Bunu Yunus ne güzel anlatmıştı ama bu tür yerleri bir daha bir daha yazmak gerek. Baksanıza, google’layınca listenin başında Yesek geliyor, rezalet! Bir de Çam Sut Mangal hani “yazarsam, başkaları da keşfederse cılkı çıkar, aman bize kalsın, gizli kalsın” diyeceğim bir yer de değil. İstanbul’da Doors’cular veya İzzet Çapa pazarlamadıkça, Kore mutfağına ilgi biz yazınca artmayacak. Bir burası var, bir Talimhane’deki Gaia (Yalan, daha fazla yer varmış). Bir daha bir daha yazmak gerek çünkü burada da Musafir’de veya Zinnet’te yiyince edindiğim hissi edindim yine: İyi de lezzetli buysa, başka yerlerde yediklerimiz ne?
Bir bulgogi iki de kebap istedik. Önce bidik bidik tabaklar geldi. Hem tatlı hem ekşi turşular, soya köftesi, iki dilim salam, rus salatasının kremayla yapılmışına benzer bir salata, hoisin türü bir sos, omlet. Onları didiklerken gelen bulgogi aslında çorba ama kendi başında yemek gibi. Tatlı bir sosla marine edilmiş incecik etler, şeffaf pirinç makarnası, taze soğan ve mantarla masamıza getirdikleri gazlı bir ocakta pişti, piştikçe suyunu saldı. Sonrasında kebaplar gelince bile yollayamadık, ekmek olmadığı halde banmak, içine düşmek istediğimiz için. Monosodyum glutamat var mıdır, vardır herhalde. Olsun.
Kebaplar tam kendin pişir kendin ye usulü. Masanın ortasındaki metal kapağı aldı garson, içindeki deliğe kor halde kömür koydu, üstüne de ızgara yerleştirdi. Hem etleri hem de yanında getirdikleri soğan, biber ve mantarları pişirdik, pişirdik yedik. Etlerin biri yine tatlı, ikisi de yumuşacıktı. Pek zevkliydi. Masanın hemen üstündeki aspiratörle falan, çakma Et’n’More diyesim geliyor mekana. Ancak bir pasajın ıssız bodrum katında, üç beş masasıyla, havalı değil de ayıp birşey yapıyormuşuz gibi geldi. Bazı bilim kurgu filmlerinde et yemek hedonist ve ayıpçı birşeydir ya, onun gibi: “Çam Sut Mangal: Et Yemenin Geleceği.”
İki bira da içtik, 125 lira hesap geldi ama onu iki değil üç kişilik diye hesaplayın.