Porte’de ızgara lüfer

Cihangir raporu vereyim. Herkes yeni açılmış yerleri yazmaya bayılıyor da, bu yeni yerlerin tutup tutmadığını, kapanan yerleri yazan yok. Kasım ayı, soğuk bir Perşembe akşamı saat 7-7:30 gibi. Dekorunu yenilemiş olan Rafineri’de birkaç masa dolu. Entel çaycılar iş yapıyor. Soos’un yerine açılan köftecide de bir iki masa dolu ama daha dolu olmalıydı bence. Kahvedan tutmuş, bayağı dolu. Leyla da dolu, belli ki daha da dolacak. O binadaki otelin tepesini tutturana kadar uğraşacaklar bence. “Leyla’nın kardeşi Ela”, her ne kadar bar olsa da tapas‘la ve o manzarayla bomboş olması hayra alamet değil. Smyrna hıncahınç dolu, bize yer yok. Porte’de bir masa dolu. Miss Pizza’nın dolu, Cuppa’nın boş olduğunu tahmin ediyorum. Yeni çorbacıyı bilemiyorum. Hissiyatım o şekilde.

Oturduk Porte’ye. Sonradan biraz daha doldu. Menüyü değiştirip, daha bir, hm, ne diyelim, genişletmişler. Ben günlük menüdeki ızgara lüferi aldım, Zeynep de körili tavuk. Düzgün bir akşam yemeği oldu. Lüfer 20,5 lira.

Ta Nchia’da ızgara ahtapot

Asmalımescit’te annemin de beğeneceği bir yer ararken, Pars nedense kapalı olduğu için Ta Nchia’ya girdik. Girişte canlı müziğin çalınacağı yerde oturmadık diye bir kıl oldular bize. Aşağıdaki salon bomboştu, bizden sonra gelen de olmadı. Bir ara popülerlikten yıkılıyordu hani burası? Bu İstanbullunun yeni aşkı bambaşka birşey.

Bize hemen bamya turşusu, zeytin, shot bardağında rakılı/uzolu bir kokteyl ikram ettiler. Menüde bir iki ilginç şey dışında bilindik mezeler ve bilindik ana yemekler vardı. Sadece meze ısmarladık. İçki istemedik. Ona da bir hafif bozuldular. Önce soğuklar geldi: Yunan salatası (beyaz peynirli iri doğranmış çoban salatası), taramasalata, skordalia (sarmısaklı soğuk patates püresi), ahtapot salatası. Ardından sırayla gelen sıcaklar gittikçe güzelleşti: patlıcanlı börek (muska böreği şeklinde), haşlanmış sebze salatası, ahtapot ızgara (yanmış ama kurumamış, harika), kalamar dolması (peynir ve otlu) ve asma yaprağında levrek (o da çok iyi). Genelde onu yedim, bunu yedim diye yazmaktan ben de bayıyorum çünkü beni heyecanlandıran iyi veya ilginç birşeyleri çok nadir yiyorum. Hal böyle olunca anlattılarım biraz yavan oluyor. Ahtapot ızgara da, asma yaprağında levrek de heyecanlanmaya değecek şeylerdi. Gönül ister ki buraya gel, sadece onları ye, yanına bir şey iç git. Okan Bayülgen sadece deniz mahsüllü risotto yemek için Mezzaluna’ya gidiyormuş mesela. Ama ben ya onun kadar sürtük değilim ya da dışarıda yenen, o kadar favorim olan yemek yok (bu ciddi bir konu aslında, varsa düşünüp hatırlamam lazım). Siz yine de benim ipimle kuyuya inmeyin, belki oranın abuk bir günüydü, belki başka gün kalabalık ve gürültülü ve kötü servisli oluyordur. Dondurmalı irmik helvasını ısmarlamak hiç gerekmiyordu bence, çok birşeye benzemiyordu. 4 kişi 128 lira.

