Şiir vakti

Muhtemelen lisedeyken okuduğum şiirin hep sadece ilk cümlesini bildim–ki zaten yemek borusunun tahminen ortasından girip, midemi burup bütün vücuduma, en son bacaklarıma yayılan bir korku yaymaya yeter bir cümleydi. Ancak bir yıl önce falan merak ettim devamını şiirin. Meğer ne güzel, espriliymiş. Şair Langston Hughes:

What happens to a dream deferred?
  Does it dry up
   like a raisin in the sun?
  Or fester like a sore--
   and then run?
  Does it stink like rotten meat?
   Or crust and sugar over--
   like a syrupy sweet?
  Maybe it just sags
   like a heavy load.
Or does it explode?

Bayramdan beri efendi efendi bekliyorum, belki bir başkası yeni yazı yazar da blog’un editörü olmanın verdiği gücü suiistimal etmiş olmam diye. Ama yazan yok, ben de yazmadım. Bininci yazı için kaderde böyle birşey varmış. Evet, 1000.

Şekerlendi bence Yesek.

 

Blog tavsiyesi

Bir tanesine yeni dadandım, diğerine ise aylardır arada göz gezdiriyorum.

1-) Kulaktan Dolma Tarifler , Kantin’in şefi Şemsa Denizsel’in kişisel yemek blogu. Ne yediğini, ne içtiğini ve ne pişirdiğini anlatıyor. Fotoğraflar inanılmaz iştah açıcı, yazı dili oldukça akıcı ve samimi. Dadandım resmen. Bloga başladığı günden bu yana yazdığı her postu, oturdum dün akşam okudum. Ağzım sulandı, yedikçe yedim. Dayanılmaz!

2-) Emel is in the Mood for Good Food, Emel Kurhan’ın (Yazbükey’den bileniniz vardır belki, Emel ve Yaz kardeşlerden Emel olanı :) ) hem yemek hem de gezi blogu. İngilizce yazıyor. Fotoğraflar müthiş değil, oldukça amatörce. Yazı, oldukça az. Ama bir şekilde takip ettiriyor, ya da beni ettiriyor diyelim. Hafta en az iki kez, ne yemiş nereye gitmiş diye mutlaka açıp bakıyorum.

global lezzet avı: foodspotting

yeme-içme düşkünleri için, internetin sayısız hizmetlerinden birini daha keşfettim geçen gün: www.foodspotting.com

lokasyonu istanbul olarak seçince sayfalarca içerik geliyor. ama belli ki henüz fazla bilinirliği yok, yeterince aktif değil. yesek’te yaptığımız kadar detaya girilmiyor ama bir nevi yeme-içme twitter’ı. kim, nerede, ne yemiş de beğenmiş onu takip edebiliyor foodspotting’ciler. meraklısına biçilmiş kaftan!

spotting demişken yazmadan geçemeyeceğim, bi de şu var aslında ama o birazcık daha pinterest tayfasına hitap ediyor sanki.

Uzun bir aradan sonra…

Bir seneden fazladır, siteye yazı yazamadım. O yüzden de yazı bana küsmüş herhalde, nasıl başlasam, nereye bağlasam pek kestiremiyorum.
Son bir sene ne yedim, ne içtim, nerelere gittim diye başlasam, herhalde anlatacak bir şey bulamam, çünkü bir lokantaya nadiren gidiyorum. O da genelde iş yemekleri için oluyor.
Heyecanımı yitirdim, depresyondayım diye ağlamayacağım, merak etmeyin. Sadece, olur ya bazen böyle, dışarıda çok vakit geçirmek istemezsiniz. Belki “hep aynı şey, hep aynı şey” sıkıntısından, belki de “evde pişirdiğim kekler, dışarıdakinden daha güzel” inancından (ya da kandırmacasından :) ), belki de heyecan eksikliğinden, belki de gürültü, patırtı ve kalabalığa artık katlanamayışımdan. Bilmiyorum, belki de hepsi.

