Tamirane’de ton

tamirane22.jpg

Bekir’in rozbifli sandviçinin bu prodüksiyonlu resmini Aydın çekti sağolsun. Sunum biraz fazla numnum-midpoint-kitchenette sunumunu andırmıyor mu? Tamirane’nin menüsü bence biraz “conceptsizlikten” (ilk harfi k değil c olarak telaffuz ediniz) muzdarip. Hamburgerin concept’i ekmeğinin pide ekmeği, pardon, eü, pita ekmeği oluşu. Deniz mahsüllü makarnanın concept’i papardellesinin kendini lazanya zannetmesi. Yine de domates çorbası soğuk kaseye konunca soğumuş olmakla birlikte, lezzetli, öz hakiki domatesli. Yayla da iyi. Menü, bir tek iki köfte büyüklüğünde, adı üstünde atıştırmalık olmasına rağmen 11 lira olan az pişmiş ton balığıyla kendini aşıyor.

tamirane12.jpg

Dekorasyonda concept eksikliği yok. Santralken bir ara tamirhaneymiş ya; ondan dolayı logosu çatal ve çekiçli, garsonları tulumlu, bir köşede bu fotoğraftaki garip masa var. DJ de kendini pek bir ciddiye alıyordu, Yasemin’le pek eğlendik. Aslı “servis yavaştır” dedi ve şaşırtmadılar. Aslı aynı zamanda dedi ki “yazın dışarıda oturmak pek keyiflidir.” Biz toplantı diye yağmurlu bir günde geldik, eü, Silahtarağa’ya. Halbuki siz güzel bir günde gelir, dışarıda oturur, iki sergi gezerseniz benim kadar mızıldanmazsınız belki.

www.tamirane.com

Yesek’i ve diğer blogları takip etmek

Erhan bey bir süre önce “sitenize yorum yazmak ve sürekli takip etmek için, herhangi üyelik sisteminiz var mı?” diye sormuştu. Cevabını yazmaya başlayıp henüz yayınlamamıştım ama şimdi blogger.com kapanınca tam da sırasıdır. Yesek’e istediğiniz gibi yorum yazabilirsiniz. Sadece hem küfürlü hem de yemek/mekan hakkında kayda değer birşey demeyen yorumları silebilirim.

Ancak siteyi sürekli takip etmek için reader öneririm. Nasıl e-postada Ahmet bana bugün birşey göndermiş mi diye onun bilgisayarındaki kutusuna, Mehmet göndermiş mi diye onun kutusuna tek tek gidip bakmıyorsunuz, postalar sizin”Gelen Kutusu”na geliyor. Blog yazıları için de aynı mantıkla çalışan reader‘lar var. Ahmet bugün yazı yazmış mı diye onun sitesine, Mehmet bugün yazı yazmış mı diye onun sitesine tek tek bakacağınıza yeni yazıların hepsi bir yere toplanıyor. Abonelik sistemi yani. Şu anda blogger’daki bloglara zaten gidip bakamadığınız için arka kapıdan girmek için iyi bir yöntem. Reader kullanmak için iki şey gerek:

1) Reader programı/sitesi. Ben www.google.com/reader (ki Türkçesi de var), www.netvibes.com ve www.bloglines.com biliyorum, ilkini kullanıyorum.

2) Takip etmek istediğiniz sitenin RSS feed‘i. Yani yeni yazı eklendiğini reader‘ınıza söyleyecek olan zımbırtı. Genelde şu cici işaretle link verilen adres oluyor:
feed-icon16x16.png
Yesek’te sol üstte bunun mavilisi var mesela ve link verdiği yer http://www.yesek.com/?feed=rss. Yesek’in bir nevi resmi feed adresi. Gayrıresmi bir şekilde www.yesek.com yazsanız da reader‘ınız büyük ihtimalle feed‘i kendiliğinden bulacaktır. Allahtan blogspot için de gayrıresmi adres yetiyor. Yani mesela Google Reader’da Abonelik Ekle bölümüne kelimeyiyen.blogspot.com yazarsanız, bu blog’a eklenen her yeni yazı reader‘da görünecektir. Geri doğru da gidiyor.

Reader meader bilen insanlar için tekrar veya ilkokul üç olduysa affola. Ama iki denizyıldızı çevirip denize atabilirsem, iki kişinin blogspot yazılarını okumaya devam etmelerini sağlayabilirsem ne ala.

Flavio’da şarap, peynir ve pizza

Flavio, 3 ay önce açılmış olan, yeni bir İtalyan lokantası. Taksim’den Tünel’e doğru giderken Adidas’ın sokağından içeri girince solda kalan ilk mekan. Sahipleri genç ve güleryüzlü bir karı-koca. Çiftin hatun tarafı, zamanında yapmış olduğu avukatlık mesleğini bırakıp, kendini tamamen bu işe vermiş; erkek tarafı ise avukatlığa devam edip, iş çıkışı destek olmayı seçmiş. En azından onlarla iş arkadaşı olan Emek’in anlatması bu, ben onun yalancısıyım.

