Egg&Burger’da Baconburger

Domuz bacon ama bana o Mano’daki gibi sanki pikniğe gitmişiz de mangal yapmışız da ekmek arasına koymuşuz yiyoruz hissini vermedi bu burgerimiz. Sadece ağzıma arada bir takılan  ‘ha bu bacon işte’ dedim. Biraz baharat var dozunda bir baharat var tamam, köfte de kuru değil ama Dükkan Burger’in dükkan burgeri de değil. Bardak olarak kutu kolanın cam olanını yapmışlar ondan getirdiler masaya. Garsona sorduk; bunlardan satıyor musunuz, diye. Yok satmıyoruz dedi. O zaman bize bir tane verir misiniz dedik. Yok veremeyiz de siz şöyle benim haberim olmadan alabilirsiniz dedi gülüştük. Bardağı da aldık. Grupanya kuponuyla ödedik hesabı da.

Büyükada’da Pelikan Balıkçılık

 Şimdi bakıyorum da dün çok basiretsizce geçen bir gün olmuş. Adalar Müzesine neden bisiklet kiralayıp da gitmediğimizi anlamadığım gibi bu yere neden gittiğimizi de anlayamadım. Midye yok denince söylediğim hem içi çiğ kalmış hem de lastik kalamardan ve ekmek arası samandan yemek isterseniz buyurun. Ya da kalamarın siniriyle balık-ekmeğe haksızlık ediyorum bilemiyorum çünkü balık ekmek Mine’nindi, ben ucundan azıcık tadına bakmıştım. O zaman ona da eh işteydi diyelim geçelim, en güzeli. Balık ekmek 5, kalamar 12 lira.

Cihangir Van Kahvaltı Evi

Bir Filmekimi ganimeti daha.. Sabah saat 11.00’de Atlas Sinemasında olan filmimiz için biraz erken gelelim, kahvaltıya gidelim önerisiyle geldim. Selma da tamam dedi.

Menüde üç çeşit kahvaltı tabağı vardı. İlki en kapsamlı olanını değil de, ikinci en kapsamlı olanını aldık. Ama dedik ki; biz menemen ya da omlet söyleyeceğiz, siz bize bu kahvaltı tabağındaki yumurta yerine jaji getirir misiniz dedik. Tamam dediler. İlk görüşte aşk burada başladı. Ardından da muhteşem diğer lezzetlerle pekişti. Peynirler, menemen, gözleme hepsi harikulade. Gözleme daha bir güzel ama, kaşarlı ıspanaklıydı bizimki. Ispanak yeşil,tadı geliyor,ölmemiş. Hamur kurumamış ama çıtır, mideye oturmuyor, ağır değil. Kaşar uzayıp gidiyor. Yeme de yanında yat yani. Kavurmalı menemen keza o da çok leziz. Kavut da bana ısıtılmış tahin helvayı andırdı. Tahin, tahin helva severleri memnun edecek bir tatlı. Bana vaktinde kan yapar diye zorla yedirttiklerinden pek aram yoktur pekmez,tahinle ama barışmak istiyorum artık onlarla zira bu kansızlık yeniden baş göstermeye başladı.

Evet ne diyorduk..

Biz buraya gelince saat 10.00 olmuştu ve biz yiyeceğiz daha Atlas’a yürüyeceğiz. Yetişemeyince de filme almıyorlar. E hadi hadi, diye diye bitirdik. 1 kahvaltı tabağı, 1 kavurmalı menemen, 1 tahinli kavut, 1 ıspanaklı kaşarlı gözleme,  4-5 çay 30 lira. Kişi başı limitsiz yedik içtik. Mideler tam kapasite çalıştı. Çayı da bittikçe söyledik. Neymiş efendim kişi başı limitsiz kahvaltı bilmem nerede 50 yerine 25 lira. Bırakın Allah aşkına ya.. Gidin Cihangir’e Van Kahvaltı Evine.