Jong Hwa’da suşi

Giray’ın ne yediğini yazmaya gerek yok. Menüye de bakmasına gerek yoktu çünkü her çin lokantasındaki gibi acılı ekşili çorba, çin böreği ve çıtır ördek yedi. Jong Hwa bir süredir suşi de yapmaya başlamıştı. Daha fazla iş yapmayı umarak herhalde. Ben ton, somon ve california maki içeren bir set menü aldım. Suşisi düzgün ve fiyatı makul. Düzenli olarak gelmemize rağmen yeterince sık gelmediğimizden bizi hala tanımayan, sempatik ve sempatik aksanlı sahibi, eve de sipariş edelim diye menüler verdi ve suşiyi Japonya’dan gelen malzemeyle yaptığımı anlattı. Telefonla sık sipariş alıyorlar ama yine de ben pek anlamıyorum buranın az iş yapmasını. 63,3 lira.

(Bu arada artık suşi diye yazacağım, sushi değil. Türkçe’ye hoşgeldin.)

Otto’da anne çorbası

Yesek’e “otto pizza” diye arama yapıp gelen çok olduğu için yazıyorum şimdi burayı. Tam olarak nesini merak ediyorsanız, biraz daha yazıp biraz daha merakınızı giderebilirim belki diye. Balık pazarından balık alıp evde pişirecektik sözde ama Ece Otto’yu önerince hemen kanıverdik. Asmalımescit sokakları bomboş, masalar kalkmış. Ama hava dışarıda oturulabilecek kadar sıcak olduğundan dışarı masa koydurttuk. Sloganları “good food, good music” ama ben içeride müziğin kafamızı şişirmediğine memnunum. Önce çorbalar içtik. Mercimek çorbası ve anne çorbası. Menüde anne çorbasında buğday, nohut, mantı, yoğurt ve nane var yazmışlar. Mantı haricindekiler var, bir de salça da var ve bol malzemeli güzel, doyuran bir çorba. İşin ilginci içeride shot bardaklarına koyup veriyorlardı müşterilere. Tattırmak içindi herhalde. Yoksa bence neresinden kasarsan kas trendy birşey olamaz shot bardağında çorba. Çorbalar sayesinde tek bir pizzayı paylaştık, yetti. Geçen sefer pizzayı çok beğenmediğimi yazmıştım ama bu sefer daha iyiydi. Hamurunu mu düzeltmişler, yuvarlak hamur açmayı mı öğrenmişler, pizza ustasını mı değiştirmişler bilemem. Tulum, ceviz, nar ekşisi ve rokalı. Fazla tuzlu da değildi. İçerisi hızla doldu ama Otto mitini yaratan türden bir ortam değildi bence. Tabii İstanbul’da bu tür sosyal görevlerin bir takvimi var. Otto’ya şu gün şu saatte gidilir, o zaman iyidir, öncesinde şuraya, sonrasında şuraya gibi bir takvim ama ben bilemiyorum ve galiba yine “otto pizza” arayanların asıl merakını gideremiyorum. Tulumlu pizza 15 lira.

Num Num’da ananas salsalı ızgara tavuk

İstanbul Yiyecek İçecek’e bir torba laf edip iki gün sonra Num Num’a gitmek biraz lahana turşusu oluyor farkındayım ama sirk çıkışında en yakın orası vardı. Izgara tavuğa talim edenlerin hayatını renklendirmek üzere hafif acılı ananas salsa koymuşlar ki ben bilirsiniz hemen takdir ediveririm yaratıcılığı. Yine de yükselteyim beklentiyi: cennet elmasından salsa isterük. Tavuğun yanındaki fırınlanmış biberiyeli sebzeler iyiydi. Izgara tavuk 12,5 lira.

Konyalı’da kuzu incik

Giray’ın doğumgününü kutlamak için Konyalı’yı önerirken kendimi düşündüysem namerdim! Hani şu Kanyon’dakilerin en şık olarak, Konyalı’nın yeniden doğuşu olarak nitelenen lokanta. Aperatif için menü istediğimizde garson kızın yemek menüsü getirince önce bir eyvah dedik ama sonrasında güzel toparladılar. Gayet şık, güzel bir ortam, servis ve, ne deniyordu, hah, sunum da güzel. Üstüne üstlük kanunla çalınan canlı müzik var ama kanuna gitar eşlik ediyor ve sürekli yabancı asansör müzikleri çalıyorlar (ör. Till there was you).

