Hamdi’de güleryüz

Gerçekten de en büyük fark bu galiba: Güleryüz ve samimiyet. Yoksa elbette muhammara, şakşuka ve fındık lahmacun da güzeldi, karışık kebap da, fıstıklı baklava da. Kuzu şişe özellikle bayıldım, yumuşacıktı. Yalnız çiğköfte çok ama çok acıydı. Yan masadaki fransızlara da ikram ettik, herhalde birkaç saat kendilerine gelememişlerdir.

Develi’nin ütülü saygı duruşundan sonra Hamdi’deki ekibin samimiyeti görülmeye değer. Pazar günü Tülin’e anlattım, açıklaması gecikmedi: Hamdi’yi hala aynı adam işletiyor, çalışanlarını itinayla seçiyor, hiçbir yere de şube mube açmıyor. Çalışanların işe dört elle sarılması, her gelene aynı güleryüzle hizmet etmesi de bu yüzden.

Yukarda saydıklarım, bir de küçük beyaz şarapla birlikte toplam 120 TL.

Meze’de meze

Pazar akşamı çok da düşünmeden, planlamadan Que Tal’a gidip kapalı bulup, aklımızda yedekte bulundurduğumuz Paristanbul’u da fazla boş bulduktan sonra hemen oracıkta aklettiklerimizden Kiva Han’a değil de Pera Thai’ye karar verip, onu da kapalı bulunca yanındaki Da Vittorio’ya ancak La Brise’i beğenmezsek veya kapalıysa geri dönmeye karar verdikten sonra, benim zaten merak ettiğim Meze’yi de göz ucuyla teftiş etmek için Pera Palas’ın önünden geçerken dolu ve hareketli olduğunu gördük ve daldık. Selçuk fikrimizi sormadı bile. Sonra utanmadan “bak iyi ki getirmişiz Eren’i” dedi. Hülasa, insan koskoca Yesek’çi bile olsa, yiyecek yer bulmakta zorlanıyor.

Tabii böyle plansızlık bazen güzel sonuçlar veriyor. Bu Meze denen yer Karaköy Lokantası, İnciraltı ve Demeti ekolünden, modern medeni okumuş meyhane. Beyaz örtülü, tek tek seçilmiş kap kacaklı, kibar garsonlu. Anladığım kadarıyla ortak olan iki tip günlük koşuşturmayı bitirmiş, müşterilerle salonlarındaymış gibi muhabbetteler. Masa masa geziyorlar, gerekli müşteriye gerekli yabancı dilde hatır soruyorlar. Ama asıl tav olmam, meze dolabının başında oldu. İçi peynir ve patlıcanlı, üstü domates soslu tüp biberlerin n’olduğunu aklınca kısa yoldan anneme anlatmak için Selçuk “jalapeno poppers yani” deyiverdi. Bize mezeleri anlatmakta olan ortak/aşçı kızdı, gayet kibar bir biçimde “Yok jalapeno poppers değil, tüp biber onlar” diye, hem de çok doğru telaffuzla, savundu mezesini. Bu cümleyi Captain Subtext’e göre tercüme edeyim: “Sen o biberleri düzenli olarak temin edebilmek için neler çekiyorum biliyor musun, ukala dümbeleği?” Allahtan Selçuk’un sonradan mıhlama için kullandığı Laz fondüsü lafını duymadı!

Okumuş meyhane dememin bir diğer sebebi de farklı mezeler yapmaya cesaret etmeleri. Mesela bademli pırasa kavurma, mesela mavi peynirli ve kavurmalı mıhlama, mesela tahin suflesi. Denemediklerimizden, üzüm suyunda taze fasulye. Zarifi tipi moderen meyhanelerdeki “karidesi, ahtapotu nasıl süslesek de kazık hesabın üstünü sıvasak?” şeklindeki “ilginç meze” arayışı değil belli ki.

Yediklerimiz yer yer iyi, yer yer “ehh”ti. Biberler, mıhlama, patlıcanlı gül böreği ve özellikle yanında verdikleri domates sosu, bakla falan gayet iyiydi. Bademi fazla kavrulmuş pırasa kavurmada, yine fazla bademli olan ve sufleden çok bildiğimiz fırınlanmış helvaya benzeyen tahin helvasında pek bir numara yoktu. Bir de meyhane cacığını metal kaseye koymalarını pek sevdim.

Meze dışında da çok şey vardı menüde, aklım kaldı. Bir de duvarlar boş olduğundan herhalde, o anda orada olan insan sayısının üç katı varmış gibi gürültüydü ama bence iyi birşeydi, canlı cıvıl cıvıl olmasını sağlıyordu.

