Kamer Hatun Caddesi ve Tarlabaşı Bulvarı’nın köşesindeki The End Kokoreç ne yazık ki kapanmış. Hiç gitmemiştim ama adına hayrandım. Yeni kabuğunun markası Selim Kokoreç.
Spice Market: gülümseten bir deneyim
Spice Market, Jean-Georges Vongerichten isimli dünya çapında ünlü bir aşçının füzyon mutfağı üzerine hizmet veren lokantalar zincirinin ismi. Bu zincirin bir kolu da geçen aylarda, İstanbul’da, W Hotel’in içinde açıldı. Ben de, dün akşam bu lokantanın teras bölümünde yemek yeme fırsatı buldum.
Dekorasyon, W Hotel’in aşırı süslü tarzına uygun ama o kadar abartılı değil (en azından teras kısmı değildi). Yemek, yine bu stilin devamı olarak, tabii ki loş ışıkta ve kaliteli bir servis eşliğinde yeniyor.
Menü, garsonumuzun dediğine göre, dünyadaki diğer Spice Market’ ların biraz daha hafifletilmiş haliymiş. Yemeklerde mümkün olduğunca yerel malzeme kullanılmaya çalışılmış ve belli ki Türk damak tadına çok ters olmayan bir şeyler yakalanması amaçlanmış. Yine de, burada olay füzyon mutfağı olduğundan, tabii ki yabancı malzemeler ve teknikler, farklı farklı noktalarda her yemek çeşidinin içine dahil edilmiş. Yediğiniz her lokma hem tanıdık hem değil, birçoğu şaşırtıcı ve bir o kadar da lezzetli. Lokantanın ismi Spice Market (baharat pazarı) olduğundan, tahmin edersiniz ki, baharatların binbir çeşidi her tabakta varlığını belirgin bir şekilde hissettiriyor. Porsiyonlar ne büyük ne küçük, bir başlangıç bir de ana yemekle doyuyorsunuz yani, merak etmeyin.
Biz önden Vietnam usulü spring roll,
sarmısaklı yoğurt ve acı biber soslu, içine közlenmiş patlıcan doldurulmuş tortellini
ve bezelye çorbası ısmarladık.
Spring roll, etli bir içle sarılmış ve kızartılmış olarak, yanında hafif tatlımsı biber sosuyla sunuldu. Garsonumuz, marula sarıp yememizi tavsiye etti. Biz de öyle yaptık. Lezzetli, çıtır çıtır, ağırcana bir börek bu. Marula sarıp yemek hoş oluyor hakikaten ama öyle abartılacak başka da bir esprisi yok. Patlıcanlı tortellini, sarmısaklı yoğurtla güzel bir ikili olmuş. Üzerindeki limon rendesi ve otlar hoşluk katmış ama ne var ki yemekteki aşırı tuz çok fena. Bezelye çorbası, bizdeki bilindik çorbalar gibi sulu değil, daha yoğun, sanki hafif sulu sebze püresi gibi. İçindeki bezelye taneleri, üzerindeki turplar ve otlarla ve hafif ekşimsi tadıyla bence lezzetli.
Ana yemeğe sıra gelince, biz fırında lagos seçtik. Yanına da zencefilli kızartılmış pilav söyledik.
Lagos, yeşil chili biber sos üzerinde, kılçıksız, pişirilirken kurutulmamış ve dehşet lezzetli tek bir parça halinde geldi. Eğer balık seviyorsanız, rahatlıkla söyleyebilirim ki bu yemeği tattığınız ilk andan itibaren gülümsemeye başlayacaksınız. Bana kalırsa, gecenin en güzel yemeğiydi.
Zencefilli pilav, üzerinde tam kıvamında kızarmış bir yumurtayla geldi. Biraz fazla yağlıydı ama lezzeti, kıvamı, baharatları, sunumu ve porsiyon büyüklüğü yerli yerindeydi. Benim adıma fazladan bir artısı da, zencefil tadının yoğun olmamasıydı. Kaşık kaşık yedim, memnum kaldım.