Yemekler beklediğim kadar iyi değildi. Favanın enginardan yapılmışı şeklinde tarif edilebilecek enginar pilaki çok güzeldi. İçi ıspanaklı, üstü cevizli kocaman mantı şeklinde tarif edilebilecek puruhiyi de beğendik aslında. Düğün çorbası diye bildiğimiz, menüdeki adıyla kuzu gerdan çorbasını da becermişler. Üstü çıtır çıtır olan su böreği çok iyiydi bence, yediklerimizin en iyisi oydu. Ana yemekler biraz daha heyecansızdı. Ben ‘keşkekli’ sözcüğünün sihrine kapılıp kuzu incik aldım. Diğerleri de adında kuzu geçen ama mevsim nedeniyle aslında koyundan olan yemekler aldılar ve tabii ki takas yaptık. Kötü değildi hiçbiri ama şimdi aklımda kalan tat oldu dersem yalan olur. Tatlıları ise ısmarlamamalıydık çünkü pek beğenmedik. Menüde aklımızda kalan şeyler oldu tabii. Mesela kuru fasulye, islim kebabı, portakallı baklava. Bir bahane daha bulurum inşallah bir ara.

Açıldığında köşekadıları tantana yapmış ama pahalı demişlerdi buraya. Pahalı olduğu doğru ama başka şık yerlerden daha fazla değil. Daha doğrusu, nasılsa kazıklanacaksak yemeği, ortamı, servisi düzgün bir yerde olsun. Açıldığında porsiyonu 28 lira olduğu yazılan döner 23 liraydı. Enginar pilaki 9, kuzu incik 26 lira. Bir sonraki gün Abdi İpekçi’deki Leea’da kuzu inciğin fiyatının 31 lira olduğunu, 12 liranın altında başlangıç yemeği olmadığını gördüm. Hani yani rahat kıyaslayabilin diye yazıyorum.

Erkeklerin hayran olduğumuz ya bir ya sıfır mantığıyla, bence Konyalı bir.

www.konyalilokantasi.com

Lokanta’da orkinos au poivre

Daha giderken bu adamın lokantalarının Lokanta, Num Num, Mikla, Erguvan şeklinde tüm İstanbul’da pıtırdamasına kıl olduğumu düşünüyordum. Birkaç mutfak birden işletmemesi gerektiğini düşündüğümden veya yeni dünya düzeninin bu tür zincir olduğunun farkında olmadığımdan değil, bu adamın altından kalkamayacak olduğunu düşündüğümden. Önce adaşım Eren’in farkedip verip veriştirdiği üzre, servis kötüydü. Başlangıçlar neyse de ana altısı pizza olan 8 ana yemek farklı farklı zamanlarda ve siparişten bir saat sonra geldi. Pizzaların farklı zamanlarda gelmesinin sebebi sırf bu pizza olayı için yapılmış taş fırının kapasitesinin 2 (yazı ile iki) pizza kapasitesinde olmasıymış. Mekan dolu olunca ne oluyor acaba? Daha sonra müdavim Fazıl’ın verdiği insider info‘ya göre, kötü servisle ilgili iki rivayet varmış. Biri iyi adamların diğer mekanlara gitmiş olmasıymış–ki altından kalkamamak dediğim bu işte. Diğeri de çalışanların şirket içinde şirket kurmaları gibi birşeymiş.

Soğan çorbasının çorba kısmı güzeldi ama hem kasenin üst yarısını kaplayan ekmek tüm suyunu emmişti hem de yemesi çok zordu. Kırmızı biberli kıpkırmızı çorba daha başarılı göründü. Pizzalardan birini tattım. Fazla kıtır şekilsiz halleriyle Num Num’dakilerden pek farkları yoktu–daha alengirli malzemeleri dışında. Benim değişik birşey olsun diye dayanamayıp aldığım orkinos au poivre hakikaten çok çok az pişirilmişti ama au poivre‘ın dışı bol karabiber taneli anlamına geleceğini hesaplayamadım. Koca tabak içinde minicik birşey gelince herkes bir üzüldü halime ama yanındaki fırında kremalı patates de güzeldi ve doyurdu. Bence en başarılı ve fiyakalısı, Çağan’ın aldığı çikolatalı petit pot idi. Tahtanın ortasında adı üstünde küçücük bir kasede neredeyse çikolata kıvamındaki tatlı, dört köşesinde biri konyaklı olan parmak boyunda kurabiyeler. Bir tek konyaklısının tadına baktım. Yemeğin sonunda ya gönlümüzü almak için ya da orada kalıp da içmeye karar verelim diye birer shot fındıklı votka ikram ettiler ama kalmadık. Ben genelde menüyü ilginç buldum. Makarna, pizza, et dışında fransevi bir iki ilginçlik koymuş ve tekrar gelip denemek isterim ama servisini unutmam gerek önce. Diğer mekanlarını şereflendirmek de mümkün. Soğan çorbası 12, pizzalar 12-20, orkinos 29, petit pot 12 liraydı.