Cumartesi günü, Tünel civarlarında, rahat rahat yiyip içebileceğimiz, piyasa olmayan samimi bir mekan düşünürken Emek “hadi gidelim, hem taş fırınlarını görürsün hem de güzel yemek yeriz” diye burayı önerdi, ben de uslu uslu kabul ettim.

Flavio’nun sade ama başarılı bir yemek ve içki menüsü var. Biz şarap & peynirle başlayıp, pizza ile devam etmeyi seçtik. Şarap olarak bir şişe Arjantinli bir Malbec aldık, yanına birkaç dilim prosciutto eklenmiş peynir tabağı ısmarladık. İçkiyle beraber, müessesenin ikramı olarak soğuk başlangıç tabağı ve foccacia ekmeğine benzer ufak bir ekmek geldi. (Bu ikramı benim tahminim içki ısmarlayan her müşteriye yapıyorlar ama yine de tam olarak bilemiyorum.)

kopyasi-flavio-181008-005.jpg

Soğuk başlangıç tabağında, kırmızı köz biber, sotelenmiş mantar, marine edilmiş brokoli, domates & mozzarella, zeytinyağı & balzamik sirke ve de sotelenmiş karışık sebze vardı. Ayrı ayrı hepsi güzel birer tadımlık. Benim hoşuma gitti.

kopyasi-flavio-181008-002.jpg

Tadımlıkların yanına gelen, bizim tırnak pideden daha dolguncana bir yapıya sahip olan ekmek de gayet lezzetliydi.

kopyasi-flavio-181008-013.jpg

Peynir tabağında gravyer, otlu peynir, isli çerkes ve de galiba kimyonlu çerkes peyniri vardı. Cevizle ve kiraz domateslerle süslemiş ve benim isteğim üzerine 3 dilim prosciutto eklemişler. Benim bu tabaktaki favorim isli çerkes peyniri oldu, tavsiye ederim kırmızı şarapla çok iyi gidiyor.

kopyasi-flavio-181008-014.jpg

Son olarak bir tane “pizza affumicata” paylaştık. Roka, scamorza affumicata peyniri (bir çeşit italyan peyniri, mozzarella ile yakın akraba, islenmişi var islenmemişi var -bizim pizzada kullanılan islenmişi yani affumicata olanıydı-) ve domates sos ile yapılan pizza bildiğimiz pizza margherita nın üzerine taze fesleğen yerine roka eklenmiş hali gibiydi. Lezzetli miydi? Evet, ben beğendim. İnce hamurlu ve ne çok ne az yani tam kıvamında malzeme ile yapılmış. Emek’ten gelen tek eleştiri: “hamuru keşke biraz daha kıtır olsa”…

Yemeğin arkasından, sarı rom ve köpüklü şarap (yoksa şampanya mıydı?) ile yaptıkları Mojito’yu denedik. İyiydi, hatta şöyle söyleyeyim birinci bardağın hemen arkasından bir tane daha söyledik.

Toplam hesap 140 YTL civarı geldi. Bu seferlik taş fırını göremedim ama güzel yemek yedim. Fırın da artık bir dahaki sefere…

Eyüp Aziyade’de kebap ve manzara

Cumartesi günü Müge ve Kıvanç’ın, Murat Hoca’nın “Istanbul Gezi Rehberi” önderliğinde çıktıkları Istanbul turuna dahil oldum. Kıvanç Doğa’ya da haber vermiş. 4 kişilik kadromuzla Ayvansaray taraflarından başlayıp küçük camileri, dar sokakları geze geze, Eyüp’e vardık. Semtin ruhundan olsa gerek üzerimize hoş bir rehavet çöktü. Pierre Loti’de yorgunluk atalım dedik. Sonra biraz daha tırmanınca Aziyade Restaurant’ın tabelasına denk geldik. Buralarda turist kazığı yer miyiz acaba diye bir paranoya dalgası geçti önce, ama sonra içeri girmeye karar verdik.

Pierre Loti kahvesinin arka tarafında, bahçeler içinde bir butik otel ve bir de bu restoran var. Girişe çok medeni bir şekilde menü ve fiyat listesi koymuşlar. Bir sürü kebap çeşidi görünce bizde gözler döndü zaten, hemen bir masa seçtik, Pierre Loti’den görünen manzaranın aynısına karşı oturduk. Temiz ve nezih bir yer. Hemen bir tabak zeytin, peynir ve ekmek getirdiler. Önden mercimek çorbası istedik. Üstüne ıspanaklı ve peynirli muska börekleri geldi, ana yemek olarak da çökertme kebabı, kuzu tiftikleme ve hünkar beğendi söyledik.

