Hanedan’da kırlangıç

Beşiktaş’ta o iskele kalabalığının orada Hanedan. Bir katı balıkçı, bir katı etçi. Pazar akşamı balıkçı katında yedik ailecek. Böyle kocaman bir salon, deniz tarafı baştan başa cam, masalar beyaz beyaz örtülü, duvarlar mermer mermer. Kırlangıç yemeye karar verdiğimiz için mezelerde çok coşmamaya çalıştıysak da bol salatanın yanına kalamar, midye tava ve balık böreği isteyince, üstüne de buğulama kırlangıcın bol kremalı çorbasından içince, kırlangıç çok lezzetli olduğu halde ağır geldi. İkisi kaçtı, üçümüz eve yürüdük de ancak öyle açıldık. Balığı temizleyip her birimize verirken koydukları tabaklara bir de içi beğendi dolu yarımşar domates de koymuşlardı, “höş bir detay” olmuş. Adam başı 70 lira.

Limonotu ve hindistancevizi sütü

Lokal’ de Emek’in doğumgünü için toplandık. Ufacık tefecik sevimli bir yer. Bir tane kocaman ve 4-5 tane de 2-4 kişilik masa var toplamda. Bir adet de hemen masalarla içiçe olan bar mevcut. Ortamda loş ve kırmızı ağırlıklı ışıklandırma var (yanlış anlaşılmasın, pavyon gibi değil) ve bundan dolayı yemeğinizi pek ‘göremeyerek’ yemek durumundasınız ama sadece yemek yemeye gitmemişseniz dert değil.

photo-0083.jpg

Biz kalabalık bir grup olduğumuzdan kocaman masaya rezervasyon yaptırmıştık. Ben gittiğimde millet yemekten önce mojitolarını ısmarlamış keyif yapıyordu. Ben oturduktan kısa bir süre sonra, atıştırma tabağı gibi bir şey ve 4 çeşit sos geldi. Tabakta etli ve sebzeli samosa (yağda kızarmış bir tür Hint böreği) ve de adını hatırlamadığım tavuk etli bir çeşit köfte vardı. Samosa, -Hindistan’da yediyseniz eğer, onun aynısından değil- ama fena da değil; köfte kuru bir şeydi, ben pek sevemedim.

Arkasından eski plak kapaklarının içine yerleştirilmiş menü geldi. Emek yemek seçme işini bana paslayınca, ben ikimiz için de Thai ( “tay” ) yemeği söyledim: beef naman hoy ve de panang red curry beef. Sonradan, ” keşke bunları ısmarlamasaydım” dedim, çünkü içine lemongrass (limonotu) ve coconut milk (hindistancevizi sütü/ kreması) giren Thai yemeklerini daha önce birçok kez deneyip sevememiştim, bu sefer de sevemedim. Ama tam o ısmarlama anında kendimce geçerli nedenlerim vardı: 1-) Emek daha önce hiç Thai yemeği yememişti, o tatsın istedim, 2-) ‘Belki bu kez tutar da severim’ hesabı işin içine girdi, 3-) Thai yemeği seven Aytuğ’un dediklerinin gazına geldim ve de 4-) Aşçıların Thai olduklarını öğrendim ve kafamda şöyle bir mantık gelişti: “bu adamlar kesin Thai yemeğini, burada sunulan diğer ülke yemeklerine (Japon, Hint, Vietnam, vs.) göre daha iyi yapıyordur.” . Ama işte…yine olmadı, yine sevemedim. Oysa menüde Pad thai (soya filizli, taze soğanlı, fıstıklı pek de güzel olabilen kavrulmuş bir tür noodle) vardı, eğer olay illa ki Thai yemeği yemek ise…

Yediklerimizi anlayatım hemen. Beef naman hoy denen şey, sebzeli, istiridye soslu (oyster sauce) ve de acılı Thai usulü et kavurma. Yanında buharda pişmiş yasemin pilavı ile servis ediliyor. Panang red curry denen şey ise bir çeşit et yahnisi, içinde hindistancevizi sütü (kreması mı demeliyim acaba?) ve red curry paste (limonotu, kişniş, sarmısak, zencefil, kimyon, vs..gibi baharatlar içeren biber salçamsı bir şey. bizim için salça neyse Thai lar için de curry paste o demek. bunun yeşili ve sarısı da var) var. Bu yemek de, tabağın ortasında yasemin pilavıyla birlikte geliyor.

