Yeni ofise taşınalı sadece üç kere gidebildik buraya. Artık öğle yemeği yiyebildiğimiz yerlerin bazıları aslında Mecidiyeköy’de. Burası da Mecidiyeköy’de bir vaha gibi. Yirmi otuz senelik falan bir yer. Hem köftesi, döneri, iskenderi var, hem de sulu yemekleri. Üstelik dışarıda bol masası. Dudak büzerek okuyunuz: Öğlenleri çalışan kesim geliyor. İlk sefer köfte yedik ki fena değildi. İkinci seferden iç pilavı hatırlıyorum. Aydın da iki seferdir fırında tavuk istediğine göre kötü olamaz. Bu sefer ben türlü ve bulgur yedim ve gayet memnundum ama esas Yasemin’in mücverinden yiyince dedim ki artık bi yazmak lazım. Dışarıda mücver genelde en uyduruk yapılan yemeklerdendir ya. Bu kalın, unu az, lezzetli ve ılık falandı. Eski likör fabrikasının yanındaki sokaktan girince soldaki ilk sokağın köşesinde. Türlü-bulgur 9 lira.
Galateia’da ezme
Bu Galatelia, üçtür köprünün altında yapışan teşrifatçıları, gürültülü saz ekiplerini, pek iş yapmaz görünen yerleri ve içkisi olmayan yerleri eleyerek vardığımız yer. Üçtür de memnun kaldım. Ekmekler kızarmış geliyor mesela. Yemeği, servisi harika mı, yoo. Ama şikayet etmek için geçerli bir sebebim de yok. Ha, burada da arada saz ekibi çalıyor, atlatmak gerekiyor. En son Selin, Selçuk, ben böyle 110 gibi birşey verdik. Az içtiğimiz için ucuz denemez, tuzlu denemez.
Olta Balık, nadiren bir alık
Pazartesi akşamı fonunda Giray’la birşeyler yeme ihtiyacımızı Beşiktaş Çarşı balıkçılarında değerlendirmek isteyip aslında çarşının kendisinin (balıkçıların olduğu üçgen)inşaat halinde olduğunu görüp şaşırdık; inşaattan uzak olsun ve yeni bir yer deneyelim diye Olta Balık’ı seçtik. Minik Tekirdağ, ezme, haydari, közlenmiş patlıcan, kalamar tava, paçanga ve yarımşar çipuraya 63 lira verdik, keyiflendik. Balığı ben çok beğendim ama rakının da etkisi olmuş olabilir….
5. kat…
Uzun zamandır yemeklerinden ziyade, mekanı merak ettiğimden gitmek istediğim bir yer 5. kat. Hal böyle olunca cumartesi akşama doğru Nesli ile kendimizi “high society”nin merkezi 5. kat’ta bulduk. Dekorasyon oldukça gösterişli. Ziyadesiyle gözü yoran cinsten. Kalın kadife mor kumaştan perdeler, şamdanlar, büyük koltuklar vs… Havanın enfes olması sebebiyle, terasta oturmaya karar verdik. Gayet iğreti eden bir tavırla oraların efendisi olduğu düşünülebilecek, ama kraldan çok kralcı olduğunu zannettiğimiz bir garson bize önce rezervasyon, sonra yemek isteyip istemediğimizi sorarak bara aldı. Nesli bira ben cafe latte söyledik. Arkasından çok acıkmadığımızdan ancak yemeklerini de merak ettiğimizden ortaya bir biftek salata istedik. Yediğimiz, içtiğimiz güzeldi. Ancak hesabı alırken garsonun tepemizde dikilmesi o kadar sinir bozdu ki, İstanbul’da konfor, manzara, hizmet ve yemek karesini bulabileceğimiz nice mekan olduğunu düşünerek, çok da üstünde durmadık.
