Açılalı ne kadar oldu tam olarak hatırlayamasam da, pastane son keşiflerimden. Cihangir caddesinde tam köşede şirin, butik bir pastane… Kahvaltılık niyetine alınan börekler, poğaçalar şahane. Benim favorim dere otlu peynirli ve zeytinli poğaça. Ölçüsü klasik pastane ve söz de “ev yapımı” poğaçalardan daha küçük ama çok daha lezzetli. Bir kere mideyi yakmayan ve şişirmeyen hamur adamı şaşırtıyor, insana gerçekten evde mi yapıldı sorusunu sorduruyor. Çok küçük bir mekan, belki saatlerce oturacağınız bir yer değil ama atıştırmalık bir zaman diliminiz varsa ve yolunuzun üstündeyse kesinlikle bir kaçamak yapmalı ve denemelisiniz. Yaza girdiğimiz şu günlerde serinleten limonatasını da denemenizi öneririm…
Beşiktaş kahvaltı mahallesi
Bir Pazar Eda’larla Pişi’de, bir Cumartesi de Selçuk’la Çakmak’ta kahvaltı ettim ve Beşiktaş’ta kahvaltıcı olayı nasıl coşmuş onu gördüm.
Bir kere Pando amca dükkanı yenilemiş. Camı, tezgahı yeni, duvarlar badanalı. Dışarıdan o kadarına dikkat ettim ama yine de bozuldum. Pando amcaya karşı öyle sevgi pıtırcığı hislerim olduğundan değil, zaman tüneline girmiş hissedebildiğim bir yer olmuş olduğundan. Var idiyse bir büyüsü, bence kalmamış.
Küçük kartalın biraz yukarısındaki Çakmak, hakikaten ve sadece kahvaltı salonuymuş bir kere. Mutfak tezgahının bir köşesi yumurtalar yığılı ve yemek için peynir, söğüş, kötü zeytin ve yumurtadan öte birşey yok. En güzeli. Efendi efendi kahvaltı edip iki kişi 20 liraya çıktık.
Bir de kahvaltıcılar sokağının başlarında bir tane daha Çakmak Kahvaltı Salonu var. İlişkililer, di mi? Onun karşısında var kahvaltıcı, yanında var, sokağın sol yaptığı köşede iki cafe var, sola döndükten sonra sağda Pişi var, Çelebioğlu sokak bitip de Şair Veysi’ye vardığınız karşınızda bir vegan kafe var (kapalıydı), onun sol yanında Çakmak Cafe ve üç kahvaltıcı daha var. Soldan devam eder, bu sefer sağa kıvrılan yolu takip ederseniz solda birinin adı Reçel Türevleri olan iki-üç cafe/kahvaltıcı daha var. Var da var. Coşmuş meğer mahalle. O kadar talep var mı, öğrenci mahallesine doğru konsept mi olmuş yoksa Türk işi şişme mi bilemiyorum. Havalar güzelleşince, insan sokak arasında Pazar sabahı geçirmek istemez ki.
Neyse, Pişi’nin olayı da adı üstünde, içi bişili kızarmış hamur. Gerçi ben pişi lafını ilk defa bu vesileyle duydum. Kahvaltı da var, gayrı kahvaltı zamanlar için hamburger falan da var. Sokağa girince havası “hangi şehre düştük birden” hissi verse de kopya olmayan bir yer. Sahipleri, çalışanları da muhabbete teşne (benimle değil tabii). Kafelerde takılmaya zamanım olsa burada da takılırdım hissi verdi.
Boğaz’da kahvaltı oxymoron haline geldiğine göre, Beşiktaş’ta kahvaltı oxymoron haline gelene kadar sömürelim bari durumu.
Ah ah, aslında kahvaltı deyince Backyard yazmak var ama tanıyorlar beni ve ben etik bir insanım.
Haritada işaretli olan ve ikinci fotografın konusu, Pişi.
Nar Cafe’de kahvaltı
Süt, yumurta ve reçel (bir de siyah zeytin, bir de bal) sevmediğimden mi, yoksa annemin hazırladığı kahvaltıların pek bir renksiz oluşundan mı bilmiyorum, çocukken kahvaltının hiçbir hikayesi yoktu benim için.
