
Pazar akşamı çok da düşünmeden, planlamadan Que Tal’a gidip kapalı bulup, aklımızda yedekte bulundurduğumuz Paristanbul’u da fazla boş bulduktan sonra hemen oracıkta aklettiklerimizden Kiva Han’a değil de Pera Thai’ye karar verip, onu da kapalı bulunca yanındaki Da Vittorio’ya ancak La Brise’i beğenmezsek veya kapalıysa geri dönmeye karar verdikten sonra, benim zaten merak ettiğim Meze’yi de göz ucuyla teftiş etmek için Pera Palas’ın önünden geçerken dolu ve hareketli olduğunu gördük ve daldık. Selçuk fikrimizi sormadı bile. Sonra utanmadan “bak iyi ki getirmişiz Eren’i” dedi. Hülasa, insan koskoca Yesek’çi bile olsa, yiyecek yer bulmakta zorlanıyor.
Tabii böyle plansızlık bazen güzel sonuçlar veriyor. Bu Meze denen yer Karaköy Lokantası, İnciraltı ve Demeti ekolünden, modern medeni okumuş meyhane. Beyaz örtülü, tek tek seçilmiş kap kacaklı, kibar garsonlu. Anladığım kadarıyla ortak olan iki tip günlük koşuşturmayı bitirmiş, müşterilerle salonlarındaymış gibi muhabbetteler. Masa masa geziyorlar, gerekli müşteriye gerekli yabancı dilde hatır soruyorlar. Ama asıl tav olmam, meze dolabının başında oldu. İçi peynir ve patlıcanlı, üstü domates soslu tüp biberlerin n’olduğunu aklınca kısa yoldan anneme anlatmak için Selçuk “jalapeno poppers yani” deyiverdi. Bize mezeleri anlatmakta olan ortak/aşçı kızdı, gayet kibar bir biçimde “Yok jalapeno poppers değil, tüp biber onlar” diye, hem de çok doğru telaffuzla, savundu mezesini. Bu cümleyi Captain Subtext’e göre tercüme edeyim: “Sen o biberleri düzenli olarak temin edebilmek için neler çekiyorum biliyor musun, ukala dümbeleği?” Allahtan Selçuk’un sonradan mıhlama için kullandığı Laz fondüsü lafını duymadı!
Okumuş meyhane dememin bir diğer sebebi de farklı mezeler yapmaya cesaret etmeleri. Mesela bademli pırasa kavurma, mesela mavi peynirli ve kavurmalı mıhlama, mesela tahin suflesi. Denemediklerimizden, üzüm suyunda taze fasulye. Zarifi tipi moderen meyhanelerdeki “karidesi, ahtapotu nasıl süslesek de kazık hesabın üstünü sıvasak?” şeklindeki “ilginç meze” arayışı değil belli ki.
Yediklerimiz yer yer iyi, yer yer “ehh”ti. Biberler, mıhlama, patlıcanlı gül böreği ve özellikle yanında verdikleri domates sosu, bakla falan gayet iyiydi. Bademi fazla kavrulmuş pırasa kavurmada, yine fazla bademli olan ve sufleden çok bildiğimiz fırınlanmış helvaya benzeyen tahin helvasında pek bir numara yoktu. Bir de meyhane cacığını metal kaseye koymalarını pek sevdim.
Meze dışında da çok şey vardı menüde, aklım kaldı. Bir de duvarlar boş olduğundan herhalde, o anda orada olan insan sayısının üç katı varmış gibi gürültüydü ama bence iyi birşeydi, canlı cıvıl cıvıl olmasını sağlıyordu.
Ay ben sevmişim burayı, hala toparlayamadım. Bana Amerikan solcusu üniversitemde “Subvert the dominant paradigm” diye öğrettiler. Ama illa büyük aktivist olmak, yürümek gerekmiyor bunun için bence. Günlük hayattaki küçük küçük kararlarla oluyor. Basit konularda birşeylere “hayır” demekle oluyor. Meze’de Mey’in rakıları, Doluca’nın, Kavaklıdere’nin şarapları yoktu. Rakı Efe, şaraplar Melen veya ithaldi. Dükkan sahiplerine sormaya gerek yok. Belli ki küçük ama bilinçli bir karar bu.
Üç kişi, iki tek, dört bira 205 lira.
www.mezze.com.tr