Abracadabra, yeniden
Dilara Erbay’ın Abracadabra’sı, Arnavutköy’de tekrar açıldı diye duymuştum ve bir gün denemek lazım diyordum. Cumartesi akşamı için Emek’e teklif ettim. O da merak ediyormuş, “olur” dedi ve hemen gittik. Yeni yer, vapur iskelesi’nin hemen karşısında, 4 katlı ahşap bir binanın tamamına yayılmış durumda. Burada, bir katı açık mutfak olan rahat bir mekan oluşturulmuş. Dekorasyonu, son senelerde pek bir moda olan “aynı ev gibi” tarzında. Manzarası şahane.
Menüdeki sıcak, soğuk, çiğ, füme ve salamura başlıklı tadımlıklar, ana yemeklerle karşılaştırınca, çok daha heyecan verici gözüktüğünden, biz büyük tabaktan vazgeçip bir sürü küçük atıştırmalık söylemeye karar verdik. Rum usulü midyeli pilav, somon çiğ köfte, peynirli kalamar ızgara, ördekli börek ve acı sos.
Önden ekmekler ve zeytinyağı geldi. Hem mısır ekmeği, hem esmer ekmek gerçekten çok lezzetliydi: yumuşaklığı, doygunluğu, tazeliği tam olması gerektiği gibi.
Arkadan ısmarladığımız tadımlıklar geldi hep birlikte.
Somon çiğ köfteden tam olarak somon tadı alınmıyor ama tadı hoş, hele üzerine azıcık limon sıkınca daha da bir hoş. Izgara kalamar lastik gibi değil yumuşak ve peyniriyle uyumlu. Ördek etli börek, özellikle yanındaki nefis acı sosuyla bir lokmalık güzel bir lezzet. Midyeli pilav, bol midye dolu, bol baharatlı ve -bana kalırsa- az limon katkısıyla daha da lezzetli hale gelen ıslak bir pilav. Herşey iyi güzel ama porsiyonlar o kadar küçük ki doymak mümkün değil. En azından biz doyamadık ve bir tabak ana yemek paylaşmaya karar verdik. Menüyü tekrar istedik ve “Jaws yahni” yani köpekbalığı yahnisini seçtik.
İlginç bir şeyler beklerken, güveçte pişmiş sıradan bir balık yahnisi geldi. Balık eti, kendisinden yahni yapılmaması gerektiği kadar kuruydu. Porsiyon yine ufaktı. Hem nicelik hem nitelik olarak daha çok şey beklediğimizden galiba, bu yemeği bir türlü sevemedik.
Yemekten sonra balkonda otururken üşüdük ve içeri girdik. Bir filtre kahve, bir de Irish coffee söyledik. İkisi de birbirinden kötüydü, ısmarladığımıza pişman olduk. Herşey (yemekler, 4 kadeh şarap ve kahveler) için 105 YTL ödedik. Gecenin sonunda tam doyamadığımızından olsa gerek, ödeme sırasında bu rakam bize biraz yüksek geldi. Gerçi şimdi düşününce, manzaralı, içkili ve de hoş tatlarla dolu bir yemek yediğimizi hesaba katarsak, bu kadar da olur deyip geçmek en iyisi gibi.
Kör Agop’ta doğumgünü
Kayhan’ın doğumgünü vesilesiyle gittiğimiz Kör Agop’tan, masadaki kakara kikiri dışında hatırladıklarım: tüm Kumkapı tıklım tıklımken yan meyhanede en fazla iki masada dört müşteri olması, Kör Agop’un tam karşısındaki berberin camındaki “Bakımlı her erkek beğenilir” yazısı, 25 kişilik masanın hesabını üç hatun halletmemiz ve garsonların bundan huzursuz oluşu. Yemeklerden aklımda kalan birşey yok. Belki levreğin yanık oluşu. Fiks menü 45 lira?
