Kahve Dünyası’nda badem ezmesi

Bir sonraki cümleyi okursa Eda kafamı kıracak ama bu riski alıyorum. Geçen Pazar genel kuruldan çıktıktan sonra Zeynep’le kahve içtim. Kabataş’taki Kahve Dünyasında. Dışarıda oturduk. Servis tabii ki yavaştı. İçtiğimiz birer kahvenin yanında birer çikolata kaplı lokum verdiler. Yemedik. Ben petite bourgeoise‘lık yapıp, peçeteye sarıp çantama attım. Eve gittim, kahve yaptım, Giray ve Mükremin’e kahvenin yanında peçetedekileri verdim. Bilgisayara yapışık çalışıyorlardı. Bir süre sonra ikisi de neredeyse aynı anda “daha var mı bundan?” diye sordu. Yoktu. Başka çikolata verip oyaladım.

İki gün sonra Cevahir’deki Kahve Dünyasının yanından geçerken, Giray “o geçen gün yediklerimizden alalım” dedi. Çikolata kutusu ve paketi yığınları arasında buldum bir paket, gösterdim. “Yoo, lokum değildi ki” dedi. Çikolata kaplı badem ezmesiymiş meğer. Aradık, bulduk iki ayrı boy kutu. “İyi de bunlar çok pahalıdır” dedim, daha büyük kutuyu tutarak. “35 lira falandır bu.” Tabii ki tam 35 lira çıktı. Sonuçta 11 liraya çikolata kaplı fıstıklı lokum aldık ama pek beğenemediler.

Hani sektörel dergilerde sektörle alakasız life-style yazıları olur. Romantize, klişe bir hikaye ile başlar, tarihçe verir, konunun ekonomisine dair bir özet verir, mesela kimyasından bahseder, edebi metinlerden seçmece referanslar verir. Kaktüslerle, fincanlarla, adalarla ilgili mesela. Ana fikri yoktur yazının, birşey de öğrenmezsiniz. Kahve Dünyası’yla ilgili de nedense bu yazıyı böyle yazmak istiyorum.

İki üç ay önce Beşiktaş’taki şubesinde girdim, kasanın önünde hemen aradığım çikolatayı buldum ama kasiyer yok. Garsonlara sordum, suratsızca “gelir” dediler. Bekledim, gelmedi, her bir garsona gittikçe daha gıcık biçimde sordum, sonunda bağırıp çağırmaya başlayınca geldi. Onun da yüzünden düşen bin parça.

– Galiba yetişemiyorsunuz işlere.
– Evet.
– İsterseniz yönetime şikayet edeyim.
– Lütfen, Kabataş merkeze şikayet edeceksiniz.
– Tamam.

Parayı verip çikolatayı kasanın yanında unutup çıktım, eve gidip şikayet döşendim. N’oldu? Hiç. Hala gördüğüm her şubede çalışanlar overworked.

Kahve Dünyası yeniyken, sadece Kabataş’ta şube varken ne güzeldi. Tepsi tepsi çikolata dağıtırlardı, Türk Kahvesi menünün başındaydı ve ucuzdu. Mimar Sinan öğrencileri olurdu masa masa, inanmak istemezdim Mimar Sinan’lı olduklarına. Herşey bu kadar ürün ürün değildi, yiyecek pek birşey yoktu. Güzel kruasanları, börekitas’ları henüz yoktu.

Daha önce de sormuş olmam gerek, tekrar soruyorum: İstiklal Caddesi’nde neden Kahve Dünyası neden yok? Anlamıyorsunuz, olmaması beni çok rahatsız ediyor. Kapitalist zincirlerin, kentsel dönüşümünün, marka yaratmanın mantığını iyi kötü kavradığımı zannediyorum ya, Kahve Dünyası’nın İstiklal’de olmaması çomak sokuyor bu mantığa. Zizek yalayıp yutmak gerekmemeli, basit bir açıklaması olmalı. Kahve Dünyası ile ilgili basit bir ayrıntı değil de dünyanın hali ile ilgili bir ayrıntı. Ahmet Misbah’ın gıcık olup ruhsat vermemesi gibi sıkıcı bir ayrıntı değil de, falcının Tatlıcı’ya “Tat Towers’ın inşaatı bitince öleceksin” demesi gibi bir ayrıntı. Yukarıya İstanbul’daki şubelerin haritasını da koydum. Tekrar soruyorum: İstiklal Caddesi’nde neden Kahve Dünyası neden yok?

Bu arada çekirdek filtre kahveleri çok kötü. Cherry Beans’e gitmeye üşenip oradan alınca, attan inip eşeğe binmiş gibi oldum. Starbucks’tan alın daha iyi. Jacobs bile daha iyi.

Son bir iki yıldır böyle yanarlı dönerli görselleri, komik ürün adları falan var ya. Ki, beğeniyorum, böyle ifade ettiğime bakmayın. Başkaları da harcasa bunlara para. Bunları yapan tasarım şirketinde çalışan bir tiple tanışmıştım. Patronların en üzüldükleri şeyin, Kahve Dünyası’yla Ülker’in göbek bağı olduğuna dair genel bir algı olması olduğunu söyledi.

Budur. Toparlamayacağım.

www.kahvedunyasi.com