Sonra, çok yıllar sonra, kahvaltıya aşık oldum ben. Galiba evden ayrıldıktan sonra. Eski iştahımın ölmesinden ve yerine tamamen yenisinin gelmesinden hemen sonra. Yeni iştah, yeni damak tadı, yeni zevkler. Bir tek, annemin ninesinden yoğurt ve peynir, babaannemden ekşi, annemden de meyva aşkı miras kaldı. Gerisi tamamen sil baştan.
Kahvaltı son aşkım ya, kıymeti daha bir başka. Daha olgun, daha dolu dolu, daha vazgeçilmez bir aşk. O yüzden, kahvaltı geçiştirmediğim ve ne yediğime her zaman önem verdiğim tek öğün. İyi peynir, tok ekmek, lezzetli yoğurt ve taze meyva olacak illa ki. Pazar günleri yediğim simit dışında, başka da bir şeye ihtiyaç duymuyorum gerçi. Daha doğrusu, bunları yerken evde olmanın dışında başka da bir şeye ihtiyaç duymuyorum demeliyim.
Ama ne hikmetse, zıt kutuplar hikayesinden mi bilmiyorum, benim sevgilim birçok insan gibi arada sırada da olsa dışarıda kahvaltı yapma isteğiyle dolup taşıyor. O yüzden, işte o arada sıradaki şanslı pazar sabahları kahvaltıdan önceki saatler “kim kimi ikna edecek?” oyunuyla geçiyor. Nadiren de olsa ikna oluyorum, ama hep oflaya poflaya. Uyuz bir karakter benimki: madem ikna oluyorsun, oflamak neden?
Neyse, şimdi konumuz ben değilim konumuz kahvaltı…Geçenlerde bir pazar sabahı, yine büyük sıkıntılar içinde Rumelihisarı’ndaki Nar Cafe’ye gelip, yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz yemeği yedik (yumurta tabii ki Yasin’in :) ) . İşte, mükemmel kahvaltı benim için tam da böyle bir şey: rengarenk kahvaltı, deniz ve sevgilim.
Tam burada, huysuzluğu tavan yapmış bir kadın gibi gözükmeyeceğimi bilsem, bir parantez açar ve otururken sırtımızın değdiği arka masadan, kurdukları cümlelerde kullandıkları virgülü bile yakalayacak kadar yakın oturduğumuz yan masalardan, Boğaz trafiğinden ve havadaki o fena nemden ne kadar haz etmediğimden bahsederdim ama hayır, bu konuyu da şimdilik açmayalım. O yüzden, hayat güzel, kahvaltı şahane, laylaylom, vs…
Masada görünenler, artı bayağı bir çay toplam 45 TL verdik diye hatırlıyorum. Hatta daha da az olabilir.
Lacivert’te pazar kahvaltısı
İşte elime yapışan yazılardan biri daha. Bir taraftan sizin (ve benim) şimdi Cuma günü ofisinizde brunch porn‘a ihtiyacınız var (bkz. google’dan gelen “kahvaltı mekanları,” “pazar brunch”, “kahvaltı boğaz” aramaları), bir taraftan Pazar’ın güneşli olup olmayacağı belirsizliğini koruyor, diğer bir taraftan da korkarım film o kadar iyi çıkmayacak. Kararsızlıktan ortada kaldı işte.
Hani üç hafta önce haftalarca bulutlu yağışlı havadan sonra Pazar günü güneş açmıştı, hatta sıcaktı. Herkes Boğaz’a fışkırmıştı. Biz de fışkırdık, Lacivert’e gittik. Rumelihisarı kalabalığından Lacivert’in teknesiyle taka taka taka uzaklaştık. Karşıya varınca siyah gözlüklerinin arkasına saklanan beyaz Türklerin ve kirli beyaz Türklerin arasına hemen kaynaştık. Güneşte otura otura kızardık. O gün aldığım D vitamini ile yaşıyorum hala. Hayallerinizi yıkmak istemem ama Pazar günü Boğaz’a nazır, yayıla yayıla, öğleden sonralara kadar güzel kahvaltı olmadı tabii. Boğaz gürültüydü, müzik biraz fazla, biraz da fazla muzak‘ti, ahali zevzekti. İlla Pazar olacaksa, illa Boğaz olacaksa, olsa olsa illa sabah kargalarla birlikte olabilir.
