Ben de evimin yakınında Balkan Lokantası gibi bir yer olsa zırt pırt orada yerdim tabii. Esnaf lokantası yemeği yiyince tabii ki insana başka yerde yenmez gibi bir his geliyor. Hem güzel hem ucuz. Ben nohut ve cacık aldım mesela, 4 lira tuttu. Selçuk da geldi enginar, bulgur ve birşey daha aldı, onunki 8 lira tuttu. Akşam saatinde bile yeterince seçenek vardı, kuru kuru değildi.
Barbaros’tan iki günde bir
İşe en yakın olan en geç gelen olur. Zır zır gezenler, kendi şehirlerindeki tarihi yerleri görmemiştir. Barbaros’tan da çok sık yesek de en az bahsettiğim yerdir. İşte tipik bir Barbaros günü: Arnavut ciğeri, karnıbahar, kuru fasulye, İzmir köfte, bezelye, bulgur, domates çorbası. Nadirdir buranın bizi mutsuz ettiği. Kuru fasulye hatadır mesela. Bulguru yeterince sık yapmazlar. Ama köftesi iş görür. Zeytinyağlılar hep ayarındadır. Nihayet yemeksepeti’ni keşfettiler. Bir de her zaman için esnaf lokantasından bir tık pahalıdır.
Barbarot
Şevketi Bostan 6.50
Ebegümeci 6.50
Isırgan otu yemeği 6.50
Ege otları yemeği üçü bir arada (Kapurcak, Radika, Kuş Yüreği) 6.50
Ege otları yemeği ikisi bir arada (Malatura, su teresi) 6.50
Barbaros’un bugünkü menüsünden. İki günde bir öğle yemeğimizi ısmarladığımız Barbaros son üç haftadır otlar konusunda coştu, Barbarot oldu. Ben de sırf merak ve istekten değil, aynı zamanda vazgeçmesinler, destekleyeyim diye hep ot ısmarlıyorum. Burası öyle cici, hanımeli falan bir yer değil, benzinci arkasında bolkepçeci ya, her an vazgeçebilirler. Görüntü hiç iyi olmuyor ama bazıları çok ot gibi veya fazla haşlanmış falan oluyor, bazıları çok güzel oluyor. Ben ikisi bir arada ısmarladım bugün, geldi hatta şimdi. Müsaadenizle, bana afiyet olsun.
Çelebi’de türlü-bulgur
Sıcak ve rahat ofisimden internet bankacılığı aracılığıyla, müdiranım edasıyla, bir tıkla vergi ödemeyi bir günle kaçırınca, dijital uçuruma düştüm. Haftalarca düşmeye devam ettim uçurumdan, ama farketmedim. Derken bu sabah yere çakıldım. Bir uyandım ki, uçurumun öbür tarafında ofisboya dönüşmüşüm. SSK koridorlarında kalabalıkları yara yara doğru kapıyı bulmaya çalışıyorum. Buluyorum, başka kapıya yolluyorlar. Elimdeki nakit ne kadar hazırlıklı olursam olayım yetmiyor. Ama uçurumun öbür tarafında olmanın güzellikleri de var: Yediğim öğle yemeği de internet öncesi çağdan kalma. Bolkepçe ve lezzetli yemek, Kestane cam şişede su, tek kişilik kaselerde Kanlıca yoğurdu, yabancılarla paylaşılan masalar, telefon öncesi çağdan kalma garsonlar, sararmış, cam altından işlemeli aynalar. Türkiye’nin eskiden var olan orta halli hali. Ne şimdiki kadar geçim derdinde, ne de şimdiki kadar görmemişcesine zengin. Türlü, bulgur, su 8,5 lira. Ispanak, mantı makarna, su da 8.5 lira.
Enstitü’de balkabaklı mücver
Hayat ne garip. Aylarca yıllarca Enstitü sadece öğlenleri açık olduğu için gidemediğime hayıflandım. Ne zamanki artık akşamları da açık olmaya başladılar, denk düştü ve öğlen gittim! Kafka’nın Kanun Önünde hikayesini hatırlattı. Gerçi ben sonunu adam vazgeçtiği anda kapıcının girmesine izin verdiği şeklinde hatırlıyordum.
