Sabah evden çıkıyorsun, yolda şu ofise varınca bir iki telefon edeyim de iş halledeyim diyorsun, gözünü kapıyorsun, açıyorsun: Akşam olmuş. Pazar sabahı kahvaltı ediyorsun, gözünü kapıyorsun, açıyorsun: bir hafta geçmiş, yine Pazar olmuş. Eylül başında bu sefer arkadaşımın doğumgünü kaçırmayacağım, mutlaka arayacağım diyorsun, gözünü kapıyorsun, açıyorsun: Ekim olmuş. Arka Bahçe’nin popülerliği bitsin de bize kalsın diye bekliyorsun, gözünü kapıyorsun, açıyorsun: On yıl olmuş. (Bu vesileyle yurdum blogu’mun adını buldum: this charcoal fire, Shiki’nin bir haikusundan: This charcoal fire–/Our years fall away/in just that fashion“).
Bu Pazar sabah kahvaltısı yazının ana fikri de, dolayısıyla, gözümü açtığım nadir anlardan biri olması herhalde. Gün ve Christina (sp?) ile buluşmak için tek teklifimdi Arka Bahçe ve tutturdum. Kahvaltıyı üstteki fotoğraf yeterince tasvir ediyor diye umuyorum. Çok sakin, yemyeşil ve huzurluydu. Onu da aşağıdaki fotoğraf anlatsın istiyordum ama yeterince iyi değil. En azından, öğlen saat yarım gibi gelip en az iki saat oturduğumuz yerin sakin ve gizli saklı kalışı karşısındaki şaşkınlığımı ve muhabbetin aldığım zevki anlatmıyor.