Hakkaten tıka basa yedik ve yediklerimizden de memnun kaldık. Benim çökertme kebabının etleri muhteşemdi. Yanında püresi, ızgara sebzeleri, kibrit patatesi ve sosuyla bana fazla bile geldi. Kuzucular da yemeklerini beğendiler. Yemeğin üstüne ayva tatlısı söyledik. Bol tarçınlı, az kaymaklı ayvalar birer dilim portakal üstünde geldiler. Tadı fena değildi, ama ayva tatlısı gibi değildi. Fazla deneysel bulduk, pek beğenmedik. Üstüne kahve filan içti gençler. Yemekle de kola ve su içmiştik. Hesap toplam 150 küsur geldi. Adam başı 40’a çıktık. Aziyade’nin turist kardeşlerimizi getirmek için iyi bir seçenek olduğuna karar verdik.

Tabi içki yok – bunu da yazmaya korktum bir an. Biliyorsunuz Moda Iskelesi meselesi sosyal patlama yarattı Yesek’te. Ama Eyüp zaten konsept olarak içkili bir semtimiz değil. O bakımdan sorun olmaz herhalde!

http://www.atalartur.com/aziyade.asp?blm=azi

Küçük Kurabiye Dükkanı’nı keşif

Geçen hafta şöyle bir mesaj geldi:

Merhaba,

İstanbul’a geldiğimden beri sitenden okuduğum yerlere gidiyorum ve her seferinde bu kadar güzel bir site yaptığın için sana teşekkür ediyorum. Yeni yerler keşfetmemde o kadar çok katkın var ki:)

Bugün öğlen yemekten sonra arkadaşımla yürüyüşe çıktık bankanın etrafında. Boş boş dolaşırken küçük kurabiye dükkanını gördüm ve bir heyecan içeriye girdim. İçeride kavanoz kavanoz kurabiye var, tam filmlerdeki ufak dükkanlar gibi :) Her kurabiyeden birer tane alıp yarım yarım yedik arkadaşımla. Şunu çok içten söyleyebilirim ki, ben böyle lezzetli kurabiye yemedim. Bir kere pastanelerde satılan kurabiyelerden çok farklı. Dükkanı annesi ile birlikte işletiyorlarmış, zaten arka tarafta pişirip hemen tezgaha koyuyorlar. Çok keyif aldıkları belli işlerinden.

Dükkan biraz ara sokakta kalmış yalnız. Belki de o yüzden pek bilinmiyor. Senin sitenin bir çok kişi tarafından takip edildiğini düşünüyorum ve sen gidip deneyip yazarsan belki daha çok kişi bu kadar güzel kurabiye yeme fırsatı yakalayabilir diye düşünüyorum :) Umarım beğenirsin. Ben kesinlikle kefilim kurabiyelere. Beğenmezsen haber verirsin:)”

Adres: Nispetiye mahallesi Başa Sokak 7/1 (Aytar caddesi üzerinde akmerkeze doğru giderken beşiktaş belediyesini geçtikten sonra ilk sağdaki sokak)

Telefon: 269 25 92″

Ben henüz Yesek’te bahseden oldu diye bir yerin daha çok iş yapacağına inanmıyorum ama olsun, düştü içime bir merak. Hemen haftasonu fırsat yaratıp gittim. Doğru sokağa mı girdim, daha ne kadar yürüyeceğim derken sokağın karşı tarafında gördüm. Kırmızılı pembeli sempatik bir logosu olan, minik bir dükkan. O anda birden soğancığımda kayma oldu. Sanki bir masalda küçük bir kızmışım da, kötü kişiler tarafından olmadık yerlere gönderiliyormuşum, dükkanda başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hissettim – ki ben hayalgücü güçlü, içindeki çocukla sıkı fıkı falan değilim biliyorsunuz. Sokağın karşısına geçtiğimde de gitti nitekim bu his.

Dükkanla ilgili haberlerde eski finansçı diye bahsi geçen amcanın içtenliği etkileyiciydi. Hakikaten, kavanozlarda çeşit çeşit, Amerikan-vari kocaman değil kuru pasta manasında kurabiye dolu. En tazesi olduğu için limonlu kurabiyeden ikram etti. O anda orada olan her neredeyse her kurabiye çeşidinden (limonlu, susamlı, tahinli, iki renkli, üç renkli (sable), damla çikolatalı, fındıklı) birkaç tane aldım, evde kahvenin yanına tek tek denedik hepsinden. Kurabiyeye özel ilgim yoktur ama meğer dandik olduklarındanmış. Bunlar iyi malzemeyle yapılıp, yumuşak yumuşak olduklarından, daha önemlisi fazla tatlı olmadıklarından pek lezzetliydiler. Özellikle susamlı ve tahinliyi az tatlı olduklarından pek bir sevdim. Ben de kefilim yani.

