Mabeyin: Ne yediysem beğendim

Altunizade’nin ilerisinde, Kısıklı’ya doğru bir yerde Mabeyin. Yüksek tavanlı, güzel bir köşkte. Ağır bir dekorasyonu var ama köşkteki restorana da başka türlüsü yakışık almazmış gibi geldi doğrusu. Her şey özenli ve temiz, garsonlar arı gibi çalışkan. Oturur oturmaz domates sos, tereyağı, peynir ve tombik sıcak pideler geldi. Sonrasında gavurdağı, zeytinyağlı patlıcanlı pilav, çiğköfte ve fındık lahmacun söyledik. Hiçbirinde falso yoktu. Çiğköfte Develi’ninkiyle kapışır, hatta acısı daha az baskın olduğundan lezzet anlamında bir adım öne bile geçebilir. Zeytinyağlı patlıcanlı pilavın patlıcanları kızartılmış da eklenmiş pilava. Ege usulü patlıcanlı pilavın aksine, içine salça da koymuşlar. Her yemeğe ille de salça koyma merakı bana ters. Ama bu cidden harika olmuş. Gavurdağının da ekşisi tatlısı tam kararında. Sadece fındık lahmacun benim için biraz fazla buram buram kuzu eti kokuyordu, ki onun da lezzetinde hiçbir sorun yoktu.

Bu açılışla aslında kısmen doymuştuk. Ama elbette kebaplardan tatmadan masadan kalkmaz olmazdı. Fıstıklı kebap ve kuzu şiş söyledik. Kuzu şiş güzeldi ama favorim hala Güler Ocakbaşı’nınki. Fıstıklı kebap ise hayatımda yediğim en güzel kebaplardan biriydi. Çok doyduğum ve tatlıya da bir nebze olsun yer bırakmak istediğim için bitiremedim diye ertesi gün hala pişmandım! Tatlı olarak dondurmalı baklava ve kaymaklı kabak tatlısında karar kıldık. Dondurma her gün Maraş’tan geliyormuş. Dışarda satılan Maraş dondurmasıyla alakası yok, çok daha şekersiz, adeta kaymaksı bir tadı var. Dondurma içimi bayar normalde, ama bunu top top yiyebilirim. Tam kıvamında pişirilmiş kabak tatlısı ise üstünde ceviz tozundan bir dağla geldi. Kaymağını ayrı bir tabakta getirdiler. İki parça kabağın sadece birini yiyebildim ama kaymağın tamamını götürdüm. Malum, içimdeki kaymak aşkı bambaşka. Sedat’ın baklavalarından da tattım, bir kere fıstıklarının koyu yeşili insanın dikkatini çekiyor. Şekeri tam kararında. Gerçi bu noktada artık mide fesadının eşiğindeydim, çok fazla yiyemedim.

Mabeyin’in en büyük artıları Ella&Louis’den jazz standartları çalabilen bir kebapçı olması, hızlı servis ve lezzetli yiyeceklerin yanı sıra gerçekten tatmin edici boyutlardaki porsiyonları. Ben bu konuyu önemsiyorum. Zira hayvan gibi hesap ödenilen çok az yer, hem lezzet hem de porsiyon bakımından bu derece tutarlılık gösteriyor.

Daha önceden Eren teftiş etmiş, birtakım eksikliklere dikkat çekmiş, ama benden 5 pekiyi valla.

Bir şişe Chardonnay ile birlikte hesap yaklaşık 160 TL.

http://www.mabeyin.com/

Mangerie’de bonfile, dana pirzola ve kahve

Elif Yalın, bir ara -galiba NTV’de- mekanıyla (Mangerie) aynı isme sahip bir televizyon programı yapmıştı. Pek tutmadı diye tahmin ediyorum, bir süre sonra yayından kaldırdılar. O programda, size nasıl gözüktü bilemem ama en azından bana dünyanın en sempatik kadını gibi gelmemişti. Mesafeli, soğukcana, kibirli değil ama hafif uyuz görünümlü. Çok severim böyle insanları. Şaka değil, gerçekten çok severim, çünkü bu tarz insanlar işini genelde iyi yaparlar. Şimdi Yasin, genelliyorum diye yine bana laf edecek ama bence öyle. Ortaya koyduğu iş iyi olan insanların, kendilerini o işin alıcısına beğendirmek gibi dertleri olmadığını düşünürüm.

Mangerie de, Elif Yalın’ın ortaya çıkardığı iyi bir iş bence. Ortam gösterişsiz ama stil sahibi; servis başarılı; yemekler az, öz, yaratıcı ve gerçekten çok lezzetli. Fiyatlar yüksek onu söyleyeyim, şimdiden hazırlıklı olun. Ben şimdiye kadar, 3 ya da 4 kez gittim. Bir iki akşam yemeği, bir iki pazar akşamüstü kahvesine. O çok meşhur kahvaltısına, pazar günleri kalabalık mekanlar beni haddinden fazla yorduğundan dolayı gitmedim.