Kalabalıktı, herkese yılbaşı arifesi bir çarptığından civcivliydi. Elalem öğlenleri ne güzel yerlerde yiyerek, şarap içerek geçiriyor hayatı hissini veriyordu. Öğrenciler, asker gibi üniformalı, patron/örtmen tipliler sweatshirt’lüydü. Yemekte biz notu en çok geç servisten kırdık. Yemeklerin kendisi ise, öğrenci yemeği olarak bakarsan iyi, fiyatlara bakarsan idare ederdi bence. Mesela domatesli pirinç çorbası adını verdikleri ama aslında pirinçli domates çorbası denmesi gereken çorba maydanozuyla falan tam olması gerektiği gibiydi ama harikaydı diyemem. Ben nohut-pilav yedim. 12 lira vermesem nohudun hafif sert, pilavın da hafif kuru ve biraz fazla tel şehriyeli olmasına laf etmezdim. Ama yanında şarap değil 12, paha biçilemez lira. Daha ilginç yemekler, ticarethane işi bol unlu ama lezzetli balkabaklı mücver, kabuklu kabuklu pişirdikleri zeytinyağlı yer elması, içindeki et dişe gelen mantı ve artık bulması zorlaşan mozaik pastaydı. Şimdi menüsüne bakıyorum, yine pek seksi görünüyor. Buna rağmen bende yaratması gerektiğini düşündüğüm heyecanı yaratmıyor nedense. Giderim yine ama galiba, artık kapıyı kapatabilirsiniz.
Karikatür, Selçuk Erdem’den olmalı.
Duymayan Kaldı mı?
Fıccın Bizi Üzdü
Filmekiminde sinemadan çıktık. Gizem’le ikimiz de açız. Ve şakır şakır yağmurda şemsiyesiziz, sucuk olmuşuz. Tünelin sonundaki ışığı görmek için Fıccın’a gittik ama evet üzdü. Hazır mercimek çorbasıyla ve “hamur olmuş” fıccınıyla üzdü hem de. Ama mantı iyiydi. O, hamurlaşmamış; iç malzemesi, çoğu yerde kıyma diye dayatılan çok soğan,az kıyma (ve ağır kıyma) değildi. Sonra servis tabağına suyundan çok koymamışlar. Bizim mantı çorba olmamış, o da iyi. Ama bize sarmısak isteyip istemediğimizi sormadılar, belki bir o kötü. Bir de bana yoğurt az koymuşlar gibi geldi. 2 mercimek çorbası, 1 porsiyon fıccın, 1,5 porsiyon mantı, 1 cola, 1 çay 40 civarıydı.
Nizam’dan eve söyledik…
Epeydir yazmıyorum… Her keyifli yemekten sonra elim gidiyor, ancak çok “ballandıracağım” diye korkuyorum. Her keyifsiz yemekten sonra da elim gidiyor, ancak o zaman da haksızlık etmeyeyim diye yazmıyorum. Kısaca uzunca zamandır yazmıyorum…
Gel zaman git zaman eşref vakti geldiğinden herhal, bu sefer yazayım dedim. Bir zamandır evdeyim, doktora tezimi yazmaya çalışıyorum, bu yüzden kendime ceza verdim. Dışarı çıkmıyorum. Bu durumda yemek yemek için üç şansın oluyor. Birincisi kendin pişirirsin, ikincisi eli güzel bir arkadaşın senin için pişirir ve sonuncusu yemeği dışarıdan söylersin.
Hazır bu ara dışarıdan yemek söylerken neden Yesek’e yazmıyorum ki dedim….
İlk yazacağım yer Nizam olacak sanırım. Nizam pide salonu taksim-beyoğlu civarında hem “pis” çorba içilecek, hem de pide yenebilecek hoş yerlerden biri. Pidelerini çok beğeniyorum, pek keyifle mideye indiyorum.
Ancak dahası var… Nizam’da günlük olarak değişen ev yemekleri de var.
Geçen gün bir mercimek çorbası, bir kelle paça, bir fırın köfte, bir pilav üstü kuru, bir musakka ve bir fırın sütlaç söyledik. Öncelikle yemekler sıcak geldi. “Zaten öyle olması gerekir…” demeyin. Zor bulunuyor. Ben ezogelinciyim aslında, ama mercimek çorbası da çok lezizdi. Kelle paça yiyen arkadaşım pek leziz olduğunu söyledi. Ev yemekleri tazeydi, kıvamı da çok yerindeydi. Kısaca hepsi ayrı lezizdi.
Dahası tüm bu yemekleri eve servis yapmak zor iş tahmin edersiniz ki… zira detayı çok. Acaba hangi biri eksik kalacak diye düşünürken şaşırtıcı derecede özenliydi. Mercimek çorbası için limon ve pul biber, kelle paça için daha siparişi alırken sorulan ve tam kıvamında eklenen sirke-sarmısak sos, pilavın üzerinde cömertçe konulmuş kuru fasulye, fırın sütlaç üzerine bolca fındık, sıcak pidesi, tuzu, karabiberi, peçetesi….
