Arka Bahçe’de omlet

arkabahce1.jpg

Sabah evden çıkıyorsun, yolda şu ofise varınca bir iki telefon edeyim de iş halledeyim diyorsun, gözünü kapıyorsun, açıyorsun: Akşam olmuş. Pazar sabahı kahvaltı ediyorsun, gözünü kapıyorsun, açıyorsun: bir hafta geçmiş, yine Pazar olmuş. Eylül başında bu sefer arkadaşımın doğumgünü kaçırmayacağım, mutlaka arayacağım diyorsun, gözünü kapıyorsun, açıyorsun: Ekim olmuş. Arka Bahçe’nin popülerliği bitsin de bize kalsın diye bekliyorsun, gözünü kapıyorsun, açıyorsun: On yıl olmuş. (Bu vesileyle yurdum blogu’mun adını buldum: this charcoal fire, Shiki’nin bir haikusundan: This charcoal fire–/Our years fall away/in just that fashion“).

Bu Pazar sabah kahvaltısı yazının ana fikri de, dolayısıyla, gözümü açtığım nadir anlardan biri olması herhalde. Gün ve Christina (sp?) ile buluşmak için tek teklifimdi Arka Bahçe ve tutturdum. Kahvaltıyı üstteki fotoğraf yeterince tasvir ediyor diye umuyorum. Çok sakin, yemyeşil ve huzurluydu. Onu da aşağıdaki fotoğraf anlatsın istiyordum ama yeterince iyi değil. En azından, öğlen saat yarım gibi gelip en az iki saat oturduğumuz yerin sakin ve gizli saklı kalışı karşısındaki şaşkınlığımı ve muhabbetin aldığım zevki anlatmıyor.

arkabahce2.jpg

Kapananlar II

Yıldız’daki Canım Ciğerim kapanmışmış, niye söylemiyorsunuz? Hatta yerinde yeller esiyor.

Bebek’teki Trattoria di Palma kapanmış. Biri Google’da arama yapmış dün, onun için söylüyorum. Yoksa çok şaştım ve üzüldüm mü? Hayır. Yerine yine bir kafe mafe açılmış.

Bir de Ramazan’ı fırsat bilip tadilatta olan tonla yer var. Ama onları saymasam olur herhalde. Tek aklımda kalan Gayrettepe’deki Durak Büfe çünkü bayağı bir büyüyecek belli ki.

Sultanahmet Köftecisi’nde mercimek çorbası

Şimdi Sultanahmet Köftecisi’nin, zincir olanının, halkla ilişkilerinden falan resmi cevap falan gelir ama umrumda değil. Hani piyazi bozmayı anlıyorum. Piyaz kimsenin tapulu malı değil, devir değiştikçe o da değişebilir, olabilir. Ama mercimek çorbasını bozmak marifet ister. Bana sorarsanız su, tuz ve mercimek yeter. Kendi başına yeterince lezzetli birşey zaten. Patatesmiş, havuçmuş, unmuş, baharatmış, yalan bunlar ama onlar da bir dereceye kadar kabul edilebilir. Ama sentetik bulyon koymanın nasıl bir mantığı var? Bu snobca bir soru değil, düz ticari bir soru. Hem maliyet arttırıp tadını bozmanın nasıl bir açıklaması var?

Dans gösterisine yürürken, “nolur çorbayı unutturacak kadar iyi olsun” diye geçirdim içinden ama pek ihtimal de vermiyordum. Çorba değil dans hakkında bir blog’um olsun isteyecek kadar iyiydi: adı aKabı.

Çorba ve piyaz 5 lira.

Leyla’da fusilli

Arada Edith Piaf’ın haline üzülmektense, nerede yiyeceğimizi bilemediğimize üzüldük ama sinemadan çıktığımız anda sorun çözüldü. Kaktüs’ün önünden geçtik ve çok dolu değildi. Annem “hani enteller burada takılıyorlardı?” diye sordu. Ben de “artık Leyla’dalar onlar” dedim. Voila! Taşınmış ya, zaten teftiş etmek gerek. Ben bir beğenemedim yeni halini. Kaffehaus’ken de yüksek tavanlı ve soğuk duvarlıydı ama ne Kaffehaus ne Leyla havası, ne deve ne kuş. Menüyü henüz sabitlememişler sanki çünkü basılı değildi. Ama eskisine çok yakın. Kırmızı biber çorbası içtim ve beğendim. Domates ve mantarlı fusilli yedim ve annem “evde makarna yapsan bunun gibi olur işte” dedi. Annem ossobuco yedi ve ben sinirli yerine denk geldim annem yağlı. buldu. Garson yanına haşlanmış patatesi bir türlü getiremedi ama sempatikti.

Şimdi’de çorba

Şimdi’de yine gayet güzel olan ıspanaklı çorba yazısının özeti şu: Laden, Rana, ben İstiklal’i bir uçtan bir uca kat edip oturup kahve içecek yer bulamazken, ‘yine kendimizi Şimdi’de mi bulacağız yani’ diye fıldır fıldır oturulası bir yer ararken, Starbucks ve Gloria Jeans ve Özsüt ve Roberts ve açılacak olan Schiller Chiemsee ve benzerleri bize bağırıyordu ‘bize oturun’ diye. Sahi, Kahve Dünyası niye yok İstiklal’de?