Akşam yemeğinde, bonfile ve dana pirzola yedim. Şahaneydi. Etle birlikte, yanında gelen kereviz ve patates püreleri de çok iyiydi. Dolu dolu yemeklerdi.

Sadece yemeği değil, kahveyi de burada iyi yapıyorlar. Pazar günü sokaktaki o kalabalık kaybolduktan sonra, akşamüstü saat 4 gibi gidip, kahve & kek keyfi yapılabilecek İstanbul’daki en güzel mekanlardan biri bence.

P.S: Web-sitelerinde yer alan havuçlu kek ve brownie tarifini denedim. Muhteşem oldular. Yıldızlı beş pekiyi.

P.S 2: Tatlıların tarifleri, “Basında Mangerie” başlığı altında, Elif Yalın’ın zamanında Bazaar’da yazmış olduğu yazılar arasında, şurada.

Lokanta Maya

Kendime geldim. Gerçekten şöyle derin, güzel, rahatlatıcı bir nefes aldım. Yemek yerken, yemekten, ortamdan, o andan keyif almayalı çok uzun zaman olmuş. Gürültü dışında, herşey şaşırtıcı derecede şahaneydi.

tulum peynirli közbiber, (fıstık & üzümlü)

ahtapot, ekmek üstü

keçi peynirli incir

çiğ levrek, domatesli

mücver, yoğurt soslu

krem brüle

sakızlı dondurma (dondurmacci, mecidiyeköy’den alınıyormuş)

ekşi maya ekmekler

umurbey, beyaz şarap (2 şişe, belki daha fazla, o kısmı tam net değil :) )

233 tl idi.  galiba.

Godiva’da espresso

Kışın bir gün yine Selçuk’la Nişantaşı’nda gezinirken kahve, hatta sıcak çikolata içelim istedik. Abdi İpekçi’den çıkarken ben “Caffe Nero’yu boşver, sıcak çikolataya orada 7 liraya vereceğine gel Godiva’da 10 lira ver” dedim. Godiva’dakinin fiyatını doğru tahmin edince, Selçuk bana menüyü göstermeden çayı tahmin etmemi istedi, 6 lira dedim, tuttu. Caffe Nero için 7 lira tahminim de tuttu. Böyle saçma bir uzmanlık geliştirdim ama ne işime yarıyor bilemiyorum tabii. Fazla şık, fazla pahalı görünse de kahveyi Godiva’da içmeye değdiğini bilmeme yarıyor. Kahveyi suyu, sütü, çikolatası ile şık tepside picture-perfect ve/veya sömürgeciye yaraşır biçimde getiriyorlar, üstelik kahvesi güzel. Sırıtmayın öyle, sömürgeci derken sizden bahsediyorum. Kahveyi yetiştiren Güney Amerikalılar ne kadar az kazanıyor, kakaoyu yetiştiren Fildişi Sahilleri’nde iç savaş ne durumda, soruyor musunuz?

Diğer şöbeleri de Nişantaşı gibi in cin top mudur bilemem ama ortam değil, kahve veya sıcak çikolata peşindeyseniz, veya ortam sevmiyorsanız, tercih edülebilir. Duble espresso 11 lira.

www.godivatr.com

Defne ve İskorpit’in çocukları Maya

Kemankeş Caddesi 35-A adresi yıldız üretmeye devam ediyor: 3’te iki tutturan lokanta kuluçka adresi, bir önceki denemesi Positano’yu tutturamamış olsa da (gitmiştik, görmüştük, yazmaya değer bile bulmamıştık) bu seferki parlayacak bir yıldız. Sahibesi yemek adabının sadece mutfakta pişmediğini, malzemelerinin (ki buna kendisi de dahil bence) içinde yetiştiği kültürün bir parçası olduğunu; kendi zevki ve izlenimleriyle harmanlayıp, sosyal ve çok duyulu bir besleme olduğunu kavramış ve sonuçta bunu ve sadece bunu sunmuş.

Ne kadar menüdeki herşeyi ısmarlamak ve yemek istemiş olsak da, sadece mezelerin bir kısmını denemekle kaldık: Kuru domatesli çerkez tavuğu, mücver (hint nane sosu ile), ahtapot ızgara, kızarmış sebze (hıyarlı yoğurt/cacık sosu ile), tavuk pate ve yanında birer kadeh Lal. Çok uzun süredir yediğimiz en iyi yemeklerden birini yedik, bunun için teşekkür ederiz.