Meraklısına: Alman Hastanesinin karşısından girdik, önce sağ sonra sol yapıp (ünlü pizzacımız Trio’ya gider gibi yani) Saint Pulcherie’nin oraya çıktık. Oradan T-Box’ın oraya çıktık ve 10.51’de koltuğumuza otuduk. Ben de inanamadım nasıl yetiştiğimize. Heralde biz buluştuğumuzda 09.50, kahvaltıya oturduğumuzda 10.00 olmuştu saat..

J’adore Harikalar Diyarı

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde Alice, Harikalar Diyarında gezerken bir yer görmüş uzaktan. Sokağın sonunda, küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk bir yermiş, bu yer.

Alice, o yere doğru yürümüş, yürümüş, yürümüş. Bir de gidince ne görsün! Çikolata akan bir nehir! Hemen bardağını uzatmış:

Kendisi çilekli, arkadaşı naneli akışkan çikolatadan içmişler. Sonra da…

Jadore da benim için işte böyle bir yer. Masalsı, çikolata denizi, çikolata ambarı, Charlie’nin çikolata fabrikası… Çikolataya doyduğum, ağır olmayan bir çikolataya servet yatırmak zorunda kalmadığım, siparişimizin yanında ikram ettikleri limonlu naneli su jestiyle mutlu olduğum, “Ben de evde sürahiye limon ve taze nane koyayım ya” dediğim, dediğimi unuttuğum, bir sonraki gidişimde bu son iki sahneyi sil baştan bir daha yaşadığım bir yer. Şiddetle tavsiye ediyorum. Bir yandan da talan edilmesinden korkuyorum…

Sıcak çikolatası, aynen dediğim gibi: Kuvertüre bardağı uzatmışız da doldurmuşuz. Fondü yapılan çikolataya biraz süt katıp servis ediyorlar sanırım bu ölümcül güzeli. Bu kadar iyi, güzel anlattım tabii de ama ben de her gidişimde, içeri girer girmez, hiç vakit kaybetmeden bir sıcak çikolata söylüyorum. Sonra da ‘e yeter bu çikolata’ diyorum. Diğer çikolatalara,  çikolatalı tatlılara şans veremiyorum. Ağır geldiğinden demiyorum bunu ama aman dikkat! Çikolataya o kadar doymuş oluyorum, o sıcak  çikolatayı içtiğimde demek istiyorum. Ama bir sonraki sefer söz… Çilekli/naneli sıcak çikolara 6 ya da 7 lira, Baileys’lı sıcak çikolata 12.

Fıccın Bizi Üzdü

Filmekiminde sinemadan çıktık. Gizem’le ikimiz de açız. Ve şakır şakır yağmurda şemsiyesiziz, sucuk olmuşuz. Tünelin sonundaki ışığı görmek için Fıccın’a gittik ama evet üzdü. Hazır mercimek çorbasıyla ve “hamur olmuş” fıccınıyla üzdü hem de. Ama mantı iyiydi. O, hamurlaşmamış; iç malzemesi, çoğu yerde kıyma diye dayatılan çok soğan,az kıyma (ve ağır kıyma) değildi. Sonra servis tabağına suyundan çok koymamışlar. Bizim mantı çorba olmamış, o da iyi. Ama bize sarmısak isteyip istemediğimizi sormadılar, belki bir o kötü. Bir de bana yoğurt az koymuşlar gibi geldi. 2 mercimek çorbası, 1 porsiyon fıccın, 1,5 porsiyon mantı, 1 cola, 1 çay 40 civarıydı.

Karaköy’de Bir Kır Lokantası

Akın Balık burası. Gitmeden evvel aynen bu beylik lafları duymuştum. Nasıl olur ya, dedim, hırdavatçıların arasında. Ama siz bu yanılsamaya düşmeyin. Bugün gittim gördüm, gayet oluyormuş. Sadece ben daha geniş hayal etmiştim. Orada Akın Balık gibi başka mekanlar da var, onlarla beraber hepsinin tuttuğu alan kadar geniş olduğunu hayal etmiştim ama olsun yine de “kır lokantası” benim için. Hem de manzaralısından. Oturduğum yerden sağıma soluma döne döne, 180 derece panoromik resimlerini çektim. Karaköy iskelesi var, balık satılan tezgahlar var. Tezgahları bitirir bitirmez sağda Akın Balık.