Ay ben sevmişim burayı, hala toparlayamadım. Bana Amerikan solcusu üniversitemde “Subvert the dominant paradigm” diye öğrettiler. Ama illa büyük aktivist olmak, yürümek gerekmiyor bunun için bence. Günlük hayattaki küçük küçük kararlarla oluyor. Basit konularda birşeylere “hayır” demekle oluyor. Meze’de Mey’in rakıları, Doluca’nın, Kavaklıdere’nin şarapları yoktu. Rakı Efe, şaraplar Melen veya ithaldi. Dükkan sahiplerine sormaya gerek yok. Belli ki küçük ama bilinçli bir karar bu.

Üç kişi, iki tek, dört bira 205 lira.

www.mezze.com.tr

Dokuz Ece Aksoy’da ekmek denemeleri

Annemle Ece’ye gittik, yedik içtik, Cuma akşamı Asmalımescit’te out and about olmanın serhoşluğu içindeydik, hayatımızdan memnunduk falan. Ama ekmeği ve bulguru ile dalga geçmezsem çatlarım. Önden zeytinle birlikte getirdikleri, minik minik, birinin içi soğanlı, birinin pazılı, biri kuru domatesli, tam buğdaydan falan yaptıkları ekmekleri ben yapsam, ukala kardeşlerim olsa olsa “Deneme olarak fena değil” derlerdi. “Kabuğu sert, içi de sert, fazla şekilsiz, soğandan dolayı fazla tatlı olmuş, bidi, bidi, bidi” derlerdi. Misafir çağırdığımda yapsam, tutmadı diye çıkarmazdım. Ofise götürsem, yer ama kibarlıklarından laf etmezlerdi, ben de anlardım durumu. Her halükarda, çoook büyük ihtimalle, müşteriye çıkarmazdım. Hele 10 lira kuvere bahane olarak kullanmazdım. Bana öyle geliyor ki ortada bir anakronizm durumu var. 2011 yılında İstanbul’da lokantalar beyaz ekmeği çoktan aştı. Ne içi otlu motlu olmasının, ne de “doğal” ekmeklerin herhangi bir orijinalitesi var. Ama sanırım Ece Hanım hala var zannediyor. Hala bunun ekmeğini yerim diye düşünüyor (valla bilerek yapmadım double-entendre‘ı). Ne de olsa yeri iyi, muhabbet iyi, dükkanı rahatça dolduruyor. Bulguru da en az bir gün önceden kalma gibi, hem lapalaşmış hem de tavada ısıtılmış gibiydi.

Üzücü.

Develi’de çiğköfte ve fındık lahmacun

Önce Kabataş’a füniküler, ordan Sirkeci’ye hafif raylı, ordan Samatya’ya tren derken çılgın trafikten sıkış tepiş de olsa sıyrıldığımız bol toplu taşımalı bir cuma akşamı the original Develi‘de köz patlıcan salatası, muhammara, haydari, içli köfte, çiğköfte, fındık lahmacun, kuru patlıcan dolması, ali nazik, mevsimlik bir tür mantarla çeşnilendirilen keme kebabı ve kuzu şiş yendi. Bir ufak rakı ve bir ufak çankaya içildi. Baklava, yaprak şöbyet ve künefe ile kapanış yapıldı.

Aklımızda kalanlar bol etli, nefis fındık lahmacun ve yine bol etli, baharatı, acısı tam kararında çiğköfteydi. Bir de fıstıktan yıkılan inanılmaz yaprak şöbyet. Mezeler, etler kötü müydü, kesinlikle hayır. Ama kebap konusunda Güler’i tek geçtiğimize karar verdik. Bi de ne bileyim, sanki Güler’in ortamı -hele de Harbiye şubesi- daha samimi. 3 kişilik gecemizin hediyesi 250 TL civarıydı. Daha da anlatılacak bir şey yok.

Uzun bir aradan sonra…

Bir seneden fazladır, siteye yazı yazamadım. O yüzden de yazı bana küsmüş herhalde, nasıl başlasam, nereye bağlasam pek kestiremiyorum.
Son bir sene ne yedim, ne içtim, nerelere gittim diye başlasam, herhalde anlatacak bir şey bulamam, çünkü bir lokantaya nadiren gidiyorum. O da genelde iş yemekleri için oluyor.
Heyecanımı yitirdim, depresyondayım diye ağlamayacağım, merak etmeyin. Sadece, olur ya bazen böyle, dışarıda çok vakit geçirmek istemezsiniz. Belki “hep aynı şey, hep aynı şey” sıkıntısından, belki de “evde pişirdiğim kekler, dışarıdakinden daha güzel” inancından (ya da kandırmacasından :) ), belki de heyecan eksikliğinden, belki de gürültü, patırtı ve kalabalığa artık katlanamayışımdan. Bilmiyorum, belki de hepsi.