Açık büfe kahvaltı için isteseler çok daha iyisini yapabilirler. Daha önce bir gittiğimde yediklerim, websitelerinde reklam ettikleri brunch‘a daha yakındı. Peynirler, zeytinler, reçeller, börekler falan, eyvallah göz doyuruyordu ama onun dışında bir özelliği de yoktu bence. Börekler ya sert ya kuruydu. Tatlılara ise göz gezdirin, iç geçirin ama kendinizden geçmeyin. Hiçbirinden yemeseniz, hiçbirşey kaybetmezsiniz. Üç, beş çeşit börek, domatesin hıyarın yanında kuş otu, aralarında nevruz şerbeti bile olan şerbetler gibi bazı ilginç şeyler vardı. Hadi oradan da bir iki artı puan. Bir de servis, yani sandalye masa ayarlama, çay-kahvesiz bırakmama da bir iki puan. Yani yediklerimize bakıyorsak 0, kahvaltı mekanı arıyorsanız 1.
Kişi başı 50 lira.
Backyard’da Kahvaltı
Bilgisayarımın bozuk olduğu dönemde, yazdan kalma bir günde gittik. Kahvaltı tabağı, omlet, kahve falan gibi birşeyler aldığımızı hatırlıyorum ama ne fiyatı ne lezzeti hatırlıyorum ne de aksayan servisinden şikayet ediyorum. Aklıma kazınan Backyard’ın ambiyansı oldu. Manzarası, bahçenin halı sahadan bozma çimenleri, yemyeşil çimenleriyle uyumlu sade dekorasyonu. Havalar düzelse de yine, yine yine gitsem ve o manzaraya karşı iki tek yuvarlasam. Fotoğraf çekmeyi unuttuk. Bir de yeri biraz muamma. Şöyle gidiyorsunuz. Akmerkez’in orada Maya Sitesinden düz ilerleyip her taksi durağına soruyorsunuz çünkü arada derede bi yerde sıkışmış saklı kalmış belki de bu sayede saklı kalmış bu güzellik:)
Cihangir Van Kahvaltı Evi
Bir Filmekimi ganimeti daha.. Sabah saat 11.00’de Atlas Sinemasında olan filmimiz için biraz erken gelelim, kahvaltıya gidelim önerisiyle geldim. Selma da tamam dedi.
Menüde üç çeşit kahvaltı tabağı vardı. İlki en kapsamlı olanını değil de, ikinci en kapsamlı olanını aldık. Ama dedik ki; biz menemen ya da omlet söyleyeceğiz, siz bize bu kahvaltı tabağındaki yumurta yerine jaji getirir misiniz dedik. Tamam dediler. İlk görüşte aşk burada başladı. Ardından da muhteşem diğer lezzetlerle pekişti. Peynirler, menemen, gözleme hepsi harikulade. Gözleme daha bir güzel ama, kaşarlı ıspanaklıydı bizimki. Ispanak yeşil,tadı geliyor,ölmemiş. Hamur kurumamış ama çıtır, mideye oturmuyor, ağır değil. Kaşar uzayıp gidiyor. Yeme de yanında yat yani. Kavurmalı menemen keza o da çok leziz. Kavut da bana ısıtılmış tahin helvayı andırdı. Tahin, tahin helva severleri memnun edecek bir tatlı. Bana vaktinde kan yapar diye zorla yedirttiklerinden pek aram yoktur pekmez,tahinle ama barışmak istiyorum artık onlarla zira bu kansızlık yeniden baş göstermeye başladı.
Evet ne diyorduk..
