Beyti’de kuzu pirzola

Esmiş Giray’a, et yiyesi gelmiş herhalde, Beyti’ye gitmeyi önerdi. Selçuk’u, annemi, beni toparladı, götürdü. Havuzlu salona bir girdik ki çoğu gömlekli, kravatlı erkeklerle dolu. İş yemeği için yabancı adamı şık yere götürmek gerek gibi açıklamalar yapabilirsiniz ama erkekler et seviyor, bunu inkar edemezsiniz. Kuzunun tam mevsimi olduğu için kuzu budu kalmamış ama garsona “pirzola mı istemeliyim, şiş mi” diye sordum, “ikisi karışık bir porsiyon getirelim” dedi. İkisi de biraz daha yumuşak olur diye hayal ediyordum nedense ben. Diğerlerine bonfile, beyti ve karışık kebap. Yine en güzeli bonfileydi sanki. Önden kendi yaptıkları sucuktan getirdiler birer dilim. Taze ve hafif, köfte gibi neredeyse. Çerkez tavuğunun sosu çok güzel, tam ayarında ama tavuğu az. Şarap seçimi çok iyiydi: Doluca Karma Cabernet Sauvignon Öküzgözü. Tatlı gerekmiyordu ama künefe ve kabak tatlısı da yedik. Yanında içtiğimiz çay çok iyiydi. Dışarda yemek yemenin her ayrıntısıyla memnun bırakması gereken bir deneyim olduğunu çok iyi anlamış olan Beyti bey masa masa gezip afiyet olsun demeyi de ihmal etmedi. (213 lira)

www.beyti.com

Erkal’ın yerinde salata

Ece ve Yiğit baştan çıkardı, erken erken, yedi gibi gittik. Her zamankilerden yedik: soslu patlıcan, barbunya pilaki, yoğurtlu semizotu, bol rokalı yeşil salata, Selçuk’u memnun etmek için çoban salatası, roka, iki porsiyon istavrit. Birer rakı/bira. Sinan da daha sonra katıldı. Barbunya pilakide iş olmadığından yerken acaba burayı listeye almamak mı gerek diyordum ama taze taze salataları da hem tatlı hem buruk patlıcanı da o kadar güzel ki saygı göstermek gerektiğini düşünüyorum.

Bu arada kötü haber aldık: 15 güne teras açılıyormuş, bir aya kadar da alttaki Taksim Oto Yıkama’yı ilhak edip oraya da masa koyacaklarmış. Popülerleşip bozulacak demektir. İnşallah haksız çıkarız. Kıssadan hisse, bozulmadan gidile. (65 lira)

Smyrna’da Lavazza kahve

Malzemeler: Selçuk, ben, öğle saati, Sıraselviler, öldürülecek bir saat ve on beş dakika. Bu malzemelerle şefin önerdiği yemek: Smyrna’da hamburger. Hamburgeri 15 lira yapan karamelize soğan ve yanına patates yerine mesklün salata gibi şeylere Selçuk laf ederken, ben mutlu mutlu fesleğenli deniz mahsullü tagliatelle yedim. Yediğim en iyi makarna değildi, hatta fazlasıyla yağlı ve kremalıydı ama ortalamanın üstündeydi. Ardından birer de espresso içtik, kendimize geldik. Hele kahve Illy değil Lavazza olunca. (40.5 lira)

İmroz’da paçanga böreği

imroz-731137.jpgOkan Finlandiya’ya dönmeden İstanbul’da geçireceği bir akşam için, teyzem Nevizade’yi seçmekle çok iyi yapmış çünkü sokağın tam da bahar başında hareketlenmiş haline bayıldı. İmroz da gayet iyi bir seçimdi. Daha önce geldiysem de İmroz’un neden ve nasıl köklü bir kurum olduğunu, neden meyhane deyince ismi es geçilmeyen klasiklerden olduğunu ve Krepen’deki lafının ne demek olduğunu falan bilmiyordum hiç. Garsonumuz bu tür sorularımız için bakınıp bakınıp duvardan çerçevelenmiş bir haber kupürü veya fotoğraf indiriyordu. 1941’de açılmış, sahibi Rum’muş, daha önce Krepen adlı pasajdaymış.

