Fıccın’da çerkez mantısı

Geleneksel Time Out Yeme İçme Ödülleri’nde ev yemekleri kategorisinde görüp de sevindiğim Fıccın, bu yıl kategori birinciliğini Helvetia’ya kaptırdı. Orası da fena halde kabulüm, o yüzden üzülmedim. Yalnız Fıccın bizim ajansa acayip yakın, hatta sağı solu alıp sokağı komple parsellemiş durumda. Bu bakımdan çok berbat havalarda tek seçenek gibi bir şey. Bu öğlen güzel havaya rağmen gitmemizin sebebi ise elbette çerkez mantısıydı. Sadece çarşamba ve cuma günleri çıkıyor. Bunun dışında hergün en az 10-15 çeşit yemek oluyor. Fiyatlar gayet makul, 5-10 YTL arası. Evde yapılmış gibi kızartma köfte-patates, pırasalı tepsi böreği, ayvalı kereviz, mantarlı enginar, çilek veya ayva kompostosu daima lezzetli. Bir de mekana adını veren fıccın var tabi: kıymalı, doygun bir tür börekimsi. Başka çerkez yemekleri de oluyor ara sıra ama çerkez damak tadını yansıtan çok dramatik farklar göremiyorum ben. Bugün yediğimiz mantı da çerkez mutfağına özgü(ymüş), epeyce iri bir mantı. Patateslisini de yapıyorlar ama mantı hamuru içinde patates yemekle ekmek arası dönere patates kızartması koydurmak benim için hala imkansız olduğundan hiç denemedim. 1 porsiyon kıymalı mantı 7,5 YTL. Aklınızda olsun, öğlen ağzına kadar dolar bu Fıccın, proleter değilseniz öğleden az önce veya sonra gidin. Sakin sakin yer, çayınızı içer, bağırıp çağırmak zorunda kalmadan sohbet edersiniz.

(Bu arada orijinal ve %100 çerkez olan bir arkadaş buraya burun kıvırdı, hakkaten çerkez olsalarmış menüde çerkezi “çerkes” diye yazarlarmış. Ben sadece 1/4 oranında çerkezim, o yüzden bir şey diyemedim. Mekanın kasasında duran kadınsa -aynı zamanda ortak da sanırım- kendi ağzıyla “Ben çerkezim” demişti. Arada kaldım.)

Fıccın’ın bir diğer güzelliği ise sabah ve öğleden sonra daima sıcak poğaça ve kurabiyeleri. Hatta sanırım ilk açıldıklarında sadece poğaça/kurabiye yapan o ayakkabı kutusu kadar dükkanları vardı. Cumartesi-pazar italyanca kursuna giderken uğrar kahvaltı ederdik. Sonra bi “yürü ya kulum” durumu oldu belli ki. İyi de oldu. Dereotlu poğaçasını tavsiye ederim (60 kuruş).

Günlük menüyü görmek için: www.ficcin.com

Ara’da antrikot ve ravioli

Dünkü GS-FB maçına epey bilet aradık, bulamayınca TV’ye talim etmek farz oldu. Ama öncesinde elbette yemek yenmeliydi. Tolgahan’la Beyoğlu’nda buluştuk, “E hadi Ara’ya gidelim” dedim, baktım mekanı hiç duymamış. Daha girer girmez çok beğendi, tam karşı masada Ara Güler’i görünce de etimolojik tahminlerinde tongaya bastığını itiraf etti. Meğer cafenin adı ara sokakta diye Ara zannetmişmiş. O antrikot, ben porçini mantarlı ravioli yedik. Servis çok hızlıydı. Antrikot’u iyi pişmiş istemişti ama görebildiğim kadarıyla et yer yer az pişmişti – Gerçi Tolgahan’ın şikayeti yoktu. Benim ravioli lezzetliydi ama içi yeterince içli değildi sanki. Hamur ve krema kısmı ağır basıyordu. Yemekler + ayran + domates suyuna toplam 40 YTL civarı ödedik. Ara menüsünün bana göre favorileri -eğer patlıcan seviyorsanız- Balkan Köfte ve sadece yazları servis edilen enfes keçi peynirli salata. Fiyatlar genel olarak uygun, yemekler hem otoburları hem de etoburları memnun eder nitelikte. Ortamı da sempatik. Daha ne olsun!