Hee, bazen esiyor, Kantin‘de geç bir öğle yemeği yemek istiyorum, hatta bana Ottolenghi çağrışımı yapan yeni dükkanlarını da merak ediyorum. Sonra, bir akşam, Kosinitza‘da keyifli bir yemek yemek istiyorum. Güzel bir cafe & fırın keşfetsem diyorum bazen, çok özentisin demezseniz, mesela Tartine gibi. Bir de, özellikle pazar akşamüstleri, şöyle sakin bir yerde güzel bir cappucino içebilmek istiyorum. Evet, cappucino, ne var? Komik mi?

Neyse, toparlamak gerekirse, fırın ve cappucino konusunda çok yetersizim, desteklerinizi bekliyorum.

Ne risottosu, ne eleştirisi

Vedat Milor bir ay kadar önce yarı-tanrıların mekanı Cipriani’ye gidip kötü şeyler yazmış. Cipriani’nin sahibi Mösyö Cipriani de bunun üzerine Milor hakkında kötü şeyler yazmış, muhasebeci falan demiş. Milor bunun üzerine dalga geçer gibi pastırma reklamına çıkmış. Ben burada üç şeyi anlamadım:

1) Cipriani madem bir kedinin bacağını ayırma ihtiyacı duydu, neden Milor’u seçti? Defne Hanım taa vaktiyle Milor’un inandırıcılığını yitirdiğini söylemişti zaten (13 Ocak tarihli yazısı).

2) Cipriani’nin dediğine göre Milor’un risottoyu “salata gibi” diye tarif etmesi ne demek? Gerçekten anlamadım. Sordum, soruşturdum, anlayan bulamadım.

3) Üstüne titrediğiniz blogosferde bununla ilgili kaydadeğer iki kelam neden yok?!?

10 kitap

Enli, 10’lu listelere devam. Keşke daha geniş zamanlarım olsa da, daha çok okusam da, yazdıklarıma daha çok emek harcasam da, okuduklarımla yediklerimi daha sık bağlasam. Böcük bir food blogger değil, büyüyünce food writer olsam. Bu liste, şimdiye kadar bir şekilde bir kitaptan bahsettiğim yazıların derlemesi.

  1. Pancaldi’de Akabi yaya böreğiSofranız Şen Olsun, Takuhi Tovmasyan
  2. No One Cares…, No One Cares What You Had for Lunch, Margaret Mason
  3. Benim Lokantalarım, Benim Lokantalarım, Artun Ünsal
  4. Zamane Kahvesi ve Valonia, Hemşinliler, Göç ve Pastacılık: Gurbet Pastası, Uğur Biryol
  5. Hayri Amca’nın yerinde tatil, Küçük Oteller Kitabı, Nişanyan und Nişanyan (iken)
  6. İnciraltı Meyhanesi’nde saraylı, Barba’nın Meyhanesi, Fıstık Ahmet (Tanrıverdi)
  7. BURC’ta taze makarna, The Life of the Party, Maureen Freely
  8. Saray’da kekikli domates, The Hungry Soul: Eating and the Perfecting of Our Nature, Leon Kass
  9. Tokyo’da yine kabocha, The Amazing Lives of the Fast Food Grifters, Mamoru Oshii
  10. 10 kitap, Canlarına Değsin, Mehmet Saraç (10 kitap çıkmadı da!)

Favorilerimi çin lokantasında ısmarlar gibi söyleyeyim: 4, 8, 10.

Canlarına Değsin, Şanlıurfa’da yemek kültürü ile ilgili çok sempatik bir küçük kitap. Gazeteci olan yazarı, her yemeği ya hayatının bir dönemine ya şehirdeki kültürel dönüşüme ya da siyasi olaylara o kadar eforsuz bir şekilde bağlamış ki gıpta etmeden edemedim.

