Kabataş’taki çaycıda tost

Kabataş'taki çaycı

Kabataş deniz otobüsü iskelesinin Fındıklı tarafında bir çaycı var. Parmaklıkların arkasında kalsa bile deniz kenarında. Pazar sabah kahvaltıya Han Cafe’ye iyi bir alternatif oldu çünkü orası uçacakken burası güzel güzel esti ve kalabalık değildi. Çaycının “dükkanı” ilk resimde gördüğünüzden ibaret. Daha önce bir baraka daha vardı ama belediye yıktırtmışmış. Dolayısıyla eskiden ızgaralar bile yaparken şimdi yiyecek seçeneği bayağı bir azalmış: kaşarlı tost, çift kaşarlı tost, sucuklu tost, karışık tost. Aslında çift kaşarlı karışık tost da mümkün olmalı. Başka birşey yapamıyorlarmış yersizlikten. Bana çok gerçekçi gelmedi, kimler ne ekmek teknelerinde neler yapıyor. Hani daha çok niyetle ilgili gibi geldi. Bol çay, tostlar, birkaç saat sonra Türk kahveleri. Bundan sonra da yemeklerimizi alıp Dolmabahçe sarayının içindeki çaycıda piknik yapmak niyetindeyiz. Piknik yapacak olduktan sonra Ihlamur Kasrı da güzel bir yer.Kabataş'taki çaycıdan manzara

Burgerking’de Whopper

Bunun nesini yazıyorsunuz diyebilirsiniz ama o kadar uzun zamandır Burgerking’de veya McDonalds’dan herhangi birşey yemedim ki benim için yeni, çok değişik bir deneyimdi. Yiğit’le Ece de çocuklar gibi şendi. Cumartesi akşamı Karayip Korsanları’ndan önce Burgerking, insan daha ne ister! Bir Whopper yedim, Yiğit’in hamburgerleriyle karşılaştırdık, hakikaten kocaman oluyormuş. Kötü de değildi. Üstelik Super Size Me Spurlock amca duymasın sonraki sabah tartı bir önceki güne göre 1 kilo 100 gram daha az gösterdi! Patateslerden çok az otlandım ya, ondan.

Kitchenette’te nisuaz salata

Nedense bu da elime yapışan yazılardan biri oldu. Ama beğendiğimden. Kısa keseyim, bir dahaki sefer ballandırırım. Bir klasik bir de orijinal birşey deneyerek test ettim. Nisuaz salatası iyiydi, ton balığı ve yumurta ve fasulye ve patates ve yeşillik vardı. Sebzeli kuskus biraz yavan kaldı sanki ama farklı birşey olması bile yetebiliyorlar ya bana. İçeride duvarda yüksekte birer metre ara ile duran üç kara tahtaya menülerindeki yemekleri şu şekilde gruplayarak yazmışlar: Niçoise salatası, somon tartare, tarte tatin; Mantı, köfte, zeytinyağlı enginar; Penne arrabbiata, minestrone, robespierre. Yani “herkesi memnun edebiliriz/etmek niyetindeyiz.” 19 lira

Maci’de somon fırın

Menüye bakarken annem yesek’i ifşa etti. Sonra Yasemin menüde somonu görünce hemen bana önerdi nedense (!) ve sonuçta annem, Tarhan Bey ve ben somon fırın aldık. Çoğu yerin sadece ızgarasını yaptığı düşünülürse gerçekten iyi bir keşif. Bekir dana şnitsel, Yasemin ise hepimizin aklı kalacak, menüde yazmayan bir makarna yedi, kremalı, deniz mahsüllü fettucini. Yemeklerden önce zeytinyağlılarından otlu pilavdan herkese tadımlık düşecek şekilde aldık. Pilavın patlıcanlı pilav olup olmadığını öğrenmeye çalışırken, sahibesi Macide hanımla tanışmış olduk. Sonrasında bal gibi uslu durabilirdik ama ben kaç gündür tiramisu hayaliyle abuk tatlılar yerken ve buranınkinin en az Pidos’unki gibi olma ihtimali varken kaçırmak enayilik gibi geldi. Kocaman iki porsiyonu paylaştık. Hafif ve güzeldi, Pidos’unkine göre daha dilli ve daha ıslaktı.

Ara’da bol fesleğenli makarna

Tuba arkadaşlarını yollamış, oturmaya devam etmekteydi ben geldiğimde. Başka bir yere gitsek mi diye düşündük ama bu sefer kriterler bayağı kısıtlayıcıydı: yakın olsun, dışarıda oturulabilsin, yer olsun, düzgün yemeği olsun. Yerimizde oturmaya karar verince, ben domatesli, fesleğenli makarna istedim. Yeşil körili tavukta aklım kaldı. Tagliatelle hakikaten taze yapılmış, domatesli sosu iyi, fesleğeni bol, miktarı tam. Pidos’un tiramisusunu unutmak için hafif bir tatlı niyetine yediğim, adı meyveli, garsonun reklamına göre vişneli, kendisi ahududulu olan milföy makarna gibi iyi değildi pek. Bu arada nasıl oluyorsa, yeni gelen garsonlar da gidenler ve kalanlar kadar sempatik ve flörtçü (yavşak olmadan). Bilinçli bir politikaysa, çok da yerinde. Makarna 9.5 lira.