Babylon Lounge’ta pazılı levrek

Dün akşam Babylon Lounge’a ikinci gidişim ama ilkinde oturacak yer bulamadığımızdan ilk yemek yiyişimdi. Her iki gidişimin de ana kaynağı, merak olayı tavan yapan arkadaşlarım. Yoksa yemek olarak büyük bir beklenti içinde değildik aslına bakılırsa. Gidince gördük, merak edilecek çok da bir şey yokmuş gerçi. Bana kalırsa, etkileyici bir mekan değil. Müzik ilerleyen saatlerde çok yükseliyor, insanın koşarak kaçası geliyor. Ama “cool” muyuz? Çok “cool” uz. Olay, bu galiba. Her neyse…

Yediklerimizden bahsedeyim…Ben pazıya sarılmış levrek aldım, arkadaşım mozzarella-pesto ve bir şeyli daha bir pizza. Benim yemeğimin iki esprisi vardı. Birincisi, pazıya sarılmış levrek parçaları arasındaki hafif sarmısaklı rendelenmiş havuç ve yemeğe yedirilmiş hoş bir limon aroması. Bu küçük detaylar çok hoşuma gitti. İkincisi, yemeğin porsiyonu çok ufaktı ve ben doymadım. Bu olaydan pek hoşlanmadım. Arkadaşıma gelen pizza kocamandı. Lezzetli miydi bilmiyorum tatmadım ama gözü doyuruyordu, orası kesin.

Yemekten sonra ben yasemin çayı içtim, arkadaşım cognac, cointreau ve kremalı kahve. Benim çayım demlikte geldi ve olması gerektiği gibiydi ama arkadaşımın kahvesi aşırı alkol yüklü olduğundan kahve niyetine içilebilecek cinsten bir şey değildi. Bu içecek, olsa olsa kahve aromalı alkol niyetine içilebilir diye düşünüyorum. İki kolayla beraber hesap 73 YTL. geldi.

Bir daha gider miyim? Hayır.

Mezzaluna’da balkabaklı çorba

Pizzacı bulamadık. İnce olacak, küçük, tek kişilik olacak, güzel olacak. Aklımıza gelmedi hiç. Allah rızası için söyleyin harika pizza yapan yer biliyorsanız. Şık ve kazığına bile razıyım. Artık Levent’e doğru yollanmıştık arabayla. Mezzaluna geldi aklıma bir tek, pizza yapan. Sıkıcı Mezzaluna menüsü beklerken, günlük menüde avokadolu balkabağı çorbası gördüm. Kabağını tatlılığını almak için sanırım domates koymuş, avokadoları da küp küp içine doğramış. Hoşuma gitti. Ama çorbaya da, lazanyaya da, gnocchiye de hissedilir miktarda hint cevizi koymuş ki gereksiz tabii bu kadar tekrar. Pizza? Yedik, yarısı ançuezli yarısı margarita bir tanesi paylaştık üçümüz laf olsun diye.

www.mezzaluna.com.tr

Rejans’ta adbirnaya

Ben artık herşeyi fesat tarafından görüyorum. Rejans kapanıyor haberlerini okuyunca da, artık işlerinin azaldığını, insanları tekrar çekmek için böyle birşey uydurduklarını düşündüm. Emre haberi yazan gazetecilerden biri için, güvenilir olduğunu, bu tür bir marketing gimmick‘e razı olmayacağını söyleyince de bu sefer sözkonusu ev sahibi ile bir danışık dövüşük olayı olabileceğini düşündüm. Bilemiyorum. Belki Zinnur hanım artık pek işin içinde olmadığından öyle düşünüyorumdur. Belki de bu kadar uzun bir geçmişi olan bir lokantanın şu an olduğu yerden çıkmak zorunda kalmasının neden bu kadar önemli bir olay olduğunu anlamadığımdan. Daha önce yangın çıkmış bir ara biliyorsunuz. Bir iki sene kapalı kalmış. Dünyanın sonu mu gelmiş? Hayır. Baylan pastanesi mesela. Beyoğlu’nda başlamış, taşına taşına, şube aça aça şimdi Kadıköy’deki yerine gelmiş. Evet, vah vah yok olan nostaljisi kurulası birşeyler de var, bal gibi devam eden bir gelenek de. Bence Rejans taşınsa, yeni gıcır bir yer açsa da, niyet olduktan sonra, geleneği her yere taşır.

