İskenderci buldum!

Sadece 48 saat içinde, Eskişehir’den transit geçtiğimiz, dönüşünü ise Bolu orman tesisleriyle süslediğimiz Ankara seyahatimiz sonrasında, kendimizi bir yorgunluk yemeğiyle ödüllendirmek üzere gittik Bursa Garaj İskender’e. Levent’ten 4 Levent’e doğru giderken, Gültepe sapağından girince sola değil de sağa devam edin, yolun sonunda, tam karşıdaki sokakta. Siparişleri vermiş beklerken ben hemen kafamda senaryoyu yazdım Sedat’a: “Bak şimdi bunlar kesin Bursa Garajı’nda çok tutulan bir müessesedir, ama kardeşler arasında husumet çıkmıştır da mesela ortanca oğlan gözünü karartıp kendi şubesini açmak üzere İstanbul’a gelmiştir” diye. Bakalım ortanca oğlan işi kıvırabilmiş diye beklerken hikayemin doğruluğunu teyit ettiremedik tabi. Ama bugün en azından ilk cümlem google tarafından onaylandı. Evet, merkezi Bursa Garajı imiş. Kebaplar için et, yoğut, tereyağı filan hep Bursa’dan geliyormuş hatta. En çok ete vuruldum. İnce ince kesilmiş, yağsız, yumuşacık ve çok lezzetli. Bursa’nın en bi favori mekanlarında da iskender yemişliğim var, ben ki tereyağına ölür biterim hiç Bursa’daki kadar ağırını, cambul cumbul tereyağı göletinde yüzenini yememiştim. Bu mekan dengeyi çok iyi tutturmuş. Hem mis gibi tereyağının tadını alıyorsunuz, hem de mis gibi etin tadını. İskenderden önce gelen turşu da kıtır kıtır çok lezzetliydi bu arada. Yorgunluk gitti, mutluluk geldi.

1,5 + 1 iskender + kola + şıra + ayran toplam 63 TL.

tel: 0212 281 48 48

Enstitü’de balkabaklı mücver

Hayat ne garip. Aylarca yıllarca Enstitü sadece öğlenleri açık olduğu için gidemediğime hayıflandım. Ne zamanki artık akşamları da açık olmaya başladılar, denk düştü ve öğlen gittim! Kafka’nın Kanun Önünde hikayesini hatırlattı. Gerçi ben sonunu adam vazgeçtiği anda kapıcının girmesine izin verdiği şeklinde hatırlıyordum.

Kalabalıktı, herkese yılbaşı arifesi bir çarptığından civcivliydi. Elalem öğlenleri ne güzel yerlerde yiyerek, şarap içerek geçiriyor hayatı hissini veriyordu. Öğrenciler, asker gibi üniformalı, patron/örtmen tipliler sweatshirt’lüydü. Yemekte biz notu en çok geç servisten kırdık. Yemeklerin kendisi ise, öğrenci yemeği olarak bakarsan iyi, fiyatlara bakarsan idare ederdi bence. Mesela domatesli pirinç çorbası adını verdikleri ama aslında pirinçli domates çorbası denmesi gereken çorba maydanozuyla falan tam olması gerektiği gibiydi ama harikaydı diyemem. Ben nohut-pilav yedim. 12 lira vermesem nohudun hafif sert, pilavın da hafif kuru ve biraz fazla tel şehriyeli olmasına laf etmezdim. Ama yanında şarap değil 12, paha biçilemez lira. Daha ilginç yemekler, ticarethane işi bol unlu ama lezzetli balkabaklı mücver, kabuklu kabuklu pişirdikleri zeytinyağlı yer elması, içindeki et dişe gelen mantı ve artık bulması zorlaşan mozaik pastaydı. Şimdi menüsüne bakıyorum, yine pek seksi görünüyor. Buna rağmen bende yaratması gerektiğini düşündüğüm heyecanı yaratmıyor nedense. Giderim yine ama galiba, artık kapıyı kapatabilirsiniz.

Karikatür, Selçuk Erdem’den olmalı.

www.istanbulculinary.com

Bolu Et Lokantası’nda fasulye

Biliyorum ki “ohooo, çoktan” diyeceksiniz ama Bolu Et Lokantası yeni yerine taşındıktan sonra bozmuş bence. Kendi seçimleri değildi taşınmak tamam ama o eski halinden eser kalmamış. Aynı hava yok meselesi değil, onu çok önce söylemişiz zaten. Bozulduğum yemeğin hem vasat hem pahalı olmasıydı. Bir iki hafta oldu orada yiyeli ve ne yediğimizi hatırlamakta zorlanıyorum bile. Taze fasulye ve ıspanak, herhalde çorba, bir de sonunda, bir heves, sütlaç. Hepsi vasattı. Sütlaç hayalkırıklığıydı. Vasat bir yer olmuş genelde. İki kişi 25 lira civarında birşey verdik. Halbuki 3-4 yıl önce 8-10 liraya çıkardık. Öğrenci yeri olmaktan çıkmış.