Başka hiçbir şey için gidilmese bile getirdikleri meze tepsisini görmek için gidilebilir İmroz’a. O kadar çok, o kadar çok soğuk meze vardı ki tepsi çok büyük olduğu halde, bazı mezeleri dikdörtgen meze tabağına değil, minik minik kaselere koymak zorunda kalmışlar. Şu ısmarladıklarımızla anca beşte birini almışızdır, öyle söyleyeyim: Beyaz peynir, kavun, köpoğlu, közlenmiş patlıcan, ahtapot salatası, tarama, midye dolması, hamsi, balık pastırması, rus salatası, yoğurtlu semizotu, zeytinyağlı enginar, fava. Ayrıca göbek salata. Ara sıcak olarak paçanga böreği, kalamar tava ve yaprak ciğer. Rakı olarak bir küçük Tekirdağ. 7 kişi bunlarla doyduysak da garsona bunu yeterince hızlı iletemeyince ya da diğer bir deyişle garsonumuz bunu duymaya çok meraklı olmadığından iki porsiyon gümüş tava da geldi. Mırın kırına rağmen yedik, bitirdik. Yemekler aklımı başımdan almadı ama paçanga böreği hem kocaman hem de bol malzemeliydi, böylesine pek denk gelmiyoruz. Bir de balık pastırması ile ilgili muhabbet kaldı aklımda: Normalde akya ile yapılırmış ama bu somondan yapılmışmış. Devekuşu gibi, ne deve ne kuş, bu da ne balık ne pastırma.

Saklı’da zeytinyağlı pazı

Meğer bizim merdivenlerdeki Saklı’yı çok merak edermiş Dano. Hakikaten adı üstünde saklanmış binanın giriş katına. Öğle yemeği için gittik ama hiç hayal ettiği keşif olmadı. Saat onikiyle bir arasındaki furya geçtiğinden boş ve sessizdi. Zaten basık ve loş. Fazla yemek de kalmamış. Ben durumu bildiğim şaşırmadım. Selçuk’la Dano mantı yedi, ben zeytinyağlı pazı ve inegöl köfte. En iyisi pazıydı. Evde yapılmışından farkı yoktu. Çayın yanına da üstü cevizli kurabiyeler ikram ettiler, taze taze pek güzeldiler. Eve sipariş için telefonunu almayı unuttuk ama. (30 lira)

Jong Hwa’da zencefilli tavuk

Moskova Virtüözleri konserinden çıkınca, Çin yemeği hevesiyle Jong Hwa’ya gittik. Oturduk, sipariş verdik ve elektrikler kesildi. Işıldak ışığı altında oturduk. Giray tabii ki acılı ekşili çorba istedi. Biz de birer çorba istedik. Ardından Giray kızarmış ördek, ben zenfecilli çıtır tavuk annemse sebzeli ördek istedi. Meğer suşi de yapmaya başlamış artık Jong Hwa. Giray unagi‘li Jong Hwa Special‘ı istedi ama yılan balığını ısıtamadıklarından yerine somon koydular. Babam da yengeçli maki istedi. Korktuğumuzun aksine iyiydi suşiler. Sahibi olduğunu tahmin ettiğim, gayet iyi Türkçe konuşan Çinli adam kızarmış ördeği getirdiğinde Giray’a “ördeğin en güzel parçasını seçtim, beğenmezsen kafanı kırarım” dedi. Gerçekten! Giray’ın kızarmış ördek takıntısının farkında olduğunun farkında değildim. Ama haklıydı da adam, o kadar güzeldi ördek. Biz kalkana kadar elektrik gelmediğinden yeşil çay içemedik ama çok su içtik. (120 lira)

Refik’te ızgara hamsi

Başak tam 8’de gelmiş, Tuba sekizi on geçe. Ardından Koray, Seha ve Çağan. Ben soğuk mezelerin sonuna yetiştim. Bir hamsili zeytin, azıcık semizotu aldım. Ara sıcaklardan yani muska böreği ve ciğerden aldım. Ana yemek için ızgara hamsi aldım. Hamsiyi tavada yapmamak bazılarının gözünde değer bilmezliktir belki ama bence gayet de güzel olabiliyor. Bu arada Koray ve Çağan arasında, sonradan Gökhan’ın da katıldığı, Karagöz-Hacivat-vari atışmalara gülmekten ve devirdiğimiz 2 büyük Yeni Rakı’ya buz ve su beklemekten yemekle çok da ilgilenebilecek halimiz yoktu. (Adam başı 45 lira)