Ama bütün bunlar Rejans’a gitmek için engel değil tabii. Emre bir on yıldır falan gitmemişmiş, iyi bahane olmuş. Perşembe akşamıydı galiba ve 3-5 masa doluydu. Şansımıza bize daha sempatik olan garson geldi. Menü biraz kısalmış gibi geldi. En azından sayfa sayısı. Güzel yemek yiyip muhabbet ettik sonuçta ama birşeyler eksikti. Belki limonlu votka!

Yediklerimizin fiyatlarını not etmişim o akşam. Paylaşayım: 33 malzemeli salata, vitamin salatası gibi bir adı var (16 lira), piroşki, bizde olduğu gibi hamurdan değil de galetada kızartılan krep içinde (10 lira), pate, daha az (!) sempatik garsonun dediğine göre kendi çeyizinden olan ördek kafası şeklindeki tabakta (9 lira), oliviye, yani bizim Rus salatası dediğimiz şey (9 lira), DLC kalecik karası (58 lira), şatobriyan, iki kişilik, patates, sebze ve iki sos ile servis edilen (68 lira), domuz pirzolası ıspanak, soğanlı patates rendesi ve elma püresi ile (35 lira), adbirnaya jambon ve peynire sarılı, pane biftek (35 lira). Toplamda 280 lira. Bence tuzlu.

Tarihi Merkez Efendi’den spesyal ızgara köfte

Paket aldığım için servis kalitesinden falan bahsetmeyeceğim. Ama gayet sıradan olan hiç de “spesyal” tarafını göremediğim köfte, tekirdağ köftesine daha çok benziyor. Sosla çamur haline getirilmiş pide sayesinde köfteyi değidirmeden yemeye çalıştım. Köfte güzeldi ama sunum ve pide biran önce yiyerek, keyfini çıkarmaya engel oldu. Gene de çok haksızlık etmek istemem belki de tabakta servis edilse sos pideye bu kadar geçmeyecek daha lezzetli ve yenebilir bir kıvamda masaya gelecekti.

Köfte+cola=11.5-YTL

Tokyo’da yine kabocha

Amazing Lives of the Fast Food Grifters filmine gittik. İkinci dünya savaşından itibaren, Japonya’da noodle shop‘lara daha sonra hamburgercilere falan gidip bir katakulliyle yemeklerini beleşe yiyenlerin hikayesini anlatıyor. Her birinin ayrı bir felsefesi var, her biri aslında sisteme meydan okuyor falan filan. Seyretmektense kitabını okumak daha ilginç olur bence. Kısa vadede filmin bize tek yararı güzel bir udon yemeye heveslendirmesi oldu. Tam da kar başlamış. Ben de, Emel de curry udon yedik. Atilla’nın ne yediğini hatırlayamadım. Emel kendininkine acı biber ekledi ki, filmde bunu aslında hakaret gibi birşey olduğuna, tatsız ucuz yemeği çekilir kılacak birşey olduğuna dair bir bölüm vardı. Güldük duruma. Sonrasında da film öncesinde içirmedikleri kahvenin yanına kabocha yemeye kandırdım. “Bildiğimiz kabak tatlısı gibi ama değil” dedim. Tadınca hak verdiler.

www.tokyo-restaurant.com

L’Entrecote de Paris’de kremalı ıspanak

Aslında yazmayacaktım ama tüm hikaye o kadar eğlenceli ki sizleri mahrum etmeyeyim dedim. Efendim, Cuma akşamı City’s’de L’Entrecote de Paris’ye gittik. Herkes bir etler yedi, kimse kendinden geçmedi. Şarap, geyik derken fazla lafı da edilmedi. Ama şimdi internette araştırdıkça görüyorum ki zaten hikaye çok karışık.