İki porsiyon sarıkanat var üstteki tabakta. Oltayla mı yakalandı diye sorduk.  Garsonun halinden yeterince duyarlı olduğunu çıkardık biz. Lüfere hasret kalmak istemeyiz sonra. Bu bizim sarıkanatların lezzeti tam yerinde. Kalamar da mükemmel değil ama o da kesinlikle ortalama üstü. Ama ortalamanın da az üstü. Yeşiler  mis gibi, gayet körpe. Ama buranın sanırım içki ruhsatı yok.

İki porsiyon sarıkanat, üç kişilik roka-kıvırcık karışık salata, iki bira, bir cola 68. Defalarca daha gidebilirim buraya.

Sur Ocakbaşı ama tatlısı

O muhteşem büryanını falan geçiniz, tatlıya geliniz bile diyebilirim: Sur Tatlısı.. . Gerçek adı künef bu tatlının. İçinde irmik var süt var biraz. Uzaktan görünüşü, peynir helvasına benziyor ama tadının alakası yok. Hazırlanması yirmi dakika falan alıyor. Büryan gelir gelmez siparişini vermiştim ben. Ilık ve arasına dondurmayla servis ediyorlar. Anlaşılan artık tatlı yemeye de Kadınlar Pazarına gideceğiz. Hem çayı da hiç fena değildi. 1 içli köfte, 1 porsiyon büryan, 1 sur tatlısı ve 1 cola 23 lira. Çaylar, ikram sanıyorum.

surocakbasi.net

Maybe Salomanje’de sote mantar

Vallah billah bu yazı, mekanın PR pıtırcıklanmasının parçası değil. Öyle algılanır diye ödüm kopuyor. Açıklayayım. Salı akşamı 7 gibi annemle Rumeli caddesinden aşağı, tost saatini kaçırmış bir halde yürüye yürüye, eleme yapa yapa, sonuçta Salomanje’yi denemeye karar verdik. Hayalkırıklığına da baştan hazırdık. En kötü ihtimalle evde yemek yapmaktan yırtacaktık. Çin mikrobunun da etkisiyle küçük yemekler istedik: tarhana çorbası, ıspanak köftesi ve sote mantar. Hepsini beğendik. Tarhana çorbası et suyuna, ıspanak bayağı ıspanaktan yapılmış, ıspanaklı köfte değil yani. En büyük hayalkırıklığını da mantarda beklerken, en iyi o çıktı. Soğanlı, şaraplı, üstü kekik süslü, “don’t overcrowd the mushrooms” (bkz. Julie and Julia) lafına uymuş ve alt tarafı kültür mantarı. Eğer başka mantar varsa da dikkat etmemişim demek ki. Pek lezizdi, pek. Annem “ben memnun kaldım valla” deyip durdu.

Derken şimdi yazıyı yazmak üzere bir bakınıyorum ki internete, ay meğer pek concon, pek medyatik, tahminimden de sosyetik bir yer çıkmasın mı? Üstüne üstlük daha geçen hafta Maybe öneki ile, yeniden açılmış, tüm magazin köşelerinde yer almış olmasın mı? Zaten dudağı, kaşı üstüme patlar diye korktuğum kadınları görünce kıllanmalıydım.

Yediğim kadarından anladığım, mutfağın, belki daha ilk heves dönemi olduğundan başarılı olduğu–kiii, burası da meğer Sortie’nin mortinin dahil olduğu bir zincirin parçasıymış. Tam bana göre! Ama sonuçta Nişantaşı kadınıydım ben de, giderim valla buraya. Sosyetiklerle saatlerimiz çakışmaz nasıl olsa.

