Bolu Et Lokantası’nda fasulye

Biliyorum ki “ohooo, çoktan” diyeceksiniz ama Bolu Et Lokantası yeni yerine taşındıktan sonra bozmuş bence. Kendi seçimleri değildi taşınmak tamam ama o eski halinden eser kalmamış. Aynı hava yok meselesi değil, onu çok önce söylemişiz zaten. Bozulduğum yemeğin hem vasat hem pahalı olmasıydı. Bir iki hafta oldu orada yiyeli ve ne yediğimizi hatırlamakta zorlanıyorum bile. Taze fasulye ve ıspanak, herhalde çorba, bir de sonunda, bir heves, sütlaç. Hepsi vasattı. Sütlaç hayalkırıklığıydı. Vasat bir yer olmuş genelde. İki kişi 25 lira civarında birşey verdik. Halbuki 3-4 yıl önce 8-10 liraya çıkardık. Öğrenci yeri olmaktan çıkmış.

Maxgreen Co’da domates çorbası

Bir yazı önce ızgara bonfileye harika dedikten sonra buranın domates çorbasına da aynı şeyi söylemek çok terbiyesizce bir ahlaki görececilik (relativism) olacak ama yaptım, olacak. Tartışırken veya iş yaparken delirtebilirim bu özelliğimle. Tabii karşımdaki tartışmanın tadı namına belli bir ahlaki dayanağım olsun istiyorsa. Yok onun dayanağını onaylayayım, çok haklı olduğunu söyleyeyim istiyorsa, o başka. O zaman pek seviyor beni insanlar. Konu beslenme olunca ve etrafımdakiler orthorexic (doğru beslenme hastası) olunca kendimi sevdirmem yine kolay. “Organik yemek lazım” “Tabii” “Süt kötü birşey” “Çok haklısın” “Şeker eroinden beter” “Bence de” “Hayvansal gıda hepimizi öldürecek” “Ya, ne demezsin” “Yavaş olsun” “Olsun”. Ki zaman zaman yer yer bunları uyguluyorum. Ama çiğ yemek fikri beni bile zorluyor. En azından hayatımın şu noktasında bilmek, çiğ yemek istemek istemiyorum.

Akmerkez’de Dükkan Burger’in yanında, ahşap masalarında cici saksıların olup da reggea müzik çaldıkları için zaten marjinal ve daha da marjinalleşme tehlikesi olan ama bir taraftan da ahalinin çoğunun salatası güzel, tatlıları şekersiz bir yer diye görebileceği bir yer Maxgreen Co. Menülerinde, broşürlerinde lafı geçmiyor ama olayı çiğ yemek. Hiç teftiş etmediğim Saf gibi.

Ben domates çorbası içtim, bol kuruyemişli bir salata yedim. Domates çorbası nihayetinde vijtlanmış domatesin ılık ve hafif baharatlı hali olmakla birlikte her yerde yediğimiz domates salçasından bozma acılaşmış çorbalarla kabil-i kıyas olamayacak lezzette olduğundan 8 lirasını hakkediyordu. Salatanın ise kuru yemişi o kadar fazla olmasaydı–ay şikayete bak–önüme her salata geldiğinde iç geçirip hayalini kurduğum türdendi. Taptaze, karmakarışık ama tam kıvamında. Hatta sosunun kıvamını ne kadar iyi tutturduklarını düşünüp analiz etmeye çalıştıktan sonra hatırladım ki Deniz de burayı hevesle anlatırken aynı şekilde analiz etmişti. Ama ben ne yazık ki gazeteci içgüdüsüne sahip bir blogger olmadığımdan dükkanın sahipleriyle konuşup, kandırıp 9 saatte pişen karavana kuru fasulyeden yiyemedim onun aksine.

Bunu okuyup siz de “yok artık” demeyin. Hevesiniz varsa bu işlere, bence akşam yemeğine kadar vegan olur gibi, Dükkan’dan hamburgerinizi alıp yanına patates kızartması yerine buradan salata almakla başlayın… Orthorexia dinine hoşgeldiniz!