Çiya’da keme aşı

Dano ilgimi çeker diye bana YemekveKültür’ün 4. sayısını getirince hem tabii ki sevinmiş hem de satın alma bahanesiyle Çiya’ya gidemeyeceğim için üzülmüştüm. Neyse ki başka vesileyle Kadıköy’e gittik de kendini affettirmiş oldu. Kumaş pazarını talan ettikten sonra öğleden sonra 5 gibi vardık Çiya’ya. Boş, sakin ve yemekler bitmemiş. Birileri tavsiye ettiği için lahmacun istedi Dano. Sonra da yine çok zorlanmakla birlikte keme aşı, pazı borani ve enginar dolması seçmeyi becerdik. Birine iltifat etsem diğerlerine haksızlık edermişim gibi geliyor ama keme aşı bir başkaydı. Keme (yani tam mevsimi olan bir tür mantar), nohut ve az etle yapılmış, safranlı, yoğurtlu bir suyu hem hafif hem çok lezzetli. Diğerleri de tabii gayet iyiydi. Enginar dolmasının kurumaya yüz tuttuğunu söyleyeyim de körü körüne herşeyi beğeniyorum zannedilmesin. Amerikalımızın türlü sempatiklikleri sayesinde kahvelerimizi beklerken karadut ve hindiba şerbetleri ikram ettiler. (39 lira)

www.ciya.com.tr

Cafe des Flores’da ıspanaklı krep

Filmden çıkınca Fransız Kültür’de Ece’yi teftişe uğradım ama tam da seans başlangıcına denk gelmişim. Üstüne üstlük “biletim yok ama gireceğim işte” diyen bir tipe. Ece onu onu salona sokmamak için dikilirken ben de kafede oturdum portakal suyu içtim, sıkıcı bir Fransız dergisi karıştırdım. O da gelince o bir hot dog yedi, ben ıspanaklı krep. Yemekler başka yerlere göre daha ucuz valla. Portakal suyu, krep ve suya 9.50 lira verdim. Fransızca konuşanlar dışında süper bir Fransız kafesi hava yok gerçi, hatta duvarda kocaman Coca-Cola reklamları olması pek bir üzücü ama İstiklal’in hemen girişinde böyle saklı kalmış bir yer olması güzel bence. Hava ısınınca avluya da masa koyuyorlarmış.

Leyla’da kahvaltı

Hafta içi sabah 8:30 gibi Cihangir’de kahvaltı için neredeyse hiçbir yerin açık olmayacağını düşünmemiştim. Korkarım erken kalkması gerekmeyen yazar/çizer/reklamcı klişesinde doğruluk payı var. Cafe Susam kapalı, Porte kapalı ki anlaşılabilir, Smryna kapalı, 607 kapalı, alt katında Doğa Balık otelin kahvaltı salonu yerine geçmekte. Ancak Leyla açık. Daha ileriye gitmedik doğrusu. Leyla açık ve tek bir yabancı oturuyor. Sonradan gelen arttı tabii.

Laden Paris, ben Londra adlı kahvaltıdan istedik. Yani Laden’e kruvasan, kahve, reçel, yağ bana da bacon, yumurta, yağlı ekmek, yağ, reçel ve kahveye değiştirmelerini rica ettiğim çay. Reçellere, yağlara dokunmadık. Diğerlerini mesut mesut yedik. Kruvasan muhafazakarları (ör. annem) kruvasanlar çikolatalı ve reçelli oldukları için kusur bulabilirler tabii. Kahvelerin ardından birer tane daha kahve, birer çay da içtik. Laden işe gitmeden önceki hızlı kahvaltı işi o kadar uzadı, muhabbete öyle bir daldık ki ben az daha 11’deki Daniel Auteuil filmimi kaçıracaktım. Muhabbet anlaşılan öyle ilginçti ki Laden’in heyecanla anlattığı iki konuyu arkasındaki masaya ardarda oturan iki müşteri takip edebilmek için kıvrandılar. En çok eğlenen ben oldum tabii ki.