Bunların hepsine 29 YTL ödedik…
Sümerhan Lokantası’nda her şeyi beğendik
Kaç zamandır gidip deneyeceğim, kısmet bugüneymiş. Ajanstan Songül ve Ziya da hevesle eşlik ettiler, öğle tatilinde taksiye doluşup Eminönü’ne yollandık. Mısır Çarşı’sından aheste aheste geçtik, her tezgaha baktık, okulu kırmış çocuklar gibi şen şakrak yola devam ettik. Dışardan İstanbuli diye birkaç tabela görünce tereddütte kalıyor insan. Ama mekanın adı Sümerhan Lokantası. Alt kat kafe (cafe âlâ), üst kat lokanta. Kuru fasulye, pilav, köfte gibi klasik seçeneklerin yanı sıra bir de hergün değişen yemekler var. (Ek bilgi: Zeytinyağı Ayvalık’tan, baklava Antep’ten geliyormuş.) Ben kremalı mantar çorbası, zeytinyağlı enginar, semizotu ve kabak tatlısı seçtim. Songül kremalı mantar çorbası, kadınbudu köfte, peynirli makarna ve aşure aldı. Ziya ise pilav üstü döner ve baklavada karar kıldı. Adam başı ortalama 15 TL ödedik. Hepimiz yediğimiz her şeyi beğendik – ki bu az rastlanan bir durumdur. İlla ki eleştirmek gerekirse, belki enginar ve kabak tatlısı biraz daha az pişebilirmiş, hepsi bu. Ama hem kabak tatlısı hem aşure hem de baklava insanın içini baymayan cinsten, şekeri kararında. Her müessesede bulunmasını dilediğimiz dünyalar şekeri bir amca ne eksiğiniz varsa hemen getirip tamamlıyor. Çok hoş bir ortamda, gayet makul fiyatlara, tadı tuzu yerinde, lezzetli tencere yemekleri yiyorsunuz. Benim için daha fazlasına gerek yok zaten!
Bodrum semalarından bildiriyorum
Bayramda yaptığımız Bodrum seyahatinde aklıma yazdığım yeme-içme notlarım:
Oasis”te Begonvil: Patlıcan musakka, az nohutlu pilav, 2 mercimek çorbası, yarımşar zeytinyağlı pırasa ve fasulye, yarımşar revani ve kadayıf, 3 çay. Musakka yağlı, pilav tane tane, mercimek çorbası lezzetli ve doyurucu, fasulyeyi salla ama pırasa anneminkiyle bile çok net yarışır. Toplam hesap 43 tl.
Belki yemekler insanı uçurmuyor ama havasıyla ve üzerinde düşünülmüş küçük detaylarıyla insana mutluluk veren bir lokanta burası. Amatör ruhla açılmış ve aynı ruhu korumuş. Yemekten sonra, sahibini tebrik ettik, çok utandı.
Yalıkavak’ta Sait: Salata, zeytin, pancar turşusu, köz patlıcan salatası, deniz börülcesi, kavun & beyaz peynir, ahtapot ızgara, kaşarlı kalamar ızgara, kalamar tava, dil şiş, dil tava, 600 gr.lık dil ızgara, lagos ızgara, levrek ızgara, tatlı olarak da baklava, incir tatlısı, ekmek kadayıfı, kabak tatlısı, içecek olarak kolalar çaylar, kahveler, bir küçük rakı.
Ahtapot ızgara biraz kurumuş, kalamar dolması lezzetli, kavun kelek, peynir iyi, deniz börülcesi de gayet güzel. Dil balığının mevsimi başlamış, her türlüsü şahaneydi. Tatlılardan, kabak tatlısı da iyiydi ama baklava galiba bir adım öndeydi.
Sait, pek bir meşhur Bodrum’da. Diğer balıkçılardan ne farkı var, ben anlamadım. Açıkçası, ben marinadaki şahane ahtapot ve lagos yapan Memedof’u ya da Gümüşlük’teki yaratıcı Mimoza’yı tercih ederim. Hesap, tabii ki de kabarık. 650 tl, 8 kişi.
Göltürkbükü’nde Hoca’nın Yeri: Çiğ börek, mantı, gözleme.
Çiğ börek de güzel, otlu hafif gözlemesi de. Mantının porsiyonu az gözüktü benim gözüme, onu söyleyeyim, çünkü ben yemediğimden tadı konusunda bir fikrim yok. Fiyatlar, 10 TL civarı diye hatırlıyorum.