+ profiterol’da hepsi güzel…

Bu eve servis işinin iyice suyunu çıkardım tahmin edebileceğiniz üzere… malum tez yazıyorum bahanesi en iyi… tez yazarken hem motivasyonum, hem de kapasitem artsın diye tatlı ödülleri veriyorum kendime. gerçi bu ödüller kilo olarak kalıcı oluyorlar ama… neyse canım tez bir bitsin…
kendime tatlı ödülü peşinde koşarken nutella’dan daha sofistike, ama aynı zamanda yeme zamanı bana ayarlı ne yesem diye dolanıp dururken toprak (birlikte yaşadığımız köpeğimiz) sayesinde karşılaştım + profiterol ile. + profiterol akyol yokuşunun yukarısında sağ tarafta küçük bir dükkan. Küçük olduğu kadar özenli, keyifli ve güleryüzlü. Evlere servisleri var. Gidip orada da atıştırabilirsiniz, dilerseniz alıp elinizde de hapur hupur yiyebilirsiniz. ben ekler ve profiterollerini defalarca mideye afiyetle indirdim. bildiğim kadarıyla sütlü tatlıları da var, ancak ben henüz onları tatmadım. Servis ister dükkanda, ister eve harikulade. Gelelim lezzetine: efendim, bir çikolata ve türevleri düşkünü olarak uzun zamandır bu denli keyifle yediğim ilk ekler. yumuşacık, ağızda ne yağ tadı kalıyor, ne de zamanı geçen eklerin bıraktığı o ekşi tat oluyor. + profiterolü keşfetmeden önce Gezi’den yediğim son eklerden sonra korkarak ısırıyordum eklerleri. artık böyle bir korku yok…
Hem siyah, hem de beyaz çikolata ile yapıyorlar eklerlerini. ben siyah “çuku”latacıyım…
Profiteroli de çok leziz. Öneririm. Son olarak hem elleri bol, hem güzel malzeme, hem de ucuzlar.
8 küçük ekler 5 lira, bir dolu kap profiterol 5 lira.

Canım Ciğerim’de Kerebiç

Bayram öncesi işler dağ olmuş yetiştirmek gerek… Onun yerine “bizim kat” doluştuk taksilere, hava da pek güzel, doğru ciğer yemeye… Nasıl da özlemişim, bi de masada bir iştah bir iştah, keyfimize diyecek yok… Sema hanım Ahmet ustayı sordu -künefe ustasıymış Canım Ciğerimin- ama maalesef kendileri askerde . Kaldık mı tatlısız derken, Kerebiç önerisini alıverdik. Mersin tatlısıymış, hangi ustanın elinden çıkmışsa ellerine sağlık, orjinali nasıldır bilmem ama bu yediğimi pek bir beğendim.

Adam başı 25’e yüzümüzde gülümseme ofisin yolunu tuttuk…

Zanzibar’da kış bahçesi

Geçen Cumartesi karşıda yemek yiyecek yer ararken Yesek gibi bir hizmeti çok aradım. Kriterler şunlardı: Bağdat Caddesi civarında olsun, Cumartesi akşamı yer olsun, annem de beğensin. Yesek’te de yoktu uyan, dergi-gazeteden aklımızda kalmış yer de yoktu ki olsa da elimizde patlardı muhtemelen. Dolayısıyla Zanzibar’ı aklımıza getirdiğimiz anda hemen atlayıp gittik. Güzel bahçe içinde güzel bir konak. Biz herkesle beraber kış bahçesinde oturduk ki pek kalabalık, Cumartesi cıvıl cıvılı değildi.

Yedikten sonra annem “yazacak mısın?” diye sordu. “Evet” dedim, “‘it was so 80’s’ yazacağım” dedim ama sonra düşündüm aslında “so 60’s” yazmak gerekir. Başta ekmeğin yanına tereyağ geldi. Zeytinyağı modasına gıcık olan anneme “hani gene iyisin” dedim, garson güldü. Ardından kanlı kanlı dana madalyon ve ızgara bonfile, donmuşundan olmayan patates kızartması, bol kremalı patates rösti, kırmızı şarap, tarte tatin. Yemek konusunda günün modasından, etiğinden, sağlığından bihaber bir yemekti ve harikaydı! Bir tek tarte tatin tereyağ teröründen etkilenmiş, zayıf kalmış. Seviyorum Zanzibar’ı, yine memnun etti.

Aklımıza yer gelseydi, başka yerde kahve içerdik ama gelmedi. İki gün sonra caddeyi baştan sona yürüdüm, içim karardı. Bir dev zincir olmuş. “Bilseydik buraya gelirdik” diye içimde kalan yer olmadı. Tarzım değil ama atayım bakalım bir blogger zarfı: Nerede içmeliydik kahve?

İki kişi 170 lira.

www.cafezanzibar.com.tr