Özetle, her tattığım yemek gayet lezzetli ve etkileyiciydi diyebilirim. Yalnız tek bir eleştirim var: yediklerimizin hepsi gerçekten biraz fazla tuzluydu. Garsonumuza bu şikayetimizi ilettiğimizde, bize bundan birçok müşterinin rahatsız olduğunu söyledi. Umarım yakında, bu tuz konusunda bir ayarlama yapılır. Yoksa bu kadar uğraşılmış ve özenilmiş yemeklere ayıp olur diye düşünüyorum.
Toplam hesap, 131 YTL geldi. Bence, ödediğimiz paranın karşılığını aldık. Yemeğe meraklı olan herkese, Spice Market’a, en azından bir kez uğramalarını tavsiye ediyorum.
House Café’de pizza ve kahve
Caddebostan House Café’de Zeynep ıspanaklı ve peynirli pizza istedi, ben bir cappuccino. Pizza karışık sebzeli geldi, sadece ıspanaklı olmasından daha iyiydi bence. İştah açıcı görünüyordu, kocamandı, aç değildim ama dayanamadım ve birkaç parça otlandım. Hamurun kalınlığı, çıtırlığı, malzemenin miktarı ve tadı yerindeydi. Ortalamanın üstünde bir pizzaydı, bana kalırsa.
Kahve için aynı şeyleri söylemek biraz zor. Geçen haftaki Bebek House Café’den sonra, buradakinde bir kez daha karar verdim ki House Café’nin kahvesini ben sevemiyorum. Sanki kahvelerinin aromaları yetersiz gibi. Kahveyi içiyorsunuz ama sanki öylesine bir şeyler içiyormuşsunuz gibi. Ödenen parayı kesinlikle haketmiyor diye düşünüyorum.
Pizza 22 YTL idi yanlış hatırlamıyorsam, kahve de 7 ya da 8 YTL.
Café Nook’un dev salataları
Café Nook, Bağdat Caddesi üzerinde, pek büyük olmayan, kendi halinde bir yer. Cumartesi akşamı, Zeynep götürdü beni. Menü çok bilindik kafe yemeklerinden oluşuyor. Bu durum hiç şaşırtıcı değil aslında. Mekanın kendi karakteri de bilindik kafe olmak yönünde gözüktüğünden olması gereken bu diye düşünüyorum.
Ben sıcak deniz mahsüllü salata istedim, Zeynep somonlu sezar salatası ısmarladı, ortaya da mozzarella sticks söyledik.
Yemeklerden önce, ekmek ve zeytinyağı kondu masamıza. Ekmeklerin pek bir olayı yoktu ama kötü de değildi.
Arkasından yemeklerimiz geldi. Benim salatam göbek salata üzerine soya sosuyla sotelenmiş kalamar, yengeç ve jülyen doğranmış sebzelerden oluşuyordu. Malzemelerin içinde karides de vardı, ben çıkarttırdım. Tadı ve kıvamı çok iyi değil ama haksızlık etmeyeyim kötü değildi. Çok iddialı bir şey beklemiyorsanız, iyiydi bile diyebilirim hatta.
Zeynep’in salatasının tadına bakmadım ama görüntüsünün tatminkar olduğunu söyleyebilirim.
Ortaya istediğimiz mozzarella sticks ler, salataların porsiyonları devasal olduğundan, aslında gereksizdi. Ben sadece bir parça tadına bakmakla yetindim. Belli ki, hazır paketler halinde satılanlardan ama isteneni veriyor, sorunsuz.
İki kolayla beraber toplam hesap 80 YTL geldi.
Bağdat Caddesi’nde iseniz, çok piyasa olmayan bir kafe arıyorsanız, yemekler ortalama olsun yeter diyorsanız, Café Nook sizin için uygun mekandır. Gidilebilir. Ben bir daha ne zaman giderim, hiç bilmiyorum.
