Yüksek Kaldırım’dan tin tin indik, indikçe acıktık, Karaköy’de alt geçitten geçtik, sahile çıktık ve aval aval etrafa bakınmaya başladık. Galata köprüsünde yenmez. İskelenin arkasında dizili velkamverinaysçıların önünden yürüdük, onlarda da yenmez, sosisli fikrine Laden’le ben burun kıvırdık, Namlı’ya baktık kapalı, otoparkın arkasındaki kebapçılarda kapatmak üzereler. Bu arada çok efendiyim ha, açım ama ne Laden’in ne Volkan’ın kafasını koparıyorum ama ne yapacağız bilemiyorum da. Derken o Köfteci Sami Usta tabelası bir çekici geldi. Vaha sanki. Onlar da kapatıyorlarmış gerçi ama hayır diyemediler. Son müşteriler bizdik. Biz sipariş verirken bir on-onbeş ekmek arası köfte yaptılar ki iyiye işaret. Köfteler geldi, pek lezzetli. Çakma piyaz zaten iyi, Volkan’ın da süslemesiyle daha bir iyi oldu. Hele bir de tavuk şiş. Bir Gelik’te yemiştim böyle sulu sulu, yumuşağını. Bir de artık kapatıyorlar diye herhalde bol, doldurdular. Çay kalmadı diye kendiliklerinden özür dilediler, bir dahaki sefere artık dediler. Pek memnunduk kalkarken. Ödetmediler bana ama 30 civarıdır diye tahmin ediyorum.
Zeynel’de gece tatlısı
Aslında, amaç kahve içmekti. Tatlı, olaya sonradan dahil oldu.
Gece saat 1’de, Yeniköy Passion ‘da bir kahve içelim dedik. Passion’ın kapalı olduğunu görüp eve dönerken, Zeynel’in hala açık olduğunu fark ettik. Meğerse, tam kapatıyorlarmış. Yine de, bize bir incelik gösterip kahve ve tatlı servisi yaptılar.
Kahve oldukça iyiydi, dondurmalı kazandibi şahaneydi. Kesme dondurma, süt kokuyordu. Ben bayıldım.
Kahveler ve tatlı 15-20 TL arası bir şeydir.
Uludağ Et Lokantası’nda iskender
Bilen bilir, Florya’daki Uludağ’ın iskender’i meşhurdur. Ya da çocukluğumdan beri, annemler beni fena kekledi, o da olabilir.
Burada, yemekler her daim iyidir. Çiğ köftesini severim ben, Neda dönerinin hastasıdır. Künefesine çocukken aşıktım, sonra bu aşkımı Mert’e devrettim. İskender’den bahsettim zaten. Kaşarlı köfte de var, o da başarılıdır Allah için.
O akşam, benim canım ne İskender istedi ne de köfte. Piliç ızgara yedim. Şaşırtıcı biçimde, o da iyiydi. Yasin, iskender yedi, ağır geldi. Ertesi gün, “midem, midem” diyerek dolaştı. Neda, döner manyağı olarak, yine dönere takıldı. Sinan, Mert ve Nezih, galiba yarım posiyon İskender yediler. Memnun gözüküyorlardı.
İftariyelikler kaliteliydi, salatası da taze. Yemek anlamında, nostaljik bir akşam oldu benim için. Ama ben değişmişim, onu anladım. Dev gibi et lokantalarından eskisi kadar zevk alamıyorum, elimde değil.
Kişi başı, 40 ya da 45 TL verdik.
Özsüt’ten dondurmalı sütlaç
Özsüt, Yeşilköy’de Taps’in tam yan komşusu. Bahçeleri yanyana. Bir apartmanın arka bahçesini düşünün, yarısında çay içilip tatlı yeniyor, diğer yarısında bira içilip patates yeniyor. Apartman sakinleri de balkonlarına kurulup, aşağıdaki ahaliyi izliyor. Tablo, işte tam olarak böyle.
