Kaç gündür dışarıda yememeyi becerdikten sonra, Zeynep’in “çık dışarıya oynayalım” demesine kandım. Onu Nişantaşı’na gelmeye ikna ettim, tebdil-i hava olsun ona diye. Taps’i bilmiyormuş üstelik! İnsan çok fazla şey varsayıyor demek ki. Bar kısmında oturmayı hayal ettiysem de tıkınacağımız için bir üst katta oturduk. Ramazan ve Pazartesi olduğundan bar dolmadı zaten. “Roka ve sote soğan yatağında bonfile” ve caprese salata paylaştık, birer red ale içtik. Roka ve sote soğan meğer patates püresinin içindeymiş. Bonfile de üç parça. Memnun memnun yedik. Kahve içtik. Derken dayanamayarak bir creme brulee (aksanları yazamıyorum) yedik. Fazla kalın bir kaptaydı ve şekeri önceden yakılmıştı. Halbuki tüm numarası o değil mi? Nasıl olması gerektiği konusunda bayağı ukalalık ettik karşılıklı. Cumartesi günkü cadılar bayramı partisinin dedikodusunu yapıp, gerçek cadılar bayramı bugün olduğu için ona kadeh kaldırdık! (64 lira)
Sushi & Noodle House’ta sushi
Osmanbey’deki daireleri kiralamaya çalışmanın güzel tarafı Nişantaşı’na daha sık gidebilmek. Klasik bir Selçuk’un kahvaltısı benim öğle yemeğim için Sushi & Noodle House’a gittik. Sadece 2 masa ile öğle saatine göre fazla sakindi bence. Halbuki suşilerin fiyatı makul, ortamda da abeslik yok. Ben öğlene mahsus maki menü, yani salata ve 8-10 maki, Selçuk da karışık suşi ve saşimi aldı. Bir de karides cipsi yedik. Suşi snobluğuna girecek diye endişe ediyorum ama çok daha fazla para isteyen yerlerde malzeme daha iyi sanki. Bu kötü değildi, tek kusuru Türk zevkine göre bol pilavlı olmasıydı. Doyduk o sayede. Çok da pahalı değildi. 44 liraydı ki üç gün önce lastik iskender ve yanık dönere 37,5 verdiğimizi hatırlatmak isterim. İstanbul’da yemek konusunda ucuz ve pahalı çok garip kavramlar.
Zencefil’de palamut köftesi
Şule’yle Taksim meydanında yaklaşık 45 dakika içinde birşeyler yememiz gerekiyordu. Acıkmıştık da. Zencefil’i önerdim. Dışarısında ingilizce, fransızca ve ispanyolca konuşulan üç masanın ortasına oturup hızla sipariş vermemiz sayesinde adam başı 2 liraya sıkıştırıverdikleri ekmek ve yağdan kurtulmuş olduk. O fesleğenli spagetti yedi. Bu spagetti, güvenilir bir dost gibi, hayatın sabitlerinden. Bense palamut köfte istedim. Kızartmış mı olurlar, içinde neler olur acaba diye dert ederken, bir dilim köfte geldi! Palamut köftesinin harcını pie gibi yapmışlar, üstüne ince bir kat salça koymuşlar. Bayağı hafif ve orijinal. Tipik Zencefil tarzı aslında. Sevdim. (2 kola, 1 su ile 24.5 lira)
Sadrazam Kemal taklidinde uykuluk
(Giray’da araba) + (Selçuk’un elinde Timeout Yeme-İçme rehberi) – (Eren’in itiraz edesi) = Sütlüce’de yanlış uykulukçu. Kaç zamandır neredeyse şehir efsanesi şeklinde duyduğumuz uykulukçu için Sültüce’ye gittik, bir “et ve uykuluk” tabelasına kanıp ana yolda saptık ve 50 metre sonra Sadrazam Kemal’in Et ve Uykuluk Yeri gibi bir tabela gördük. İçeri bir girdik ki iki masada köşeye sinmiş, bira içen çiftler var, radyoda bayağı gürültülü türkü çalınıyor. Salaş bir yer beklediğimiz için herşey normalmiş gibi davrandık. İki kocaman çoban salata, bir uykuluk, 2 biftek yedik. Menüde ne varsa yedik yani. Ayran içtik. Çay da içtik. Nakitimiz yetmedi, 39 liranın yarısını Euro ile ödedik. Arabaya binip dönüş yoluna bir geçtik ki baktık ana caddede ışıklı mışıklı kocaman Sadrazam Kemal’in yeri. Biz beyaz Türkler oraya gitmeliymişiz belli ki de öteki tarafta söyleyememişler. Bütün oraların gece vakti uykulukçu dolu olduğunu keşfettik. Eve döndük, ancak o zaman öğrendik uykuluğun ne olduğunu. Gerçi sözlük yazarları da farklı farklı şeyler söylemişler.