Bebek Sahil Kahve’de Kahvaltı…
Aslında niyetimiz bebek cafe’ye gitmekti ancak. Benim buluşma yerine geç kalışım, Ayşo’nun da benim de fazla acıkmış olmamız, biranda bebek cafenin yerini çıkaramayışım Ayşo’nun burayı bebek cafe sanması aman uzatmayayım Mc Donalds’ın altında caminin solunda kalan kahveye attık kendimizi. Mekanın ismi cismi bir yerde yazmadığından giderken garsona sormak durumunda kaldık.
Nedense aslında sebebi belli çok aç olduğumuzdan ikimizde kahvaltı tabağı istedik.
Yukarda görüldüğü gibi klasik bir tabak geldi, bize hoş gelen şey, az da olsa meyvanın es geçilmemiş olması, bu kadarı bile güzelleştirdi tabağı valla. Ayşe özellikle yumurtanın taze oluşunu çevresinin kahverengi-siyahımsı renge dönmemiş oluşunu sevdiğini belirtti. Yanında 3 bardak çay ile tabağa 24 lira verdim. Bence biraz fazla, ne ambians, ne de gelen tabak bu kadar etmez kanımca. Üstelik kahvaltı boyunca ağlayan çocuk ve orasına burasına balon köpüğü süren hatunun verdiği görüntü kirliliği de cabası. Acaba neye ne şekilde faydası çok merak ettim doğrusu…
Galata Dersaadet’te hamsi tava-manzara…
Galata köprüsünün karaköy ayağında, karaköy iskele girişindeki Dersaadet’e zaman zaman Ayşe’nin iflah olmaz nargile krizi için zaten gitmekteyiz. Genellikle atıştırma dışında birşey yemeyiz ancak bu son gidişimizde iş çıkışı olması itibariyle, ben hamsi tava istedim. Buranın manzarasına, hatta atıştırmalıklarına (patates kız., sigara böreği gibi) denecek tek bir lafım yok. Birçok yerden iyi olduğu kesin ancak, hizmet anlayışını bir türlü çözemedim. Zaman zaman çok çok iyi, bazense yerlerde sürünmekte. Belki de personel konusunda fazla sirkülasyon vardır, bilemiyorum. Cuma akşamı da vaziyet aynen öyleydi. Nargileye istediğimiz ateşden tutun da, fazlaca beklemek zorunda kaldığım biraya kadar. Ama hamsi tavasını çok beğendim. Hamsinin zamanımı bilmiyorum ama çıtır çıtır bir balıkdı. Gerçi yanına koydukları roka, soğan ve domates kendinden geçmişti. Tam tersi istikamette balık pazarının orada yapılan balıklar ise her dem ikinciyi istemeye mahkum etmiştir bizi bunu da yazmadan edemeyeceğim.
Personele rağmen oldukça tatminkar bir gece oldu diyelim. Ayrıca Ayşe’nin son anda söylediği ama benim yakalayamadığım havai fişek gösterisi de yanında bonus olabilir burada.
Eftalya: olması gerektiği kadar
Dün akşam Arnavutköy’de, Eftalya Restaurant’ta Neda’nın doğumgününü kutladık. Biz oraya vardığımızda, masa önceden hazırlanmış ve belli başlı mezeler konmuştu: beyaz peynir, kavun, peynirli karışık salata, levrek sarma, deniz börülcesi, turşu, kırmızı soğan ve zeytinyağlı domates, patlıcan salatası ve mısır ekmeği. Bir tek levrek sarma ilginç göründü gözüme, gerçi tadınca bir olayı olmadığına kanaat getirdim. Körinin çok ağır bastığı bir tür soğuk balık mezesi olmuş, hoşuma gitmedi.
Ara sıcak olarak karides sote tarzı bir şey, bir de kalamar tava aldık. Bir de bunların yanına levrek marine.
Karidesi çok pişirmemişler, tadı yerindeydi. Kalamar da yine öyle, olması gerektiği gibi pişmiş, lastik olmamıştı.