Bir akşam, çay içelim diye Özsüt’e gittik. Yasin, dondurmalı sütlaç da yiyelim dedi. Valla ne yalan söyleyeyim, çayı da güzeldi, az pirinçli sütlacı da, dondurması da. Normalde Bolulu Hasan Usta, tatlıcı bilmem kim gibi, bol şubeli olup fabrikalaşıp samimiyetini ve ürün kalitesini kaybetmiş yerleri yazmam ben Yesek’e. Ama galiba, Özsüt’ü ayrı bir yere koymak lazım. Emin olmak adına, birkaç kere daha gidip deneyeceğim, bakalım. Yoksa tatlıymış, çaymış, kahveymiş, bunlar tamamen bahane :)
Taps’de komik hesap
Hazır Yeşilköy çarşı hakkında yazmaya başlamışken, birkaç kez üst üste, bahçesinin hatrına gittiğimiz yeni açılan Taps’ten de bahsedeyim.
Taps, bildiğimiz Taps işte. Vasatla ortalama arası yemekler, kendi yapımları bira, müzik, vs. Bahçeleri büyükçene, rahat, itiş kakış yok. Özsüt’le yanyanalar, bir tek o -konsept açısından- olayı biraz bozuyor, o kadar.
Ben, levrekli salata yedim. Yasin deniz ürünlü pizza, Neda cheeseburger, Özgür de schnitzel yedi.
Kimse yediğinden memnun değildi, herkes birşeye laf etti. Çay içtik, kahve içtik, Özgür de bir bira içti. Bir de bir tatlı yedik, şimdi hatırlamıyorum, tiramisuydu galiba. Neyse işte, çok da abartmadık yeme içme mevzusunu. Ama bir hesap geldi ki evlere şenlik. 180 TL.
Bir daha da gitmedik zaten.
Van Gogh Cafe’de Türk işi Tiramisu
Bizim sessiz sakin Yeşilköy, son birkaç yıldır bayağı bayağı piyasa semti haline geldi. Ardı ardına yeni mekanlar açıldı. Alan da dar olduğundan, bütün mekanlar yanyana, kaçmak mümkün değil.
Akşamları, çarşı iyice civcivleniyor, Bebek özentisi bir yer haline dönüşüyor. Gezmeye gelenler de ne yazık ki, bir o kadar özenti, çiğ ve tabir-i caizse kıro bir tayfa. Kibirli, küçük burjuva gibi davranmak istemiyorum ama kaçış alanım olarak benimsediğim bir semtin böylesine tecavüze uğraması beni rahatsız ediyor, ne yapayım?
Zorunda kalmadıkça, Yeşilköy çarşıda bir yere gitmek içimden gelmiyor. Nadiren, Yasin’in geldiği akşamlar, canımız kahve içmek ya da bir şeyler yemek isterse gidiyoruz. İşte, Van Gogh Cafe’ye gidişimiz de öyle bir zamana denk geldi.
Cappucino gayet başarılıydı, Türk tipi labneli muhallebili kakaolu kekli Tiramisu da öyle. Hem neden Tiramisu diyoruz ki biz bu tatlıya? Ben anlamiyorum. Gerçeğiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir şey bu aslında. Lezzetli de bir olay, ben seviyorum.
Kahveler 7, tiramisu 8-9 gibi bir şeydi.
Four Seasons Bosphorus’da kahvaltı
Ocak ayında doğumgünüm vesilesiyle gittiğimizde içeride oturmuş, İngiliz usulü tea and biscuits yapmıştık. Başka fifi kafeler yerine burada para harcamak gerek diye düşündüm. Sonra baharda bir gün yürürken kahve molam için burayı uygun gördüm. Hava da biraz güzelleşmişti, dışarıda oturdum. En altta fotoğraf o seferden, ışık daha az zaten, belli. Bir kahve bir de nihayetinde meyve suyu olan bir birşey birşey kokteyli istedim, yanına getirdikleri kurabiyeler, zeytinler, kuruyemişlerle kraliçeler gibiydim valla. Hatta biraz sömürgeci gibi hissettiriyor insanı ama olsun.
Bu sefer Gökhan ve Yeşim’le gittik. İki üç hafta önceydi gerçi. Pazar sabah brunch için. Havanın bugünden daha güzel olduğu bir Pazar. Brunch yok aslında; her sabah 11’e kadar açık büfe kahvaltı. Biz de on buçukta vardık herhalde ve hemen daldık. Resimler açık büfe konusunda bir fikir verip yeterince heyecanlandırıyordur herhalde, ayrıca ballandırmanın alemi yok. Manzara için de geçerli bu.
Gökhan’a misafir el mankenliği yaptığı için teşekkürler!