Hikaye Fransız usulü yanında patates kızartmasıyla servis edilen antrikota konan sos hakkında. Steak ve patates kızartması, yani steak et frites daha harcıalem birşey ama Cafe de Paris adı da verilen sos işin içine girince işler değişiyor. Sadece bu meşhur soslu antrikotu sunan, menüsünde başka birşey olmayan birkaç lokanta/lokanta zinciri var. Le Relais de Venice, Le Relais de L’Entrecote, Restaurants L’Entrecote, L’Entrecote Cafe de Paris ve benzeri. Sultanahmet köftecileri gibi yni. Benim bildiğim, orijinalinin Paris’teki Le Relais de Venice olduğu. Yunus’un yalancısıyım daha doğrusu. Sahibi mekanı devraldığında duvardaki Venedik manzaralarına (yukarıdakiler) kıyamamış, olduğu gibi bırakmış ve adını Le Relais de Venice koymuş. Ben şahsen bizzat burada yedim. Önünde kuyrukta biz de bekledik. Mekan kalabalık ve gürültülü; garson hanımlar suratsız ama seriydi. Et ve patates aklımda kaldı ama sos bambaşka birşeydi. Belli ki bol tereyağlı, tahminen hardallı ve taze otlu yeşil bir sos. Cahil cesaretiyle sosta neler olduğunu sordum ama meğer Coca-Cola gibi aile sırrıymış. Hatta geçen yıl biri Le Monde’da sosun tarifini kendi denemeleriyle çözdüğünü iddia etmiş de sahibesi hemen The Independent muhabirine “ne münasebet canım, o tarifin sosumuzla alakası yok” diye beyanat vermiş (ya ne diyebilirdi ki?). Her halükarda orada bir sos var ve çakmasına Cafe de Paris sosu deniyor. Bu sosun aşure kadar çok sayıda farklı yapılış biçimi var anlaşılan.

Gelelim City’s’dekine. Internette yazılanlardan anladığım kadarıyla, bu ya Paris’te L’Entrecote de Paris adlı bir tanesinin şubesi ya da esası Cenevre’de olan L’Entrecote Cafe de Paris adındakinin. Haberler/röportajlar daha çok lokanta açılmadan yapılmış (mesela şu, şu ve şu). Birinde L’Entrecote Cafe de Paris diye geçiyor, birinde L’Entrecote de Paris diye geçiyor. Birinde sos merkezden gönderiliyor diyorlar, birinde kendileri burada yapıyor diyorlar, birinde içinde 49, birinde 200’ün üzerinde baharat var diyorlar. Bi ikna olmadım yani. Bi ‘kral çıplak!’ diye bağırasım geldi ama dayanağım yok (sosun birşeye benzememesi dışında).

Önden cevizli salata, sonra meşhuuur soslu antrikot ve patates kızartmasından oluşan L’Entrecote menü 50 lira, T-Bone, kuzu pirzola gibi ana yemekler 25-40 lira, yanına kremalı ıspanak 6 lira.

Sade Kahve’de menemen

Sade Kahve’nin içeride de oturacak bayağı yeri varmış. Dışarıda masa beklemek yerine Emi ve Emel’le oturduk içeride, saatlerce muhabbet ettik. Kahvaltı da yine çok iyiydi. Kahvaltı tabağı, simit ve ekmekler, çiğ börek, birer menemen.  Menemen ki çok göreceli birşeydir, üçümüz de beğendik. Servis inanılmaz hızlıydı. Bir tek simit tostumuzu bir türlü getiremeyip sonunda simit bitti dediler, üzüldük. Adam başı 30 liraya geldi sanki.