Fıccın Bizi Üzdü

Filmekiminde sinemadan çıktık. Gizem’le ikimiz de açız. Ve şakır şakır yağmurda şemsiyesiziz, sucuk olmuşuz. Tünelin sonundaki ışığı görmek için Fıccın’a gittik ama evet üzdü. Hazır mercimek çorbasıyla ve “hamur olmuş” fıccınıyla üzdü hem de. Ama mantı iyiydi. O, hamurlaşmamış; iç malzemesi, çoğu yerde kıyma diye dayatılan çok soğan,az kıyma (ve ağır kıyma) değildi. Sonra servis tabağına suyundan çok koymamışlar. Bizim mantı çorba olmamış, o da iyi. Ama bize sarmısak isteyip istemediğimizi sormadılar, belki bir o kötü. Bir de bana yoğurt az koymuşlar gibi geldi. 2 mercimek çorbası, 1 porsiyon fıccın, 1,5 porsiyon mantı, 1 cola, 1 çay 40 civarıydı.

Galata Muhallebicisi’nde akşam yemeği

Rutin grup buluşmamız için Tülin benden Beyoğlu’nda ilginç bir mekan söylememi istedi ama bana ayrılan süre içinde aklıma çok önerilesi bir yer gelmedi. Böylece Tülin’in epeydir merak ettiği Galata Muhallebicisi’nde buluşmak üzere Nişantaşı’nda sözleştik. Çok da iyi oldu. Yeni bir yer öğrendim.

Aslında muhallebici diye geçiyor ama sadece tatlı yiyip çay içeceğiniz bir yer değil. Saray Muhallebicisi ayarında bir yer Galata Muhallebicisi. Pilav üstü döneri başarılı, pideler de öyle. İskender yiyenler pidesini biraz kuru buldular, bunun dışında eleştiri yok. Tülin’le 3 tatlı paylaştık: Kaymaklı ekmek kadayıfı, güllaç, keşkül. Hepsi falsosuz, hepsi tam kararında. (Gerçi benim gönlümde en iyi keşkül hala Kanaat Lokantası’nınki.) Nişantaşı normlarında çok uygun fiyatlı bir yer Galata Muhallebicisi. 6 kişi yedik içtik 100 TL civarı hesap ödedik.

Belli ki açılış çalışmaları devam ediyor, bahçede tadilat vardı. Çok güzel bir bahçesi var, güzel havalara yetişir de yine gideriz umarım.

www.galatamuhallebicisi.com

Hüsrev’de sütlaç bitmiş

Hüsrev dedik, bağrımıza bastık, Yesek Listesine bile ekledik. Ama yamuk yaptı. Cumartesi akşamı yediğim hiçbirşeyden memnun kalmadım. Girerken salata barındaki zeytinyağlıları görünce, heyecan yapıp kuru fasulyeden vazgeçtim. Mercimek çorbası istedim önce. Çok kibar, çok süzülmüş ama fazla limonlu bir çorbaydı. Selçuk’un kurusundan tattım, bir kusuru yoktu. Pilavı kuruydu, yavandı. Enginar kılçıklıydı diye bile mızmızlanmayacağım, önemsiz bir ayrıntı. Zeytinyağlılar hem yavandı hem de birinden biri artık geçmişti. Ağzımda garip tat bıraktı. En sonunda da kaç gündür hayalini kurduğum fırında sütlaç yemeye yeltendim ama sütlaç bitmiş, yerine üstü yanık sütte pirinç haşlama verdiler. 44 lira verdik, ne başka saçmalıklara bu parayı veriyoruz diye kötü hissetmemeye çalıştık ama olan oldu artık.

Kanaat’te oturtma

Oturtma falan yemedik. Kuzu haşlama, çoban salata ve yoğurt yedik alt tarafı Yasemin’le. Efendi efendi yedik, hesabı istedik, bir an önce işe dönmeye niyetlendik. Ama sipariş verirken senli benli olmakta beis görmeyen garsonumuz 41 lira olan hesabımızı ödedikten sonra öyle bir somurtup görmemezlikten geldi ki hani çetrefil ilişkilerden dolayı çekemeyen tanıdık/eski sevgili/akraba bütün gün kendine hakim olmuş da son dakika dayanamayıp laf sokmuş da rahatlamış gibi bir etki yarattı bende, içime oturdu. Yağlı ve bulamaç kıvamlı ana yemekleri zaten hiç iştah açıcı görünmüyor, zeytinyağlıları olmadan da yaşayıp gidebilirim.

N, C, B ve S ile X

Bir iş yemeğinde, yabancı ortaklarımız S ve B’yi ağırlamak için kendilerini X lokantasına götürdük. Burası yeni açılan İKSV müdürlüğü, Şişhane’de renove edilmiş çok güzel eski bir Pera binası. X lokantası binanın üst katında bulunuyor. Burada Haliç manzaralarına baka baka yemeğinizi yiyebilirsiniz.

