben. Ilık ve arasına dondurmayla servis ediyorlar. Anlaşılan artık tatlı yemeye de Kadınlar Pazarına gideceğiz. Hem çayı da hiç fena değildi. 1 içli köfte, 1 porsiyon büryan, 1 sur tatlısı ve 1 cola 23 lira. Çaylar, ikram sanıyorum.

surocakbasi.net

Çiya’da erişte mantarı

Aslında önce çok kötü şeyler yazacaktım ama fırsatım olmadı. Diyecektim ki idare eder yemeğe lafım yok, kötü servise lafım yok, “o paraya değdi mi?” hissine lafım yok, yemeğin sonrasında saatlerce mideye oturmasına lafım yok ama bu dördü birden olunca anladım Çiya bozuldu diyenlerin ne dediklerini.

Derken Berent’in verdiği, New Yorker’ın Nisan sayısında bir Türk kızının Çiya’yı anlatan yazısını okuyunca önce bir “haksızlık mı ettim acaba?” dedim, ilk ateşim söndü. Ama sonra bir yemek enstitüsü açmak üzere arsa aldıklarını falan okuyunca tekrardan gıcık oldum. Yemeklerin arkasında servis yapar, yemekleri anlatırmış gibi poz vermiş Musa usta, en çok da ona güldüm. Madem Çiya büyümedi, Beyoğlu’nda yer açma tekliflerini çok karlı olmasına rağmen geri çevirdi, o zaman hedefi ne olursa olsun, neden mükemmel yemek yapmıyor? Neden garsonları etlerinden parça koparıyormuşuz gibi davranıyor? Doğrusu benim one-man-show bir enstitü falan finanse edesim yok. Hele böyle hiç değil.

Off, yine de anlatmam gerek yemekleri: Mualle esasen patlıcandan mürekkep olup parmak yedirtebilecekken yarıda bıraktık. Lahm-ı vişnenin köfteleri tıkız ve kuruydu. Bulgur, vasat kebabçılardaki salçası hafif acılaşmış, taneleri tombalak bulgurlardandı. Bu sefer hatırlamakta zorlandım ama Çiya’yı sevmemizin sebebi erişte mantarı gibi başka yerde yiyemeyeceğimiz, ilk defa burada duyduğumuz şeyler. Kemeden bayağı daha sert, herhalde temizlenemediği için yer yer topraklı, gövdeli, gerçi tadı da hafif odunsu ilginç bir mantar. Soğanla kavrulmuştu. Eğer Anadolu’da böyle pişiriliyorsa yapacak birşey yok ama fine-dining tam da böyle şeylere yarıyor: bir seferde bir tabak yenemeyecek bir mantarı, başka tatlarla birleştirip, farklı tekniklerle pişirip içindeki cevheri çıkarmaya. Sıkma köfteye laf yok, üstündeki kavrulmuş soğan ve kuru fesleğenle bambaşka birşey olmuş. Teleme, yani sütlü incir tatlısı da hala mükemmel bir tatlı.

Üç vakte yabancı bir dergide, gazetede mühim biri kötüleyen bir yazı yazınca herkesin şaşırmış gibi yapmasına tahammül edemeyeceğim. Valla eğer bir daha gidersem ve yine bu kadar kötü çıkarsa, olayı “yabancılara ülkemizi çok yanlış tanıtıyoruz, rezil oluyoruz” lafına bile bağlarım ha! 3 kişi, 69 lira.

www.ciya.com.tr

Büyükada Kapri’de yeniden…

Olmazsa olmaz nefis patlıcan, bu kez soya soslu uskumru marine, deniz fasulyesi -ki hayatımda ilk defa yedim, ilginç ve hafif bir şey, tuzdan hazzetmeyenler için ideal-, incecik kıyılmış roka ve domates salatası, özel soslu kalamar, kızarmış ekmekler ve bir şişe de buz gibi Çankaya. Balığa sıra gelmeden doyduk. Ortalık sakin, deniz sakin, insanlar sakin… Herkesin haftasonu doluştuğu Büyükada’da haftaiçi keyfi yapmanın tadını çıkardık.

www.kapri-restaurant.com