Levrek marine ağırcana, beyaz /krem rengi arası bir sosun içinde geldi. Sosundan hafif sıyırıp yediğimde lezzetli bir meze oldu benim için. Geçen hafta Balıkçı Sabahattin’de yediğime hiç benzemiyordu, hatta ana malzemenin levrek olması dışında hiç bir ortak özelliği yoktu diyebilirim. Hangisi gerçeği, hangisi uyarlaması bilmiyorum.
Ana yemek olarak bir şey yemedik. Tatlı olarak ortaya iki tane volkanik dedikleri, içinden sıcak çikolatalı sos akan çikolatalı kek geldi. Yemeklerin yanında bazımız rakı, bazımız da beyaz şarap (Sarafin Fume Blanc) içtik. Hesap kişi başı 60 YTL geldi.
Olması gerektiği gibi pişen sıradan mezeler ve deniz ürünleri canınız çektiyse, yemeklerde bir ilginçlik aramıyorsanız ve de Boğaz’a karşı rakı-balık istiyorsanız, Eftalya’ya uğramak fena olmayabilir. Ben açıkcası bir kez daha gitmeyi pek düşünmüyorum.
La Girandola’nın müthiş dondurması
Arnavutköy’deki La Girandola’da dün akşam yediğim dondurma, hiç abartısız, uzun zamandan beri yediklerim içerisinde en iyisiydi. Tattığım çeşitlerin herbirinin lezzetini ayrı ayrı çok etkileyici buldum. Çilekli dondurmanın içinde gerçek çilek taneleri var, limonlu dondurma sanki ev yapımı limonatanın donmuş hali gibi. Kaymaklı dondurmayı, mekanın sahibi Aslı Hanım gerçek kaymaktan yaptığını söyledi. Fındıklı ve çikolatalı olan dondurmanın içinde bütün bütün fındık parçaları bulunuyor.
Şahane dondurma yiyip mutlu olmak istiyorsanız mutlaka buraya uğrayın.
Dondurmanın topu 2 YTL.
Rainforest Cafe’nin Cheeseburgeri
Rainforest Cafe, İstinye Park’ın içinde, jungle dekorlu, bence hafif boğucu, çocuk bahçesi gibi bir yer. Pazar günü, hamburgeri iyidir diye duyup gittik. Bir cheeseburger ısmarladık. “Eti nasıl pişsin?” diye sordular. Orta pişmiş istedik.
Yanında bir sürü kızarmış patatesle kocaman bir cheeseburger geldi, eti “bayağı pişmiş” olarak. Gerçi burgerin ekmeği, içindeki garnitürleri, patatesi gayet taze ve düzgündü. Ama keşke eti az pişmiş olarak sipariş verseydik, böylece nerdeyse kurumaya kaçmış köfte yememiş olurduk. Sanki daha iyi olurdu…
Kosova Et Lokantası’nda çorba ve köfte
Kosova Et Lokantası, Florya’nın sahil tarafında yer alan en eski lokantalardan biri. Yıllar oluyor belki orada yemek yememiştim. Geçtiğimiz cumartesi öğleden sonra, bahçesinde denize karşı yemek yerken fark ettim ki o zamandan bu zamana hiçbir şey değişmemiş. Herşey eskimiş olarak yerinde duruyor: tabaklar, bardaklar, perdeler, belki garsonların kıyafeti bile. Tamam nostaljik ama etkileyici, insanı içine alan bir ortam hiç değil burası. Daha çok yerinde sayıyor ve her geçen gün müşteri kaybediyor ya da yeni müşteri kazanamıyor gibi geldi bana.
Yemeklere gelince: ezogelin çorba, fırından yeni çıkmış kabarık pide ve lezzetli tulum peyniriyle beraber gayet güzeldi; dönerden az tattım, tadı yerinde; kaşarlı köftesi bana yağlı geldi, yanındaki püre iyiydi ama. Tabak sunumlarını anlatmıyorum, “sıradan kebapçı usulü” yani sıkıcı diyim, siz gözünüzde canlandırın.