Kahvedan’da enginarlı salata

Aslında yazmazdım ama hem size karşı sorumluluk hissettiğimden hem de Cihangir’de kafe işletmek konusunu irdelemek için çok iyi bir bahane olduğundan yine kendime engel olamayıp yazıyorum. Rafineri ve Soos adlı yerler havlu atıp nihayet kapanmışlar. Kahvedan daha şanslı. Sokağa çok masa koyabilmekten, Leyla’ya komşu olmaktan faydalanır uzun süre ve bu işletmenin oturması şansını verir. Yesek’i yazıyor olmasaydım, daha önce benzer yer işletmiş olmasaydım çok da batmayacak şeyler battığından söylüyorum bunu. Servisi birazcık yavaş, şarabı birazcık sıcak, tiramisusu birazcık ağır, malzeme gelmesine bir iki defa şahit olmamız birazcık garip. Fiyatlar birazcık daha aşağıda olabilirdi. Bence çoğu işletmecinin görmediği veya görmek istemediği veya yetmediği şeylerden biri, Leyla’yı, Smyrna’yı popüler yapan şeyin sadece “in” olmayı becermekten, sosyal bir kimya yaratmaktan ibaret olmadığı, bunu servisiyle, mutfağıyla destekleyecek sıkı bir işletme anlayışının baştan var olması gerektiği. Yani Kahvedan yırtabilir de bunu görmeyebilir de. Göreceğiz.

Tribeca’da iyi omlet

İyi omlet yapmak bilen için kolay, bilmeyen için zor birşeydir. Bilen ve kolay bulan aşçıyla pek karşılaşmadım İstanbul’da. Çok yağlı yaparlar, kuruturlar ve içine koydukları harçta cimri davranırlar. Akatlar’daki Tribeca’nın aşçısı ise belli ki biliyor ne kadar kolay olduğunu. Ultimate adlı güzel omletimin içinde sosis, mantar ve biber, yanında sote patates ve bagel vardı.

Etiler Tribeca'da omlet

Bahçesiyle falan aslında tam pazar sabahı kahvaltı krizine çözüm olabilecek bir yer. Ben iki kahvelik kitap okudum sakin sakin. “Mekan” meraklıları daha yeni yerlere göçmüş, Tribeca kaliteyi düşürmemiş, güzel bir kıvama oturmuş. Hatta bildiğim diğer şubeleri de öyle. (20,80 lira)

Otto’da Otto pizza

Kafanızı o kadar da şişirmedim somonla. Evde ya mikrodalgada ya da fırında kağıtta pişirip yedim çünkü çoğunlukla. Böylece Yasemin’in dalga geçtiği gibi zengin hastalığı olmak zorunda olmadı. Yine de henüz salmoned out olmadım. Hatta her pişirişimde, dereotu da olsa üstüne koysam diyordum. Vardır ya öyle eşleştirmeler: elma-tarçın, üzüm-ceviz, kurufasulye-turşu. Amerikan şekilciliğinin nefret ettirdiği ikililer. Somonunki de dereotu veya kapari. Dolayısıyla Otto’nun menüsünde somon füme, kapari, dereotu ve kırmızı soğanlı Otto adlı pizzayı görünce heyecanlandım. Selçuk da prosciutto‘lusunu görünce heyecanlandı. Pizzalar ince ama çok büyük. Paylaşmak gerek. İki pizza, iki bira, iki şarap, 69 lira.

Hoşuma gitti Otto. Başka bir zamanda, başkasıyla gelsem, hoşlanmayabilirdim sanki, belki tiki bulacağımdan. Şimdi dahil bütün Asmaclımescit’in sokağa fışkırdığı bir Cuma gecesinde içeride oturmak bile çok rahatsız etmedi.

Mabeyin’de künefe

Sanırım bir iki defa önünden geçtikten sonra, yabancı bir gurmenin Mabeyin’i Avrupa’nın en iyi lokantalarından biri saydığını okuyunca, denemek istediklerim listesine aldım tabii ki. Görüntüsünde de bir fiyaka vardı. Hem Selçuk’un hem Giray’ın bitkin ve mızmız olmalarından faydalanıp Mabeyin’e kandırdım. Valet arabamızı aldı, girişte karşılandık. Şu şekilde: “Rezervasyonunuz var mıydı?” “Yok” “İyi.” Satır arası okumayı size bırakıyorum. Bahçesinde bir masaya oturttular. Falan filan. Künefesi çok iyiydi. Şerbeti fazla tatlı değil, peyniri fazla tuzlu değil, kadayıfın çıtırı tam kıvamında. (109 lira)

Evet işte, falan filan. Ne yapayım, yok yazasım. Bayılamadığım yeri niye beğenmediğimi anlatmak zevksiz birşey. İşletmeciler için de okuması zevksizdir. Ama tabii böyle yazmak daha da ayıp olduğu için anlatmak durumundayım. Temel sebep, gerçekten iyi birşey beklemem. Yoksa servisi, yemeği ile ortalamanın çok üstünde bir kebapçı kesinlikle. Restoranların işlevi olan restaurer etmeyi kesinlikle beceriyor. Yine de mesela Beyti’ye sinmiş olan bir görgü, bir kurumsallık havası burada eksik. Herşey şık ama zamanla oluşmuş ve oturmuş değil sanki. Garsonlar vızır vızır ama yine de insanın ne düşündüğünü kendisinden önce anlayıp hareket edenlerden değil. Her halükarda o gösterişin, o grandeur‘un hedefi ben değilim. Yemekleri de iyi ama diğer kebapçılardan fersah fersah ayrılacak kalitede değil bence. Ya da bize özgü lezzetleri kullanmanın avantajını keşfetmiş tek kebapçı hiç değil. Kısacası, burayı da denedikten sonra başkalarının (hele gurmecilerin) zevkine güvenmekte neden bu kadar zorlandığımı tekrar hatırladım.