Biz buraya gelince saat 10.00 olmuştu ve biz yiyeceğiz daha Atlas’a yürüyeceğiz. Yetişemeyince de filme almıyorlar. E hadi hadi, diye diye bitirdik. 1 kahvaltı tabağı, 1 kavurmalı menemen, 1 tahinli kavut, 1 ıspanaklı kaşarlı gözleme, 4-5 çay 30 lira. Kişi başı limitsiz yedik içtik. Mideler tam kapasite çalıştı. Çayı da bittikçe söyledik. Neymiş efendim kişi başı limitsiz kahvaltı bilmem nerede 50 yerine 25 lira. Bırakın Allah aşkına ya.. Gidin Cihangir’e Van Kahvaltı Evine.
Meraklısına: Alman Hastanesinin karşısından girdik, önce sağ sonra sol yapıp (ünlü pizzacımız Trio’ya gider gibi yani) Saint Pulcherie’nin oraya çıktık. Oradan T-Box’ın oraya çıktık ve 10.51’de koltuğumuza otuduk. Ben de inanamadım nasıl yetiştiğimize. Heralde biz buluştuğumuzda 09.50, kahvaltıya oturduğumuzda 10.00 olmuştu saat..
Kekik’te kahvaltı
Geçen Pazar, Cihangir’de yeni açılmış çok sempatik bir kahvaltıcıya gittik. İçeride beş masası, bir de vitrinli buzdolabı var. Masa, sandalye, ayna, aplik ve sairler Martha Stewart Living sterilliği ile Gizli Bahçe’den beri kurtulamadığımız eskiciden toplama leşliği arasında süper bir kıvam tutturmuş.
Esas kahvaltısına tav olduk tabii. Türk işi kahvaltı, özentisi yok. Ama iki domates bir peynirden ibaret değil. Kahvaltı repertuarı geniş. Selçuk’un menemeni de Selin’in yumurtalı ekmeği de evde yapılandan farklı değil. Ben “Omlet isterdim ama siz şimdi kurutursunuz” deyince garson / ortak / arkadaş kızın “yok, yok, kurutmuyoruz” cevabındaki tondan anladım ki ne dediğimi anladı. Gerçekten de kurutmadılar. Pul biberi fazla bana geldi ama Türk işi olduğunun kanıtıdır, cümleyi ‘ben pul bibere az geldim’ diye değiştiriyorum. Hellim ve sucuk ızgaradaki hellim, suluydu, ızgaradan üç saniye önce alınmıştı ve şehirde işkence görmemiş nadir hellimciklerden biriydi. İkişer üçer çay da içtik. 40 lira hesap geldi.
Kahvaltı tabağı almak da mümkün, reçeli, peyniri, domatesi tek tek almak da. Olay sadece kahvaltı. Süper.
İMÇ’deki çay ocağı fenomeni
Çeşitli mefruşat işleri için Mehmet’le Unkapanı İMÇ’de birkaç saat geçirmemiz gerekti. Sabahın köründe ordaydık. Kan şekerim yerlerdeyken canavara dönüştüğümden, ilk iş bana yiyecek bulmaya koştuk. 1. blokta, en alt katta bir çay ocağı varmış, oraya indik, siparişimizi verip gideceğimiz kumaşçıya yollandık. 10 dakikada muhteşem menemen, sahanda yumurta ve çıtır ekmekler bir tepside arz-ı endam etti. Sonradan öğrendik ki burası asıl bol köpüklü ve pek çabuk gelen Türk kahvesiyle meşhurmuş. Onu da Mehmet denedi, tam not verdi.
Bu tip kapalı yerlerin kendince bir ruhu vardır ya, İMÇ de öyle. Dışarda dünya yıkılsa burdaki esnaf yine top top kumaşın arasında tevekkül içinde oturur, radyosunu dinler, bol köpüklü kahvesini höpürdetir, gazetesini okur gibi geliyor insana – ve kıskanmıyorum desem yalan olur…
Big Chefs’e ağır teftiş
Aslında ilk gidişimde yazsaydım, yepyeni açılmış bir yeri yazmış olacaktım, çok cool olacaktım ama gariban bir Yesek’çiyim. Bununla birlikte, New York Times’ın restoran eleştirmeni gibi üç kere gidip de yemeden yazmıyorum. Bu durumda eleştiriye daha yakın yazmalıyım.