Hee, bazen esiyor, Kantin‘de geç bir öğle yemeği yemek istiyorum, hatta bana Ottolenghi çağrışımı yapan yeni dükkanlarını da merak ediyorum. Sonra, bir akşam, Kosinitza‘da keyifli bir yemek yemek istiyorum. Güzel bir cafe & fırın keşfetsem diyorum bazen, çok özentisin demezseniz, mesela Tartine gibi. Bir de, özellikle pazar akşamüstleri, şöyle sakin bir yerde güzel bir cappucino içebilmek istiyorum. Evet, cappucino, ne var? Komik mi?

Neyse, toparlamak gerekirse, fırın ve cappucino konusunda çok yetersizim, desteklerinizi bekliyorum.

Nisan başı Havuzbaşı

Beşiktaş’taki balıkçımın ortadan kaybolma sebebi meğer Kumkapı’ya taşınmasıymış. Beni Havuzbaşı’na girmeden önce balıklarına bakarken yakaladığı için babamla klasik “kalkan al, ama küçük, ama güzel, ama pahalı, ama dişi, hayır değil, ama ne zaman yiycez, daha erken” muhabbetinden sonra sonuçta tanışıklık şerefine bir deniz levreği sattı. Bir de kum midyesi istedim ben.

Ve o daha önce de bir kere geldiğimiz için oturduğumuz Havuzbaşı bir pişirdi ki ikisini, anlatamam. Kum midyesini güveçte sosa boğar diye korkarken acısı, sarmısağı, domatesi tam, ama tamıtamına tam ayarında yaptılar. Levreği de ızgarada yine harika yaptılar. Yok ortam avama kaçmış, Kumkapı iç karartıcıymış, televizyonda futbol varmış, salatası sıkıcıymış, çay acıymış, önemsiz kaldı.

Levreğin kilosu 50, kum midyesinin 25, 4 kişilik pişirme parası 40, salata-tatlı-çayla hesap 70 lira.

kumkapihavuzbasibalikcilik.com

Lacivert’te pazar kahvaltısı

İşte elime yapışan yazılardan biri daha. Bir taraftan sizin (ve benim) şimdi Cuma günü ofisinizde brunch porn‘a ihtiyacınız var (bkz. google’dan gelen “kahvaltı mekanları,” “pazar brunch”, “kahvaltı boğaz” aramaları), bir taraftan Pazar’ın güneşli olup olmayacağı belirsizliğini koruyor, diğer bir taraftan da korkarım film o kadar iyi çıkmayacak. Kararsızlıktan ortada kaldı işte.

Hani üç hafta önce haftalarca bulutlu yağışlı havadan sonra Pazar günü güneş açmıştı, hatta sıcaktı. Herkes Boğaz’a fışkırmıştı. Biz de fışkırdık, Lacivert’e gittik. Rumelihisarı kalabalığından Lacivert’in teknesiyle taka taka taka uzaklaştık. Karşıya varınca siyah gözlüklerinin arkasına saklanan beyaz Türklerin ve kirli beyaz Türklerin arasına hemen kaynaştık. Güneşte otura otura kızardık. O gün aldığım D vitamini ile yaşıyorum hala. Hayallerinizi yıkmak istemem ama Pazar günü Boğaz’a nazır, yayıla yayıla, öğleden sonralara kadar güzel kahvaltı olmadı tabii. Boğaz gürültüydü, müzik biraz fazla, biraz da fazla muzak‘ti, ahali zevzekti. İlla Pazar olacaksa, illa Boğaz olacaksa, olsa olsa illa sabah kargalarla birlikte olabilir.

Açık büfe kahvaltı için isteseler çok daha iyisini yapabilirler. Daha önce bir gittiğimde yediklerim, websitelerinde reklam ettikleri brunch‘a daha yakındı. Peynirler, zeytinler, reçeller, börekler falan, eyvallah göz doyuruyordu ama onun dışında bir özelliği de yoktu bence. Börekler ya sert ya kuruydu. Tatlılara ise göz gezdirin, iç geçirin ama kendinizden geçmeyin. Hiçbirinden yemeseniz, hiçbirşey kaybetmezsiniz. Üç, beş çeşit börek, domatesin hıyarın yanında kuş otu, aralarında nevruz şerbeti bile olan şerbetler gibi bazı ilginç şeyler vardı. Hadi oradan da bir iki artı puan. Bir de servis, yani sandalye masa ayarlama, çay-kahvesiz bırakmama da bir iki puan. Yani yediklerimize bakıyorsak 0, kahvaltı mekanı arıyorsanız 1.

Kişi başı 50 lira.

www.lacivertrestaurant.com