Ay yoksa annem bilinçli veya bilinçsiz, o PR’dan mı etkilenip teklif etti burayı? İçime kurt düştü şimdi.

Bir kadeh şarap dahil 84 lira.

www.salomanje.com.tr

Taksimoda’dan manzara

Aslında ben sevmem Taksimoda’yı. Ballı bir noktada vasat, turistik yemek yapan bir yer bence. Ama şu sıralar tadilatta olduğu için, aynı menüyle otelin en üst katında biraz iç karartıcı düğün salonu atmosferine rağmen manzaralı olmasından yırtan salonunda servise devam ediyorlar. Referandum günündeki kasvetli halinin bir suretini yukarıda gördüğünüz manzaraya karşı 8 liraya hiç de fena olmayan bir patlıcanlı penne yiyebileceğiniz başka pek yer olmadığı için, fırsat penceresidir, yararlanılabilir.

www.taximhill.com

Çiya’da erişte mantarı

Aslında önce çok kötü şeyler yazacaktım ama fırsatım olmadı. Diyecektim ki idare eder yemeğe lafım yok, kötü servise lafım yok, “o paraya değdi mi?” hissine lafım yok, yemeğin sonrasında saatlerce mideye oturmasına lafım yok ama bu dördü birden olunca anladım Çiya bozuldu diyenlerin ne dediklerini.

Derken Berent’in verdiği, New Yorker’ın Nisan sayısında bir Türk kızının Çiya’yı anlatan yazısını okuyunca önce bir “haksızlık mı ettim acaba?” dedim, ilk ateşim söndü. Ama sonra bir yemek enstitüsü açmak üzere arsa aldıklarını falan okuyunca tekrardan gıcık oldum. Yemeklerin arkasında servis yapar, yemekleri anlatırmış gibi poz vermiş Musa usta, en çok da ona güldüm. Madem Çiya büyümedi, Beyoğlu’nda yer açma tekliflerini çok karlı olmasına rağmen geri çevirdi, o zaman hedefi ne olursa olsun, neden mükemmel yemek yapmıyor? Neden garsonları etlerinden parça koparıyormuşuz gibi davranıyor? Doğrusu benim one-man-show bir enstitü falan finanse edesim yok. Hele böyle hiç değil.

Off, yine de anlatmam gerek yemekleri: Mualle esasen patlıcandan mürekkep olup parmak yedirtebilecekken yarıda bıraktık. Lahm-ı vişnenin köfteleri tıkız ve kuruydu. Bulgur, vasat kebabçılardaki salçası hafif acılaşmış, taneleri tombalak bulgurlardandı. Bu sefer hatırlamakta zorlandım ama Çiya’yı sevmemizin sebebi erişte mantarı gibi başka yerde yiyemeyeceğimiz, ilk defa burada duyduğumuz şeyler. Kemeden bayağı daha sert, herhalde temizlenemediği için yer yer topraklı, gövdeli, gerçi tadı da hafif odunsu ilginç bir mantar. Soğanla kavrulmuştu. Eğer Anadolu’da böyle pişiriliyorsa yapacak birşey yok ama fine-dining tam da böyle şeylere yarıyor: bir seferde bir tabak yenemeyecek bir mantarı, başka tatlarla birleştirip, farklı tekniklerle pişirip içindeki cevheri çıkarmaya. Sıkma köfteye laf yok, üstündeki kavrulmuş soğan ve kuru fesleğenle bambaşka birşey olmuş. Teleme, yani sütlü incir tatlısı da hala mükemmel bir tatlı.

Üç vakte yabancı bir dergide, gazetede mühim biri kötüleyen bir yazı yazınca herkesin şaşırmış gibi yapmasına tahammül edemeyeceğim. Valla eğer bir daha gidersem ve yine bu kadar kötü çıkarsa, olayı “yabancılara ülkemizi çok yanlış tanıtıyoruz, rezil oluyoruz” lafına bile bağlarım ha! 3 kişi, 69 lira.

www.ciya.com.tr