Bigchefs dalgası Ankara’dan geldi biliyorsunuz. Hatta sahibesinin bu zincir işine girişmeden önce işlettiği Cafe Miz (CafeMiz?), Arjantin caddesindeki en düzgün kafeydi. Daha bir yıl önce İstanbul’da çok şube açacağız, çok büyüyeceğiz minvalinde bir röportajını da okuduğumu, safçasına heyecanlandığımı hatırlıyorum. Etiler’de eski Paul’un yerindeki şubeyle Tünel’de yerini henüz tam anlamadığım şubeyi aynı zamanda açtılar.
Etiler’deki şubesine önce annemle bir öğlen, sonra ailece bir akşam, en son da kuzenlerle pazar sabah kahvaltı için gittim. Dekorasyonuyla pek bir uğraşmışlar, renkli, hatta eklektik ama çok orijinal dersem yalan olur. Mutfağının açık olması güzel.
Menü geniş ve standart bir cafe menüsü. Arada bir iki ekleme var. İlk sefer yediğim kestane mantarlı tagliolini kaldı en çok aklımda. Makarnaları kendileri yapıyorlarmış, kremaya boğmamışlar. Karidesli noodle ve karidesli fajita vasat. T-Bone yumuşak ve tam kıvamında ama son lokmalar inmiyor. Keçi peynirli roka salatası ve cevizli portakallı bir salata, Cafe Menüsü 101 dersinden A alır.
Tatlılarsa daha gelişecek çok, teyzesi, üstüne düşme. Deniz creme brulee’yi kötülemekle kalmayıp kendilerine söyledi zaten. Balkabaklı çizkekin adı ayrı fotoğrafı ayrı çok seksi ama tadı bildiğimiz kabak tatlısı. O kadar tatlı olması esprisini bozuyor. Bir de bir şeflerinden kalma Antep tatlısı gül sulu bir muhallebi denedik ama we were none the wiser. Fakat kestaneli ve yanılmıyorsam bezeli bir tatlıları vardı ki hani denize ekmek attığınızda balıklar kopardıkça sağa sola savrula savrula küçülür ya, işte öyle yedik.
Pazar kahvaltısının ise iyi yanı bayağı göz doyuran bol çeşitli, tatlılı, sıcak yemekli, hiç pintilik yapmadıkları bir açık büfe olup da bunun şehrin hareketliliğinden uzak bir otelde veya bilmemnere mezunlar lokalinde olmaması. Üstelik 35 lira gibi ne yazık ki İstanbul, hele Etiler standartlarına göre gayet makul fiyatta olması. Hatta, tepsiyle gezip simit dağıtan bir amca ayarlamış olmaları, dimsum usulü sıcak tadımlıklar dağıtmak gibi detaylarla uğraşmaları.
Akşam yemeği için gittiğimizde dolu ve civcivli olması, kendi tabirleri ile “New York’taymış gibi” olması benim o akşam hoşuma gitti. Ama yenidir, olur. Sonuçta, moderen muhallebici zinciri dediğim zincir zincir yerlere bir rakip daha geldi. İş yaparlar. Servislerini hızla toparlarsa, mesela kahve makinasının bozulduğunu saklamak yerine söyler, bekletmezlerse iyi iş yaparlar.
Namport’ta brunch
Namlı’nın Karaköy iskeledeki yeni mekanıymış burası. Annemin her şeyleri bilen arkadaşı Özden Teyze, Cuma akşamı methetti. Pazar sabahı acilen ordaydık! Brunch kişi başı 28 TL. Klasik kahvaltılıklara ek olarak börekler, makarnalar, hatta mezeler filan var açık büfede. Hava soğuk olmasına rağmen dışarda oturduk, manzarayı ve gelip geçeni kestik. Yediklerimiz iyiydi. Gülbin Abla kavurmalı yumurtayı çok beğendi. Ben sürekli pastırma yediğimden yorum yapmasam daha iyi. Namlı’nın pastırmasını bulunca kahvaltı dengem bozuldu sanırım. Geri kalan her şey önemini yitirdi…