Panang red curry, diğer yemeğe göre daha sulu ve hindistancevizi sütü nedeniyle daha ağır bir şey. Beef naman hoy da, -benim limonotu sevmeyişimi bir yana koyarsanız- fena bir yemek değil aslında ama bir olayı yok, yani acılı ve hafif baharatlı sıradan bir et kavurma.

Bunlara ek olarak, hemen yanımda oturan Ali Sami’nin fesleğenli ve fıstıklı bonfilesinden de biraz yedim. Yumuşakcana bir et ama keşke az pişmiş olsaydı dedim. Gerçi tam olarak bilemiyorum Ali Kemal mi böyle istedi yoksa ona sormadan mı eti bu şekilde pişirip getirdiler.

photo-0086.jpg

Yemeklerin arkasından pasta ve tabii ki “gelsin içkiler”. Bu fasıldan, bilindik içkilere ek olarak fındıklı votka aklımda kalmış. Bunu ilk burada tattım. Shut bardağında sunuluyor ve içimi çok hoş bir şey. Beğendim.

Gecenin sonunda hesap kişi başı 80 YTL geldi. Herkes çok içti galiba, çünkü ana yemekler genelde tabak başına 20-25 YTL civarıydı ve ilk başta gelen bir adet atıştırmalık tabağının dışında herkes ya salata ya da bir çeşit ana yemek yemişti- yani yemek parası kişi başına yaklaşık 20-30 arası bir şey tutuyor olmalıydı-. Dolayısıyla, hesap gelince “bu ne?” dedim ama iş işten geçmişti. Çoğunluk sarhoştu, hala dans edip eğleniyorduk ve de en yakınlarımdan birinin doğumgününde tatsızlık çıkarmaya gerek yoktu. Parayı verdim, yutkundum ve de arkadan gelen beleş tekilaları yuvarladım, geçti.


Gar lokantasında krem karamel

gar1.jpg

gar2.jpg

Hala heyecansızım burayı yazmak konusunda ama “ilginç bir yer” ya ve Selçuk yazmayacak ya, onun için yazıp kurtulayım.

Biz aslında Gu Xiang Ren adlı Çin lokantasına gitmeye niyetliydik. Saat 9’da telefon etti Selçuk. Şöyle geçmiş diyalog:

Selçuk: Kaça kadar açıksınız?
Telefonun ucundaki ses: Yarım saate kapanıyoruz.
S: Tamam, biz yarım saate gelmiş oluruz
T: Nereden geliyorsunuz ki?
S: Taksim’den?
T: E, orada Great Hong Kong var, oraya gitsenize.
S: Niye, kardeş kuruluş falan mısınız?
T: Yoo.
S: Eee, niye öneriyorsunuz?
T: Çin yemeği istiyorsunuz ya.
S: Yok, biz sizin oraya gelmek istiyoruz, 15 dakikaya oradayız.

Bile bile lades dedik ve gittik. Tabii ki “telefon bile ettik biraz önce” dememize rağmen “”yok biz kapadık” dedi kapıda teşrifatçı/garson kılıklı bir adam. O saatte Sirkeci’de naapalım, Sirkeci garının içindeki Orient Express/Gar Lokantası’na girdik. İki masa turistten gayrı boş sayılırdı. Kocaman iki salon, ikisinde de çok yüksek tavan. Ortasından aşağı mutfağa inilen, fena kitsch bir çeşme/şelale. Fakat garsonlar gayet profesyonel, tıkır tıkır yapıyorlar işlerini. Aşçı ise iyi bir Bolulu usta. Yemekler çok sıkıcı olmakla beraber düzgündü. Çok riskli birşey olan sebze çorbası yağlıydı ama sebzeliydi de. Zeytinyağlı enginarı, patates kroket mesela. Giray çoban salatasını onayladı mesela. Beğendili kuzu inciği de çoban kavurması da, iç karartıcı bir gar lokantasından beklenmeyecek kadar iyiydi. Krem karameli, fırında sütlacı da “iyi yaparım” diye geçinen yerlerden daha iyiydi.

Özetle, ilginç bir yer peşindeyseniz onu bilemem de, bence burası birkaç günlük kalabalık, mesela akademik toplantıya gelenleri fazla sosyetik olmayan nerede yedirsek diye dert edenlere iyi bir çare olabilir. Bir de yakın gelecekte gar taşınacak, Sirkeci meydanı düzenlenecek falan ya, öyle bir turistik değeri de olur. Çok ucuz değildi ama. Üçümüz, tamam 5 kişilik yedik ama, 135 liraya çıktık.