Bu arada yazın Hürriyet’in Cumartesi ekinde en iyi yaz kahvaltıları listesinde ilk sırada buranın kahvaltısı olması ile, geldiğimizde hemen masaya Hürriyet getirmelerindeki tesadüf… BBC’de House of Cards diye bir dizi vardı üç dört yıl önce. Oradaki hırslı bir politikacı olan ana karakterin tabiriyle “You may very well think that but I’m not allowed to comment.”
Great Dong Fang’den Açık Büfe :)
Felekten bir yemek olsun dediğimizde kaçış noktalarından biri :) Cevahir en üst katta sizi hiç yormadan seç beğen al usulü bir açık büfe yapılmış. Üstelik içecek hariç herşey de büfeye konuçlandırılmış. Benim seçimim önden acılı-ekşili çorba, tabağıma aldıklarım ise; tatlı soya sosa bulanmış biberli soğanlı tavuk, susamli çıtır tavuk, çin mantısı, sebzeli noodle, kızarmış patlıcan, havuç, kabak yanına salata.
Özellikle tavsiyem çin mantısı ve tatlı sosla yapılmış tavuk. Salatalarda yanına çok yakıştırdıklarımdan. Hizmete gelince açık büfe olunca neye ne kadar söylenebilirim bilmiyorum ama kasadaki çinli ablamız bile türkleşmiş. Biraz güleryüz yav ölmezsiniz. Garsonlardan bahsetmek bile istemem. Zira, kolayı getirirken, boş çorba kasesini almayıp bizi tıklım tıkış halimizle bırakmak hangi servis görevlisinin kalitesini ortaya koyar varın buna da siz karar verin.
Uzun etmeyeyim, Cevo’ya gittiğinizde açsanız kesinlikle denemeniz gereken bir yer olduğu kanısındayım. Garsonlara ilişmeyin, huzurla ayrılın :)
Açık büfe+içecek=14.50-TL
Barbaros’tan arnavut pırasa
Barbaros’u şimdiye kadar yazmamış olmam çok ayıp. Son üç aydır oradan besleniyoruz ofiste. Teyzem söylemişti ilk defa, “Balmumcu’da, benzin istasyonunun hemen orada, yemekleri çok iyi ve herşeyi zeytinyağı ile yapıyorlar” demişti. Gerçekten de etli yaprak sarma veya kuru fasulye bile zeytinyağına. Salataya falan da çekinmeden koyuyorlar.
Bizim ofiste favorilerimiz yarım piliç çevirme, kadınbudu köfte, jülyen sebzeli az kremalı somon, ıspanak ve semizotu. Dolmalar, sarmalar sektirmiyor. Bir de günlük değişenlerden denk gelip de beğendiğimiz arnavut ciğeri, kuzu tandır, fırında tavuk, sadece yumurtayla kavrulmuş olan arnavut pırasa, kuşkonmaz, şnitzel, dana haşlama gibi yemekler de iyi çıkıyor. Bir cacığı biraz fazla meyhane cacığı. Bir de tatlılarını deneme lüksümüz olmadı şu hayatta. Başka yerlerden sıkılıyoruz bir süre sonra ama burası fiyat-lezzet-miktar açısından tam kararında, tam öğle yemeklik.
Paket servis de süper. Bir kere söyledik çatal bıçak istemiyoruz, ekmeği az istiyoruz diye bir daha söylettirmediler. Bir iki kere de geçerken çorba içmiştim, orada da servis seri ve efendi. Kuru fasulye 3,5, piliç çevirme 5,5, kuzu haşlama 9,5 lira mesela. Hatta 0 212 347 79 32.
Upper Crust Pizza: Mmmm!
Haftasonu miskinlik ederek geçti. Ben pizza aşerince Mehmet akıl etti, nerden duyduysa duymuş, ille de Upper Crust dedi. Yemeksepeti’nden sipariş verdik. Biri pesto sos, enginar kalbi, domates, sarımsak ve parmesanlı (ayrıca mozzarella eklettik), diğeri karides, soğan, sarımsak ve mozzarellalı (roka ve prosciutto eklettik – yuh, evet!). Boston stili, ince hamura pek havalı pizzalar. Gayet lezzetliydi. Yalnız meğerse burdan tek büyük pizza söyleyip yarı yarıya iki farklı çeşit yaptırmak mümkünmüş, onu bilemedik. İki large pizza bize fazla geldi. Hediyesi 63 TL gibi bir şey. Eve siparişle gelen pizza kategorisinde açık ara birinci.
Çırağan Cad. No:35 Beşiktaş