Hisar Aile Çay Bahçesi’nde açık büfe
Yelkenliler Küçüksu açıklarında şamadıra dönerlerken, biz de kahvaltı ettik. Bir Cumartesi sabahıydı. Eskiden çok severdim bu Hisar Aile Çay Bahçesi’ni. Ben 12 falanken annemle giderdik, ben boğaza karşı kompozisyon yazardım. Sonra lisede keşfedip, üniversitedeyken de takıldığımız bir köşesi vardı. Yazdım sanki bunu. İki kat arasında, merdivenin solunda, üstünden asma tohumları yağan tek masalık bir girinti. Hem mahfuz hem manzaralı. Bayağı değiştirdiler sonra. O köşeyi kaldırdılar enayi gibi. Vasat bir yer oldu. Bu sefer iyice bozmuştu. Girişinde oturacaksan açık büfe kahvaltı almak zorundasın, yok alakart yiyeceksen üst kata çıkacaksın. Haftasonu Boğaz terörü. Açık büfeden takıldık. Yaaani, öyle bir yerde olabilecek açık büfeye göre daha iyiydi. Hem brunch’laşmamış hem de malta eriği, muz gibi orijinallikler koymuşlar (ay buna orijinal demek zorunda kalmak çok trajik). Ve fakat çay bahçesisin, düzgün demli çay dağıtsan ne olur, niye köpüren makine çayına mahkum ediyorsun insanları? Burada 23 liraya sınırsız yiyeceğime, 30 lira Mangerie’nin kahvaltısına veririm daha iyi.
Ağa Lokantası’nda pişmanlık
Ispanak bu kadar kötü olmasa, Ağa Lokantasındaki bu öğle yemeğini yazmayacaktım aslında. Pişirirken çok karıştırılmaktan bulamaca dönen, tuzu insanın ağzını burkan, yağı damaktan saatlerce geçmeyen bir ıspanak yemeği yedim. Ben seçimimden pişmandım (manda sütünden yapılmış güveçte yoğurt hariç), babamsa halinden gayet mutlu. Önden karalahana sarması ve arkasından da arpa şehriye pilavlı incik yedi. Şehriye pilavı bana kalırsa lapalaşmıştı, ama eti iyiydi.
Toplam 31 YTL.
Denizatı’nda günbatımı
Geçen cuma önce Salacak’ta balıkçıya gidelim diye konuştuk. Ama evlere şenlik cuma trafiğini hatırlayınca anca Kadıköy’e kadar gidebildik, Beşiktaş iskelesinin tepesindeki Denizatı’na razı geldik. 4 kişi -ya da eğlenceye aç gençlik (kısaca EAG) diyelim- Denizatı’nın terasına kurulduk. Bira, rakı, şarap eşliğinde EAG 1 ve 2 için ortaya atıştırma tabağı, her daim aç Ege’yi doyurma programı kapsamında ızgara köfte ve tortellini, EAG 3 için de tavuk schnitzel söyledik.
Tortellini’ye bütün gençler el verdi sağ olsun, hepimiz çok beğendik. Atıştırma tabağı eh işteydi. Izgara köfte yavandı. Schnitzel yağlıydı. Ama muhteşem bir İstanbul manzarasına karşı kadehler tokuşturulur, güneş en güzel renkleriyle batarken kimse hiçbir şeyden çok fazla şikayet edemedi. Püfür püfür mayıs havası ciğerlere dolduruldu, rakının dibi göründü, gece, EAG’lerin yiyip içtiklerini eritmek amacıyla gittikleri Buddha Bar’da devam etti.
Hesap: 4 kişi toplam 104 kafa (1 küçük rakı, 1 kadeh şarap, 1-2 bira, 4 tabak yemek)
EAG 3, burayı denizcilik işletmeleri lokali filan gibi bir şey sanıyormuş. Öyle bir durum yok, rahat rahat gidiniz. Ancak çok gurme bir ortam beklemeyiniz. Manzara şahane, gerisi bahane.