Tünel Lokantası’nda çeşit çeşit

Cümle alemin akın akın farklı yerler keşfetmeye geldiği Beyoğlu’nda çalışıyor olmanın en kötü tarafı, bi süre sonra yemek işini otomatik pilota bağlamak. Nerdeyse her dakka yeni bir yer açılıyor ya, hepsini takip edebilmek endişesinden / ilüzyonundan kurtuluyorsunuz. “Amaaan, olduğu kadar” deyip en yakın, en garantili 3-4 alternatife yöneliyorsunuz. Ya da en azından biz böyle yapıyoruz. Ama bugün Selin bizi titretip kendimize getirdi: “Hadi şu yeni açılan Tünel Lokantası’na gidelim!” dedi. Biz de açmışız belli ki tekliflere, hemen atladık, 6 kişi tıpış tıpış yola koyulduk. 

Pilav altı spesiyal: 3 kişi bundan yedi. Sebzeli pilavlı, pideli bir döner çeşitlemesi. Bunu yiyenler halinden çok memnundu.
Philadelphia cheese steak baget sandviç: Cheese kısmı zayıf olmakla birlikte bol hardal ve stroganoff etle geldi. Çok orijinal bir şey değil ama güzel.
Nar ekşili tavuk&pilav: Bunu yiyen beğendi ama menüde tarif edilene pek paralel bulmadığını bildirdi.
Köfteli sandviç: “İyiydi ama şahane değildi. Mekan çok güzel de, yemekler orta karar bence.”
Tiramisu: 2 kişi 1 porsiyonu paylaştık. Üstünde çikolata parçaları vardı. Hafifti, güzeldi, beğendik.

tunel1.jpg 

6 kişi, bütün bunlar + 4 ayrana 70 YTL ödedik – Henüz sodexho bağlanmamış, “bir aya anca” dediler.

Çaylar müesseseden.

Leyla’da çorba ve pizza

Meraklılarının bildiği üzre, Leyla artık yükselen trend semt Tünel’de konuşlanmış durumda. Cihangir’i fazlasıyla zorlama bulduğumdan ordaki Leyla’ya ya 1, hadi bilemedin 2 defa gitmişimdir. Şimdi yakınıma gelince, Eren’in tabiriyle “teftişe” gitmek farz oldu! Bu 3 veya 4. gidişimi Yesek’çiler için nakledeceğim:

İş sonrası – Oldies but Goldies öncesi, Can’la yemek yiyelim ve birikmiş dertlerimizi etüd edelim diye gittik Leyla’ya. Alt kat doluydu, üst katta yer bulduk. Önden domuz pastırmalı minestrone, ortaya da 4 peynirli pizza istedik. Bir şişe de DLC Kalecik Karası söyledik. Çorbalardaki domuz ögesi bizi parizyen günlerimize götürdü. Ama sanki kaseler biraz küçüktü. Yani minestrone ki menüdeki en makul fiyatlı çorba (6 YTL), diğerleri 13-15 filan. Birçok yerde ana yemek ısmarlanacak bir paraya çorba içince, insan haliyle daha büyük olmasını bekliyor. Neyse, tadında bir sorun yoktu. Bilahare gelen pizza, ince hamura ve makul büyüklükteydi. 4 peynirini tam olarak çıkaramıyorum şimdi, yalnız 2 tanesi (yani 4 parçası) epeyce tuzluydu. En sona mozzarellalı dilimleri bıraktım ki ağzımda o zehir gibi tuzla bitirmiş olmayayım bu yemeği.

Haa bir de garson biraz hiperaktifti. Sürekli gitti geldi, bir isteğimiz var mı diye sordu da sordu, muhabbeti böldü de böldü. Pizzanın kalanını alsın mı, devam ediyor muyuz diye yanaştığında Can “Ya biz bayılıyoruz soğuk pizzaya!” deyince alındı galiba, zira sonra bir süre görünmedi.

Bütün bunlara ne kadar ödedik tam bilmiyorum, Can hesaba atlayıp itinayla kaçırdı benden. Çorba 6, pizza 15 civarıydı yanılmıyorsam. Şarabı o seçti, fiyatına dair fikrim yok. Sonuç olarak: Yani… Bu “tarz” mekanların samimiyetine inanamıyorum, derdim o. Yoksa iyi kötü her yerde yiyecek bir şeyler buluyor insan.

Modern müzede yemek

Umut Özkanca (Loft’un sahibi ve şefi-idi -kapanmadan-) yönetimindeki İstanbul Modern’in cafesinde hafif bir yemek yedik Mehtap’la. Yer tercihi benden geldi, tercihteki sebep tabii ki meraktı – biraz geç kalmış da olsa.