İmran’ın Musafir’i

Kandırdı Eren bizi, hadi Musafir’e gidelim diye. Giray da ben de çoktandır Hintli yemediğimiz için tıpış tıpış tuttuk yolunu. Sonra yol üzerindeyken anladık hanfendinin gelmeyeceğini. Tabii ki Giray hemen beni alternatif fikirlerle acaba yoldan çıkarabilir miyim gibilerinden vazcaydırmaya çalıştı: falafel mi yesek yoksa?

Gittik oturduk, falafel kaldı başka akşama. Menü yenilenmiş, hem yeni yemekler var, hem de baskısı, şekli şemalıyle yepyeni. Fiyatları da yepyeni! Masalar alınmış, onlar da geliyormuş yepyeni. Keema samosa, chicken tikka masala, lamb palak, sade briyani, Kashmir usulu üzümlü naan ve arkasından frini ve gajar ka halwa yedik. Yemeğin sonuna doğru İmran katıldı sohbetimize, aşçısı için gereken çalışma izninin ne kadar zor aldığını, içki ruhsatı için nasıl uğraştığını filan anlattı. Sonra onun sevdiği yemekler hakkında konuştuk: Meğersem falafel yemiş akşam yemeği olarak!

İmran yokken aslında Musafir’in hangi kesime hitap etmeye çalıştığını tartıştık; alternatiflerinin nereler olduğunu konuştuk. Musafir kendini piyasada doğru şekilde konumlandırıyor muydu? Siz de verin 68 tl, siz de fikir sahibi olun derim ben!

Miss Pizza’da kapari meyvesi

Somonlu salatada kapari yerine kapari meyvesi vardı. Kapari meyvesi (frenkçe caperberry) kaparinin saplı, kocaman, tohuma kaçmışı. Kapari gibi turşulanmış. Ben ki turşu sevmem, çerez gibi yiyebiliyorum. Kapariden kapari meyvesine geçiş için gereken, nedense birçok insana devasa gibi gelen psikolojik, toplumsal ve/ya ticari engeli aşan Miss Pizza ‘cılara tebrikler ve teşekkürler.

Ançuezli ve kekikli Napoliten’den, Don Pietro’da Roma adını verdikleri jambonlu mantarlıdan ve sanırım Fiorentina adını verdikleri gorgonzola ve cevizli olup üstü kırmızı salatalardan biriyle kaplı pizzadan yedik. En sadesi yani Napoliten en güzeliydi bence.

misspizza.jpg

Dener Reis’ten lüfer ve palamut

sile2.jpg

Aslında 13 ve 16 Eylül’de katmerli gidildiğinden hangisini yazsam diye düşünüyorum. En iyisi ortaya karışık olsun. 13 ündeki ekip, Gönül hoca, ben, Ödül ve Kadir hocalar sonradan eklenerek Cem. Açlık tavana vurmuştu ama Kadir hoca niyetli olduğundan nezaketen kendisini bekleyerek Ödül hocanın tavsiyesi ile Şile’de masum bir tekne lokanta olan Dener Reis’e gittik. Israr kıyamet çingene palamudu sormamıza rağmen maalesef niyetimiz gerçekleşemedi. Ben lüfer istedim, gayet de memnun kaldım. Ancak Kadir hoca lüfer ve yarım palamut istemişti, palamudu daha çok sevmiş. Totalde herkes memnun kaldı 4 kişi 75-YTL şaka gibi.

Giray ve Selçuk sürpriz yaptılar Eren’i de Şile’de yakalayarak sempozyumun son demlerine iştirak ettiler. Yemek, özellikle de balık denince Şile’ye gidelim gene Dener Reis’e gidelim dedik. Üç aşağı beş yukarı yemekler aynı ancak herkesin salata sevdası kabardığından mıdır nedir sanırım emin değilim 4 tabak salata geldi ortaya. Bu sefer 5 kişi 120-ytl gene şaka gibi. Sıcak, sevimli, denizin ortasında üstelik ucuza balık yiyelim diyosanız önerilir.

sile1.jpg

Kavala Park’ta Fiks Menü

Söylemese de Eren, bu parkı yazma görevini bana bırakmış gibi. Şile’de nefis fener ve Karadeniz manzarasına sahip bir park ve içinde bistrosu ve restoranıyla harika bir mekan. İşletmecisi Çiğdem Hanımla uzun pazarlıklar sonucu 50-YTL ye anlaştığımız fiks menünün detayları şöyle; çipura, biber dolma, patlıcan salata, beyaz peynir, kavun ve haydariden oluşan ordövr tabağı, paçanga böreği, salata ve meyva. Alkollü-alkolsüz 3 bardak içki. Klasik bir mönü yani anlayacağınız. Burayı farklı kılan manzarası.

Uçurumun tepesinden denize nazır şık bir mekan. Yemekler gayet güzel, servis biraz ağır, masa süsleme fena değil (üstündeki çerçöpten peçetem neredeydi, çatalım nereye kayboldu diyebiliyorsunuz).

Herşeye rağmen lezzetli ve keyifli bir akşam.

www.kavalapark.com