Saray’da hem çay hem limonata
Öğlen Saray’da ben tavuk porsiyon ve “sızma zeytinyağlı kekikli domates” yedim, su içtim. Selçuk ise peynirli menemen ve su böreği yedi, hem büyük çay hem de limonata içti (aynı anda ısmarladı). Türkçemizde söğüş domates-hıyar şeklinde ifade edebildiğimiz şeyin domatesleri pembeydi. Halbuki tavuk porsiyonun yanına süs diye koydukları iki dilim domates kıpkırmızıydı. Garsona işin komikliğini anlatalım dedik, tam anlamadı. (20,5 lira)
Ali Baba’da yanık künefe
Öyle bir akşamdan kalmaydım ki ancak öğleden sonra beşte uyandım. Ayaklanıp birşey yemek için Beşiktaş’a vardığımızda iftar saatine denk geldi. Hele Pazar günü, büyük hata! Ali Baba İskender Kebapçısı’na bir girdik ki okul kafeteryası gibi. Tüm masalar tıklım tıklım dolu, sokağa bile taşmışlar. Önce isteyene çorba, salata ve ardından iskender veriyorlar. İskender istememek mümkün ama seri üretim halini aksatıyor haliyle. O kadar ki, 15 dakika sonra gelip bizim masamıza oturan iki kızın iskenderleri daha önce geliyor. Selçuk’a 1.5 iskender, bana domatesli kebap. Zayıf, zayıf, çok zayıf. Hadi bir türlü temiz servis alamamak, garsonların kan şekeri düşük olduğu için diyelim. Ama iskenderin eti lastik, pidesi suda ıslanmış, sosu sosislininki gibi. Künefe için de büyük hayaller kurmamıştık ama yanlarının simsiyah yanması falso idi. Altından kalkabileceklerinden fazlasına hırs etmişler iftar için. Hele içli köfte gibi şeylerin hayalini kurarak gittiğim için üzücü oldu. 37,5 liraya da ucuza doymuş olmadık.
Don Pietro’dan pizzalar
Emel bize geldi film seyretmek için. Yemek olayını atlatmak için Don Pietro’ya bir şans daha tanıma hakkımızı kullandık. Giray’ın geleceğini öğrenince hemen telefon edip bir pizza daha istedik ki bu hiç geciktirmedi siparişin gelmesini. Üç pizzanın biri ıspanaklı (Kay’s Special Pizza), biri bacon, domuz jambonu ve domuz fümeli (Pizza Piggy) biri de dana jambonlu calzone (Calzone 1) idi. Bir de Kay’s’den bir salata getirmelerini istedik. Hepsinden memnun kaldık. Selçuk, bence esasen hasret kaldığından, Piggy’e bayıldı. Oturma odasını şereflendirmiş olduk bu vesile ile. Adını hatırlamadığım bir “coming of age” filmi ve Sex, Lies and Videotape‘i seyrettik.
Akçaabat Köfte ve Piyaz’da köfte ve piyaz
Nişantaşı, Pangaltı, Osmanbey civarlarında gezinirken acıkanlar için iyi bir yer aslında burası. Varsa yoksa Trabzon ve Akçaabat fotoğraflarıyla kaplanmış. Özelliği olan Akçaabat köftesi güzel birşey. Selim Usta’nın köftesinin tanesi 1 lira diye dalga geçiyorduk. Burada 7 liralık porsiyonda 5 tane var! Piyazı da iyi hoş ama kıvırcıklı, havuç rendeli, yumurtasız halini Yurdakul amca aman görmesin, kafalarını koparır. Bir çorba, iki köfte, bir piyaz, su ve ayran, 24,5 lira. Bir de o gün birşeylere çok kızmış, bozulmuş bir garson kıza denk geldik. Şanssızlık herhalde.
Umut Ocakbaşı’nda iki büyük
Biraz önce Cambaz’da iftarda tıkabasa doymuştuk Zeynep’le. Dilara da yemedi. Güray’ın veya Emre’nin de çok yediğini görmedim. Zanlılar Barış, Selçuk ve Mehmet. Toplamda 30 şiş, iki sebzeli yenmiş. 2 büyük, 3 bira içtik. 8 kişilik servis. 180 lira hesap bana çok gibi geldi. Sebzelisi de acı olmuş, ilk sefer böyle değildi. Du bakalım, geçici bir kazık mı, göreceğiz.
Cambaz’da iftar
Madem kimse bizi iftara çağırmıyor, biz gideriz o zaman, dedik. Niyetimiz dört kişi Asitane’ye gitmek idiyse de, Zeynep ve ben kendimizi Cambaz’da bulduk (tercümesi: birileri sattı). Normalde meyhane olan katında ortada fasıl grubu çalmaktaydı. Zeynep su içtikten sonra arkadaki upuzun masaya bakıp, kimsenin yemediğini içmediğini görünce anladı hatasını ve iftar saatini bekledik bir on, onbeş dakika. Sonrasında sürekli yemekler geldi. İftariyelikler, çiğ köfte, tulum ve tereyağ, lavaş ve pide zaten masadaydı. Sırayla mercimek çorbası, içli köfte, fındık lahmacun, ızgara şişli Ali Nazik geldi. Ali Nazik geldiğinde zaten çok doymuştuk. Tatlı niyetine yufka içinde antep fıstıklı, sıcak ve ağır birşey geldi. Güzeldi aslında. Çayla birlikte bir iki çatal alabildik ama.
Müzik biraz devam ettikten sonra, mekanın diğer tarafında projeksiyonda “Alanya, Almanya” adlı bir dizi yayınlamaya başladılar. Anlaşıldı ki, Cambaz’ın ortağı/işletmecisi olan oyuncu amca, dizide diğer oynayanları ve muhtemelen çalışanları topluyor ve dizi gecesi yapıyorlar. Peki ben niye maruz kaldım buna? Pek takmadık aslında, Halloween partisi hazırlıklarını konuştuk biz. Yemekler iyiydi ama. Ramazan’dan sonra meyhane haline de gitmek isterim. (55 lira)