Aslında bu yazıyı yazmak için portakallı ördeğin hikayesini, neden şaşaa ima eden bir yemek olduğunu araştıracaktım. Hem de bir yerde Fransız restoranlarının en tipik/eski/meşhur olanlarından Paris’te La Tour D’Argent’ın menüsünde yer aldığını okuduğum ve nedeninin bu olduğuna hemen ikna olduğum için hem üşendiğim için hem de daha iyi bir ana fikir bulduğum için vazgeçtim.
Emel organize etti. Yedi yıl önce gittiğimde de Emel organize etmişti. En azından ben onun yancısı olarak gitmiştim. Yine dipteki yuvarlak masaya oturduk. Orada otururken değil ama daha sonra, aradaki yedi yıl hayatımda hiç olmamış olsaydı, acaba daha iyi olur muydu diye düşündüm. Bugün oradan çıksaydım ve yedi yıl önceki akşam yemeğinden o günkü hayatıma devam etmek üzere sokağa çıkıyor olsaydım. O günün koşulları, arkadaşlar, kötü alışkanlıklar, saftiriklikler, hatta akıl yaşı. Her dışarıda yemenin bir burada ve şimdi özelliği vardır ve onun için özeldir ya, Rus Lokantasında şimdi özelliği yok gibiydi. Servisi, garsonları, yemeği hiç değişmemişti. Dolayısıyla hayatımda bir dönemi böylece kapamış gibi hissettim. Allahtan, “the circle is not round.”
Yemekler? Fischer’de ve Rejans’ta var daha iyisi ama birine ruhunuz, diğerine cüzdanınız dayanıyorsa ne ala. Tabii ki önce borş çorbası. Sonra tabii ki kaşar pane. Ardından bence o akşam en başarılı yemek olan patates kızartması. Yok, Emel’le Ümit’in rumsteak’lerin (menüde yazılışı ile room steak’lerin) üstündeki soğan kızartmalarının hakkını yemeyeyim şimdi. Bir de bitki a la russe’un yanındaki ıspanak püresinin. Portakallı ördek ise büyük hayal kırıklığıydı. Portakal da konmuş sosta yüzen ördek kırpıkları tabağı doldurmaz diye bir tarafına da püre yaymışlar. Falan filan. Ne farkeder? Yasemin’e tek kadeh şarapla adam başı 45 lira.