“X”, Borsa lokantası tarafından işletiliyor – ama daha modern bir hava yaratmışlar. İç mimarisi modern. Tuvalet kapıları füme cam. Masalarda örtü yok, oturduğumuz beyaz yuvarlak masanın üstünde renkli çizgiler vardı doğru hatırlıyorsam. Yanımızda da parlayan gümüş toplardan ibaret bir çağdaş sanat heykeli. Menüsü de Borsa’nın menüsünden daha modern ve değişik. Kuzu tandır var, ama kuskus ile. İşkembe çorbası var ama domatesli. Açık mutfakta görünen odun fırınından da pizzalar var.

Çok lezzetliydi. Manzara ve servis de misafirlerimizi etkiledi. Başarılı bir akşam oldu. Ben ödemediğim için fiyatı bilmiyorum.

Karakolda teftiş

Bir ilkbahar Cumartesi günü tarihi yarımadayı gezip Karakol lokantasına gidelim dedik – bir de Piyer Loti’de kahve içelim dedik.  Karaköy’e tramvay ile, oradan yürüyerek Eminönü haliç terminaline (İTO üniversitesine doğru yürümek lazım, otoparkların arasında sıkıştırılmış bir yerde bulunuyormuş bu vapur terminali), haliç vapuruyla Eyüp’e, oradan füniküler ile Piyer Loti’ye. Bir kahvemizi içtikten sonra tekrar füniküler, Formula 1 arabası gibi sürülen bir otobüsle de tekrar Karaköy’de bulduk kendimizi. Tekrar tramvay, bu sefer Gülhane’ye. Gülhane kapısından girip Arkeoloji müzesine doğru, ve onu geçip Topkapı sarayına geldik.  Şimdi neredeymiş bu Karakol lokantası?

Elimizdeki bilgi Topkapı sarayının orada eski bir karakolu lokantaya çevirmişler yönündeydi.  Bir polise sorduk, bize garip baktı, “karakol filan yok buralarda” dedi.  Neyse, yürüdük etraflarda, ve bulduk,  Aya İrini kilisesinin yanındaymış.

Feriye lokantasını işletenler burayı da işletiyor. Dışarıda bahçede sanırım daha cafe-vari bir hizmet var.  İçerisi ama beyaz masa örtüsü, siyah takım elbiseli garsonlar ve saire.  Güzel bir renovasyon yapmışlar.  Yemekler eski Osmanlı-vari – yani, eski Osmanlı yemekler, ama 100% otantik olmaya çalışmayan, biraz da yaratıcı yönleri de var. Menü çok güzel yazılmış, okuya okuya hepsinden almak istiyor insan.

Başlangıçta patlıcan sarma gibi bir şey aldık, paylaştık. Ana yemekte ben çok lezzetli bir türlü yedim, arkadaşım kuzu yedi. Tatlı olarak Osmanlı tatlı tabağı paylaştık ve çay içtik.  Toplam 120 küsur tuttu, doğru hatırlıyorsam.  Çok tavsiye ederim.  Bu yaz, festivallerinde Aya İrini’de konserler olduğu akşamlar burası yıkılıyor olacak, ona göre rezervasyon yapmaya da ihmal etmeyin.

karakolrestaurant.com

Fetih İşkembe’de sakatat şenliği

Evde işkembe çorbası, böbrek, koç yumurtası, dil ve hatta kelle pişirip yiyecek kadar sakatatın her türlüsünü seven anne ve babam, kokoreç krizlerine giren abla ve kardeşim var.

Buna ek olarak, bir pazar günü öğleden sonrasında Nişantaşı’na giderken, sırf aklına geldi diye ters bir u dönüşle Balat’a sapıp bir tuzlama ile yarımşar porsiyon kokoreç ve kelle yiyen ve tam olarak da doymayan bir adet de sevgilim bulunmakta.

Ben ise, sakatat görünce “ay iğrenç!” diyenlerden değilim ama pek meraklısı da değilim açıkcası. Hatta hiç meraklısı değilim diyeyim de tam olsun. Ama işte, tamamen aşkımdan, Balat’taki meşhur Fetih İşkembe’ye gidiverdim, o pazar günkü ters u dönüşü sonrası.

Yasin, güzel güzel, tuzlamasını, kellesini, kokoreçini yedi; ben de kellenin diline ve beynine, az da kokoreçe ortak oldum. O, yemek boyunca transa geçti ve benle konuşmadı. Onun için, o kadar iyiydi yani yemekler! Bense, özellikle dili beğendim. Kokoreç de iyiydi aslında.

Hesap, bir kola ve bir ayranla birlikte 20 TL geldi. Sakatat seviyorsanız, sakın durmayın bir gün gidin. Balat’ta, lokantanın yerini bir esnafa sorun, onlar tarif eder.