En az 10 yorum alan 23 yazı

Blog’un taneleri dibe çökmüş, karıştırmaya devam edelim. Başlıkta “10” kullanacağım diye “en çok yorum alan..” diye başlayamadım ya, ben ona yanarım. Olsun, yakışır.

  1. Balıkçı Kahraman’da kalkan – 57
  2. Tarihi Moda İskelesi’nde salata ve günbatımı – 54
  3. Kurtuluş son durakta ikamet eden Kebapçı Çavuş… – 50
  4. Komşufırın’da kruvasan – 36
  5. Miço’nun Yeri – 25
  6. Emin Baba’da ciğer – 25
  7. Kekik’te kahvaltı – 22
  8. Lider Pide – 18
  9. Dönerci Ali Usta’da pilav üstü – 17
  10. Yesek Nedir? – 16
  11. Kitchenette’te hamburger – 16
  12. Van Kahvaltı Sofrası – 16
  13. Emirgan’da çikolatalı dondurma – 14
  14. Nurzade’de zeytinyağlı fasulye – 13
  15. Oba Park Cafe’de kahvaltı – 12
  16. Mano Burger’de burger – 11
  17. Umami’ye n’oldu? – 11
  18. Çevre Kebap’tan Lahmacun – 11
  19. Balıkçı’dan’da mantarlı levrek – 10
  20. Özcanlar’da satır köfte – 10
  21. Yeniköy Kahvesi’nde pazar kahvaltısı – 10
  22. Mengen Aşçılık Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi Uygulama Restoranı – 10
  23. Yeni Kategori / Aşerdikleriniz – 10

En mutlu eden 10 yemek

İçinde hem “en” hem “10” hem “mutlu” geçen bir başlık, ha? İğrenç. Yılsonunda gazete ekinde bir yazının başlığı gibi. Ama söyledim ayıp şeyler yapacağımı. Bu liste, yazmaya başlayalı–artık yediğimden midir, ortamdan mıdır, muhabbetten midir bilinmez–beni en mutlu eden, hatta şimdi geri dönüp de hala “haa, hakikaten ne güzeldi o gün” dedirten on yemek deneyiminin listesidir. Tabii, sevdiğim yerler listesiyle çakışması veya sevdiğim insanlarla gitmiş olmam tesadüf olamaz. Listenin sırasında bir hikmet yok.

  1. Hayri’de midye tava
  2. Armada’da terasta kahvaltı
  3. Şarabi’de fesleğenli levrek
  4. Kristal Ocakbaşı’da kuzu pirzola
  5. III. Mevkii’de zeytinyağlı havuç
  6. Giritli’de bir yaz akşamı
  7. Kantin’de tarhunlu tavuk
  8. Müzedechanga’da kuzu
  9. Safa’da arkadaş torunları
  10. Emin Baba’da ciğer

İlk bi milyon

Dün Yasemin beni kocasıyla tanıştırırken benim için “She’s an underground restaurant critic” dedi. Kocası restoran sektöründe çalıştığı için ilk tepkisi “I hate you” oldu. Gülüştük. “Ay yok, restaurant critic sayılmam” diye kem küm ettim, geçen hafta L.A.Times’ın eleştirmeninin fotoğrafını çekip internete koyarak ifşa eden şefin hikayesini anlattım. Yine gülüştük.

Ama “underground” çok hoşuma giden bir iltifat oldu. Tabii küçük görüp Karamürsel sepeti sanmayınız. Bugün çok önemli birşey oldu. Yesek trafik log’larına göre Yesek’te şimdiye kadar 1.000.000, yazı ile bir milyon sayfa okunmuş! Bu olayın şerefine ayıp şeyler yapacağım. Bi milyonu söylemek de ayıp zaten. Artık ne kadar becerebilirsem, “ennnn”li konuşacağım. Bir şehre üç kere gidip, lokantaları hakkında “en iyi şu lokantası, bu lokantası” diye gittiği iki üç yeri listelemek gibi şeyler olmasa da artık bence biraz ukalalık edebiliriz, di mi?