Kurabiye bir yana, yine İstanbul’un son birkaç yıldaki dönüşümünü hazmedemediğimden sevdim burayı. Kazık-zincir-uyduruk üçgeninde, hala sadece ve sadece caz dinleyip kurabiye yapma iddiasında birileri olduğunu hatırlayınca rahatladım. İstanbul’u da bu yüzden sevmiyor muyuz zaten? Tam “yeter, bıktım artık, seni terkediyorum” dediğin noktada, gönlünü alacak birşey yapmayı mutlaka beceren puşt erkek arkadaş gibi aynen. Küçük Kurabiye Dükkanı ile aldı yine gönlümü. Bu arada dükkan daha önce Kumbaracı Yokuşu’daymış, Levent’e taşınmışlar yani bilenler için o dükkan bu dükkan.

Mesajı yazan Manolya’ya teşekkürler.

Kitchenette ve Bebek raporu

kitch_bebek.jpg

Kitchenette, Caffe Nero, The House Cafe, Midpoint, Milagro, Starbucks, Happily Ever After, Lucca,  Lulu’s, Gloria Jeans Cafe, Mangerie, McDonalds, Cafe Meya, Divan, Bebek kahvesi, Bebek Balık Lokantası.

Geriye giderek açılış tarihleriyle ilgili tahminim bu. Listenin en sonunda yer alıp ilk açılmış olanlarına açılış tarihleri arasında tahminen yıllar varken, en başta yer alan dördü son 12 ay içinde açıldı. Bebek her zaman zaten Bebek’ti, hatta Bebek’miş. Ama bu son dönemin tipping point‘ı elbette ki Lucca’ydı. Ben lisedeyken arabasıyla bir aşağı bir yukarı turlayan tipler olurdu. Üç kere gidip gelebiliyorlardı. Şimdi bir kere geçmek imkansız artık. Bebek’in patlamış olması yeni haber değil tabii. Ama Kitchenette’i de görünce, bizzat teftiş edip, mahallede tur atınca ancak kavrayabildim patlamanın boyutunu. Bir önceki Kitchenette yazıma yapılan yorumlar ne tür bir patlama olduğu konusunda ipucu veriyor.

Bilemiyorum. Ben hala çok kararsızım bu House Cafe, Kitchenette ve Midpoint’in mediokrasisi konusunda. Mantar gibi bitmelerine esas kızma sebebim şu: alternatifleri yok ettiler. Geçen gün Galatasaray-Tünel arasında kahvesi iyi olan tek yer gelmedi aklımıza (Kahvesi iyi olsun, zincir olmasın: alın size boş küme). Hamburgere 22 lirayı en azından neye benzeyebileceğini, yenebilir birşey olacağını bilmenin lüksüne vermek sinir ediyor beni. Yine de Bebek’teki Kitchenette’in yeri, terası, havası valla olmuş. Bir ve sıfır arasından: bir.

Kuyu’da lüfer

Bayramın ilk günü, Kuruçeşme’den Bebek’e yürüdükten sonra “Ben Adem Baba’da veya Ali Baba’da yemem” diye tutturunca ön sıradaki diğer balıkçılar kadar kalabalık ve antipatik olmayan Kuyu’da anlaştık.O anda orada olan ve bizden sonra gelen müşteriler yine antipatikti: Altmışından sonra hala dizi meşhuru olma hayalinde sesi yüksek kadınlar, mafioso tipler ve “dost”ları, bayramda buluşmuş kırk yıllık arkadaşlar. Kuyu 1957’de açılmışmış. Annemin gençliğinde insanların hovardalık yapmaya geldiği pahalı bir yermiş. Bugün o işlevi üstlenen bin türlü başka yer olsa da burasının da pek değişmemiş olduğuna karar verdik.

İki meze, bir çoban, birer balıktan ibaretti yediğimiz. Bir de içki içmiş olmak için yarım şişe beyaz şarap. Ne meze yedik ki acaba, daha bir hafta anca geçti üstünden ve hatırlamıyorum. Midye dolma ve patlıcan salatadır herhalde. Hiçbirşeyi kötü değildi, hiçbirşeyi iyi değildi, bilindik boğazda balık muhabbetiydi ama ben 35 lirayı daha iyi temizlenmiş olması gereken lüfere vereceğime, 1897’de kuru meyveli kuzuya yani terkib-i çeşiddiyeye vermeyi tercih ederim doğrusu.  Sonuçta iç karartıcı buldum galiba Kuyu’yu.