Mekan, doğru ya doğru, çok hoş. Güzel manzara, güzel müzik, iyi ışıklandırma, yüksek tavan, geniş alan, ortada güzel bir bar, sade olmayan ama çok da abartıya kaçmayan bir dekorasyon. Bir de servis özenli olunca… anlıyoruz ki kesin pahalı bir yemek bizi bekliyor. Ama lezzet henüz soru işareti.

muze1.JPG

Menüde fırında pişmiş ahtapot gördüm, hem de rezeneli ve elmalı imiş, heyecanlandım. Taze bitti dedi garsonumuz, bariz üzüldüm. Izgara kalamar salatasına geçiş yaptım. Mehtap da somon tartare istedi.

muze4.JPG

Siparişi verdikten hemen sonra, çeşitli ekmeklerle dolu bir ekmek sepeti ve içine banmak için aromalı zeytinyağı kasesi geldi. 5 ya da 6 çeşit ekmek vardı galiba. Ucundan koparıp koparıp hepsini denedim. Hepsi soğuktu, birkaç tanesi lezzetliydi, birkaç tanesi yavandı. “Ekmek işte, takılmamak lazım” diyip geçen vardır. Ben ekmek severim ve o takılmayan insanlardan değilim. Hele ki böyle iddialı bir yerde…

muze3.JPG

Benim kalamarım bebek olanından, soya soslu, lezzetli ve yumuşaktı. Izgara kalamarı çoğu yer beceremez ve lastik gibi yapar. Burası bu işi becermiş. Mehtap’ın somonu 3 değişik sosla ve 2 tane kıtır ekmek parçasıyla geldi. Hoş bir sunuma sahip, tadı kararında bir yemekti.

muze2.jpg

Her 2 tabak da başlangıç yemeği olduğundan küçük porsiyonlarda geldi. Tabii ki doymak için değildi. Biz muhabbete daldık, ekmekle ve gevezelikle doyduk.

Ben kapanışı güzel bir Americano ile yaptım. Hesap 54.4 YTL geldi. %20 indirim yapmışlar, neden olduğunu bilmiyorum, faturadaki bu ibareyi sabah gördüm. Somon tartare 24, ızgara kalamar salatası 24, 2 kola 6.5’dan 13, ve americano 7 YTL.


Urban’da beğendili piliç sote

Yok, aslında ben yine ravioli yedim. Ama artık yazmaya utanıyorum. Son dönemde ne zaman dışarda yesem tercihim ya ravioli oluyor, ya makarna, ya mantı… Bi nevi: Ege’nin hamur dönemi.

Dün akşam konuşulacak meseleler o kadar fazlaydı ki çok uzağa gidemedik, Urban’a çöküverdik Müge’mle. O, beğendili piliç sote yedi, ben -yine- domates ve pesto soslu ravioli yedim. Sunum, ebat ve muhteviyat gayet başarılıydı. Piliçler ziyadesiyle iştah açıcı görünüyordu, beğendi tatmin edici yoğunluktaydı, zaten Müge de tabağını silip süpürdü. Benim ravioli -5 taneden fazla olmakla kalmayıp- kalanına ekmek banılası, bol domatesli bir sosla geldi. Üstüne de elma dilim patates istedik – ama bu tamamen bizim hayvanlığımızdan, yoksa insan olan yediklerimizle doyardı.

Bütün bunlar + 5 kadeh kırmızı şarap 60 YTL tuttu galiba. Hesap muhabbetin arasında kaynamış, ikimiz de net hatırlamıyoruz.

Urban uzun süre sadece bar gibi algıladığım, son dönemde yemek olayına girip pişman olmadığım hoş bir yer. Bir nevi expat/erasmus cenneti. Her masada farklı bir dil konuşuluyor, very nice!

Benim Lokantalarım

İki sene kadar önce Eren bana Artun Ünsal‘ın Benim Lokantalarım kitabını vermişti; ben de endeksinden hemen hangilerine gittim, hangilerine gitmedim diye bakmıştım, gitmediklerime de yavaş yavaş gitmeye başlamıştım. Bugün genişletilmiş 4. baskısını verince ben de durum raporu çıkardım:

Balık ve Rakı Sofraları   Gittim mi?
Ahırkapı Balıkçı Sabahattin X
Ahırkapı Karışma Sen Restaurant  
Anadolu Feneri Kaptan’ın Yeri  
Arnavutköy Adem Baba X
Balat Hüseyin’in Yeri  
Balat Sahil  
Bebek Poseidon  
Beşiktaş Ahtapot Restaurant X
Beşiktaş Beşiktaş Balık Lokantası X
Beşiktaş Hasbi X
Beylerbeyi Beylerbeyi İskele Restaurant  
Beyoğlu Refik X
Beyoğlu Saki Restaurant  
Beyoğlu Sofyalı 9 X
Bostancı Hatay Restaurant  
Boyacıköy-Emirgan Çınaraltı X
Cihangir Doğa X
Çemberlitaş Kartal Yuvası  
Çengelköy Çengelköy İskele Restaurant X
Çengelköy Del Mare  
Heybeliada Mavi  
Kadıköy Dicle Balıkevi  
Kandilli Suna’nın Yeri – Kandilli Rıhtım X
Kanlıca Taç Restaurant  
Kanlıca Yakamoz  
Karaköy Karaköy Balık Lokantası  
Kireçburnu Set Balık X
Kuruçeşme Sea House  
Kuzguncuk İsmet Baba X
Küçükyalı Balıkçı  
Küçükyalı Küçükyalı Deniz Yıldızı  
Mimarsinan Balık Osman  
Rumelihisarı Rumeli İskele X
Rumeli Kavağı Ayder  
Sarıyer Mercan  
Şile-Ağva Ağva Liman Lokantası  
Tarabya Kıyı Restaurant  
Tarlabaşı Asır X
Yedikule Safa  
Yeniköy Yeniköy Yelken  
Yeşilköy Balıkçılar  
Yeşilköy Ogün  

Continue reading “Benim Lokantalarım”

Kiki Çay Evi’nde çay ve poğaça keyfi

Aslında burası -adı üstünde- çay evi. Tam olarak bir kafe sayılmaz, restoran hiç değil. Ama ufak çaplı bir yiyecek servisi de mevcut, o bakımdan yazayım dedim. Cumartesi günü Selin’in iddialı tavsiyesi (bol ‘ı’lı “bayılacaksııın!”) üzerine Elif’i buraya çaya götürdüm. Çukurcuma Faikpaşa Caddesi üzerinde (tabi adı cadde madde ama bir karış bir sokak, bilenler bilir) pek minik, sevimli, adı gibi kikirik bir mekan Kiki. Önce hava da güneşli diye dışarda oturalım dedik ama o sakin sokağı bir anda 5 şeritli çevre yoluymuşçasına trafik bastı. İçeri kaçtık.

İçerisi ufak tefek ve sempatik ıvır zıvırla dolu! Çok renkli, çok objeli bir mekan. Paris’in Londra’nın ara sokak kafelerini anımsatan iddiasız ama sıcak bir havası var. Çeşit çeşit çayın yanı sıra kiş, makarna çeşitleri, salata, tatlı-tuzlu ve bir dolu kahvaltılık seçenekleri mevcut. Fiyatlar 5-15 YTL arasında değişiyor. Biz melissa çayı ve rooibos çilek-vanilya çayı içtik, bir porsiyon (2 adet) karışık poğaça yedik. Hepsi 13 YTL. Çaylar çok sempatik ve bir hayli romantik seramik bardaklarda sunuluyor. (Beğendiğiniz çaylardan alıp evinizde de içebilirsiniz, satış yapıyorlar.) Mekanın beyaz kedisi karşınıza geçip gerindikçe sizin de bir köşeye kıvrılıp huzur içinde kestiresiniz geliyor. Çay müdavimleri için adeta cennet, dedikodu yapmak için ideal! Bütün çayları tek tek denemek için tekrar tekrar gitmek farz olacak gibi…

kiki.jpg

www.kiki.com.tr

Musa Ustam Ocakbaşı

musaustam1.jpg

Ben hiç gitmemiştim Musa Ustam’a. Bir nevi bayi toplantısı olan toplantımız bitip de Beyoğlu’na yönelince Bekir’in aklına geldi. Rakıyı da görünce Alper’le memleketi kurtarmaya giriştiler ama biz dört hatun, işin Türkçesi, izin vermedik. Umut’tan bir gömlek yukarı sayılmalı çünkü gördüğünüz üzere masa örtüsü var ve tabaklar metal değil. Yoksa mezesi, muhabbeti aşağı yukarı aynı. Şişleri? Hm, bir daha bir denemek lazım çünkü hem hepsi acıydı hem de Umut’un sebzelisinin mukabili var idiyse de yemedik. Bir gömlek yukarıyı, cüzdan dilinde nasıl diyorlar bilemeyeceğim, Bekir ödedi.
musaustam2.jpg