Menü tarihli, ve sanki her gün değişiyormuş izlenimini verdi, ama emin değilim. Geniş bir repertoire ve çok ön çalışma gerektiren bu girişim umarım tutar. Onun yerine sezonluk menü olsa sanki daha mantıklı olurdu. Her sezon içinde gittiğimde ne yiyeceğimi bilip, her yeni sezonda da yeni birşeyler yemek için giderdim. Hergün değişen menünün yeterince çalışılabileceğinden ve her zaman en yüksek standartta olacağından sanki şüpheliyim.

Gelgelelim, panna cotta‘nın ismine karşın çok da pişmemiş olduğunu, yoğurt tadı ve Selin’in söylemesiyle çiğ krema tadı aldığımı söylemeden edemeyeceğim. Tatlının sadece yarısını yiyince, yemeğin zevkini bozmayı beceremedi.

Şarap kadehleri 10 tl, Mezeler 8-15 arası, ana yemekler 25-35 arası. Biz toplamda 76 tl ödedik.

www.lokantamaya.com

Leb-i Derya’da karidesli spring roll

Bunu asıl yanındaki soğuk avokado çorbasını merak ettiğim için ısmarlamıştım. Fena değildi, ama elbette daha ilginç olabilirmiş. Yanı sıra devirdiğim Cin Çarpması ise cin, tonik, limon ve salatalık bazlı bir kokteyldi. Çok ferahlatıcı olmakla birlikte ‘çarpıcı’ düzeyde alkol içermiyordu. Hediyesi toplam 50 TL gibi bir şey.

www.lebiderya.com

Mimolett’te iş yemeği

Sıraselviler’de Kayra Akademi binasında, Lush Hotel’in karşısında, Changa’nin biraz ilerisinde Mimolett var. Bir kaç ay önce, yeni açılmışken, bir iş yemeğinde gittik. Lokanta, binanın yapısı gereği bir kaç kat arasında set set şeklinde yayılmış durumda. Bina girişinden birkaç basamak yukarıya çıkıyorsunuz, sonra vestiyeri geçtikten sonra yemek salonlarına ulaşmak için bir veya iki kat aşağıya yürüyorsunuz. Binanın arka tarafında manzaralı teras var gibi gözüküyor, yazın kullanılacağını tahmin ederim.

Oldukça şık bir yer, veya kasık, görüş açınıza göre. Yemekler Fransız gurme restaurant usulü, servis tarzı da öyle. Başlangıç öncesi ve ana yemek öncesi amuse-bouche (ufak tadımlık ilginç yemekler) veriyorlar. Garson dışında bir de somelier var – şarap seçmesine yardımcı olan. Bu güzel bir şey. Fakat şarap Türkiye’de aşırı pahalıya satıldığı için, seçenekler kalite/fiyat oranı olarak her yerde gibi tatmin edici olmuyor. Somelier‘miz hem her kişiye ayrı hem de başlangıç ve ana yemeğe ayrı olarak farklı farklı, kadehte şarap önerdi (oldukça klasik, standart uyum kurallara göre). Ben önerisini kabul ettim. Yabancı ortağımız seçenekleri beğenmeyip kendi seçtiği şarabı istedi.

Çok çok uzun bir menü değil.  Sanırım mevsimine göre değişiyordur. Doğru hatırlıyorsam fiks fiyat menü en mantıklısı oluyor. Başlangıç, ana yemek ve tatlı ısmarladığınızda, hangilerini seçerseniz seçin, tek bir fiyat oluyor. Ben başlangıç olarak foie gras ısmarladım, ana yemek olarak da kuzu pirzola. Foie gras, foie gras işte, çok güzel bir şey. Tatlı şarap ile birlikte güzeldi. Gerçi sek bir beyaz şarap ile de giderdi bana sorsanız. Kuzu pirzola da çok düzgün, lezzetli hazırlanmıştı.

Toplamı ödemediğim için bilmiyorum ama ana yemekleri 40 TL civarındaydılar.

Sonuç olarak gerçek bir gurme lokantanın İstanbul’da açılmış olması güzel bir şey. Bir kere gidilebilir. Ama sık sık gideceğim bir yer değil. Türkiye’de gurme Fransız lokantasına gitmek biraz da Dubai’de buz pateni yapmak, veya Fas’ta suşi yemek gibime geliyor. Kalite/fiyat oranı olarak bu zevki Fransa’da daha iyi yaşarsınız. Türkiye’de kalite/fiyat oranı daha iyi olan, yenecek bir sürü başka yerler var. Ama İstanbul’un yemek yelpazesinde böyle bir seçenek de olması iyi bir şey mi? İyi bir şey.

www.mimolett.com.tr

N, C, B ve S ile X

Bir iş yemeğinde, yabancı ortaklarımız S ve B’yi ağırlamak için kendilerini X lokantasına götürdük. Burası yeni açılan İKSV müdürlüğü, Şişhane’de renove edilmiş çok güzel eski bir Pera binası. X lokantası binanın üst katında bulunuyor. Burada Haliç manzaralarına baka baka yemeğinizi yiyebilirsiniz.