www.istanbulyi.com

Maci’de sakızlı muhallebi

Maci’ye de çok gidip az yazıyorum ama bu sefer sakızlı muhallebi şerefine yazayım. İşten gittiğimiz zaman genelde tatlı istemiyoruz ve bize minicik kaselerde sakızlı muhallebi ikram ediyorlar. Meyvalı sosu ve nane yaprağını eksik etmeden. Bu sefer de Seha’yla gidince somonlar yedikten sonra tatlı yesek mi diye fazla düşünmeden hemen şımarmaya karar verdik. Seha’ya sakızlı muhallebiyi hararetle tavsiye ettim, o da çok beğendi. Benim de şimdiye kadar yediğim en güzel sakızlı muhallebi. Hamileye güzel tatlı yedirmek sevaptır diye düşündüm. Zaten az yiyorsa güzelini yesin bari.

Amma çok yerde yemek yiyor

Dün bütün gün blog önümde açıktı ve bir tek cümle yazamadım. Çünkü Emin’in bir arkadaşı onun blogundan linki takip edip Yesek’i okumuş, “o kız amma çok yerde yemek yiyor” demiş. Doğruluk payı var tabii çünkü son yazdığımdan beri bir sabah Çerkezo’da bir sandviç yedim, Cuma akşamı Udonya’da gyoza ve başka şeyler ve ardından Gezi Pastanesi’nde pasta yedik, spordan çıktığımda All Sports Cafe’de borgia içtim, lise arkadaşlarımla sosyalleşirken Bümed’de domates çorbası içtim. Hafta içi öğlen Manolya’da yemeleri saymıyorum bile. Ama hesabıma göre başkalarından çok daha sık dışarıda yemiyorum. Pazartesi-Cuma ofis işi olan biri haftada 5 kereden 52 hafta boyunca 260 kere dışarıda yiyor. Kahvaltısını da mesela poğaça ile geçiştirse bile dışarıdan satın alıyorsa 520 kere eder. Akşam içmelerin, haftasonu sinema öncesi sonrası atıştırmaların da lafını etmedim henüz. Halbuki ben geçen Ağustos’ta Yesek’e başladığımdan beri 275 yazı yazmışım. Yani benim başkalarından farkım, dışarıda yemeleri yazmam. Benim gibiler işin ucunu kaçırınca, 34 yıl boyunca her yediğini fotoğraflayıp belgelediği için Ig Nobel ödülü alan Dr. Yoshiro Nakamats’a dönüşüyor. Onu sonra anlatayım. Özetle yediklerim arasından, siz borgia nedir diye merak edebilirsiniz ama ben Çerkezo’yu anlatacağım ki Emin’in arkadaşının dediğinde doğruluğun sadece payı olsun.

Şayan’da urfa

Hani bazı yemekler bir ayrı lezzetli olur. Tadı değil de ayrı kalıp da kavuşmak güzel gelir. Yaban ellerden sonra beyaz peynir mesela. On günlük bir kamptan sonra kebap mesela. Av yasağından sonra balık mesela. İşte Şayan’da urfa da ondan dolayı pek lezzetli geldi. Manolya dışında bir yerde öğle yemeği yemenin tadı ayrıydı. Büyük heyecan içinde gittik Yasemin’le. Bir özelliği yok halbuki. İş muhitinde (Gayrettepe oluyor arkadaş) öğle yemeğine uygun bildiğiniz kebapçı. İki çeşit sulu yemeği de var portföyü geniş tutmak için. Az çorba, urfa, su, 8,5 lira.