“X”, Borsa lokantası tarafından işletiliyor – ama daha modern bir hava yaratmışlar. İç mimarisi modern. Tuvalet kapıları füme cam. Masalarda örtü yok, oturduğumuz beyaz yuvarlak masanın üstünde renkli çizgiler vardı doğru hatırlıyorsam. Yanımızda da parlayan gümüş toplardan ibaret bir çağdaş sanat heykeli. Menüsü de Borsa’nın menüsünden daha modern ve değişik. Kuzu tandır var, ama kuskus ile. İşkembe çorbası var ama domatesli. Açık mutfakta görünen odun fırınından da pizzalar var.

Çok lezzetliydi. Manzara ve servis de misafirlerimizi etkiledi. Başarılı bir akşam oldu. Ben ödemediğim için fiyatı bilmiyorum.

Karakolda teftiş

Bir ilkbahar Cumartesi günü tarihi yarımadayı gezip Karakol lokantasına gidelim dedik – bir de Piyer Loti’de kahve içelim dedik.  Karaköy’e tramvay ile, oradan yürüyerek Eminönü haliç terminaline (İTO üniversitesine doğru yürümek lazım, otoparkların arasında sıkıştırılmış bir yerde bulunuyormuş bu vapur terminali), haliç vapuruyla Eyüp’e, oradan füniküler ile Piyer Loti’ye. Bir kahvemizi içtikten sonra tekrar füniküler, Formula 1 arabası gibi sürülen bir otobüsle de tekrar Karaköy’de bulduk kendimizi. Tekrar tramvay, bu sefer Gülhane’ye. Gülhane kapısından girip Arkeoloji müzesine doğru, ve onu geçip Topkapı sarayına geldik.  Şimdi neredeymiş bu Karakol lokantası?

Elimizdeki bilgi Topkapı sarayının orada eski bir karakolu lokantaya çevirmişler yönündeydi.  Bir polise sorduk, bize garip baktı, “karakol filan yok buralarda” dedi.  Neyse, yürüdük etraflarda, ve bulduk,  Aya İrini kilisesinin yanındaymış.

Feriye lokantasını işletenler burayı da işletiyor. Dışarıda bahçede sanırım daha cafe-vari bir hizmet var.  İçerisi ama beyaz masa örtüsü, siyah takım elbiseli garsonlar ve saire.  Güzel bir renovasyon yapmışlar.  Yemekler eski Osmanlı-vari – yani, eski Osmanlı yemekler, ama 100% otantik olmaya çalışmayan, biraz da yaratıcı yönleri de var. Menü çok güzel yazılmış, okuya okuya hepsinden almak istiyor insan.

Başlangıçta patlıcan sarma gibi bir şey aldık, paylaştık. Ana yemekte ben çok lezzetli bir türlü yedim, arkadaşım kuzu yedi. Tatlı olarak Osmanlı tatlı tabağı paylaştık ve çay içtik.  Toplam 120 küsur tuttu, doğru hatırlıyorsam.  Çok tavsiye ederim.  Bu yaz, festivallerinde Aya İrini’de konserler olduğu akşamlar burası yıkılıyor olacak, ona göre rezervasyon yapmaya da ihmal etmeyin.

karakolrestaurant.com

Marmara Yelken Kulübü’nde sanki eskidenmiş gibi…

Dün akşam burada sürpriz bir doğumgünü yemeği yedim. Bağdat Caddesi ve civarının hepsi birbirinden havalı civalı kafeleri ve pek konsept restoranlarıyla alakası olmayan bir mekan. Sanki zaman Marmara Yelken Kulübü’nde durmuş, Adalar’a baka baka orada öylece oturmuş kalmış. Lakerda, patlıcan salatası, zeytinyağlı taze fasulye, rokalı salata, kalamar ızgara ve kuzu şiş yedik. Bir şişe de Çankaya içtik. Kalamar ızgara biraz fazla sertti bana göre. Lakerdası da daha bir balık pastırması kıvamında, tuzlucana ama lezzetliydi. Kuzu şiş mükemmel, şarap soğuk, ortalık müziksiz ve sakindi. Koskocaman yazmışlar, 51. yılımız diye. Sanki 1949’dan bir akşam yemeği gibiydi bu yemek de. Sevdim.

2 kişi için hediyesi 100 TL. Yalnız sadece üyeler (ve yakınları) girebiliyormuş, bilginize.