Ben dışarı çıkmaya karar verdiğim saatte, bitmekte olan partiye gideceğime, Emel ve kuzeni Rezzan Taksim’e geldiler ve on buçuk gibi Kaktüs’e gittik. Nedense nadiren, başkalarının önerisi ile hatırlıyorum böyle bir yer olduğunu. Halbuki ortam hem fransevi hem de rahat. Ama Türkler fument comme un turc ve bara gitmişim gibi kokmuş üstüm başım. Artık herkesin takılmaya geldiği bir saatte ısmarladık yemekleri. Onlardan biri rozbifli sandviç, diğeri pita ekmeğine galiba tavuklu sıcak sandviç ısmarladı. Ben de ıspanaklı papardelle yedim. Tabağı dokunulamayacak kadar sıcak, ıspanağı boldu, memnundum yani. Yanına su ve diet kola falan içtik. Bir iki kere daha şereflendirmek isterim, neleri özellikle iyi anlamak için. (45 lira)
Çelebi’ye çentik
Şule’yle öğlen 2:30’ta gittik Çelebi’ye. Yemek kalmıyormuş gerçekten. Ben nohutlu tavuk / tavuklu nohut ve zeytinyağlı taze fasulye yedim, o ben para çekerken yediği için onun pilavını neyle yediğini bilmiyorum, sormadım da. (13 lira)
Asırlı’da lahana dolması
Annemin düzenlediği seminer için gelen Avrupalılar gastronomik gezi de yapmış olsunlar diye, Nevizade’ye götürdük. Hangi birine oturacağımıza karar vermeden gidip, sokakta boş masası olan Asırlı Meyhane adlı birine girdik. Dışarıda değil içeride oturduk ama Beşiktaş Malmö’ye gol attıkça bağrışmaları duydukları için istediğimiz civciv oldu. Yiyen onbir kişi için şu mezeleri seçtik: kavun, beyaz peynir, barbunya pilaki, patlıcan salatası, fava, ezme, lahana dolması, yaprak ciğer, sigara böreği ve paçanga böreği. Servislerini biraz sallamamaca bulduysam da (“Amaan, hem içmiyorlar, hem de bir kadınla muhatap olmak zorundayız!”), mezeler genelde iyiydi ama lahana dolması özellikle çok iyiydi. İçki açısından başarısız bir masaydık: Onca kişi bir büyüğü bitiremedik ama bira içen, şaraba dönen oldu en azından. Adam başı 25 lira tuttu. Eh, tek büyüğe birazcık turist fiyatı ama hesabı kolay oldu.
Çiçek Köfte’de sucuk döneri
Bursa’nın pideli köfte diye bir yemeği var. İskender gibi, pidenin üstüne döner yerine küçük köfteler ve sos konarak yapılıyor. Çeşme’den dönen ve ilk iş buna aşeren Selçuk beni uyandırıp Beşiktaş çarşısının girişindeki Bursa Çiçek Köftecisi’ne sürükledi. O pideli köfte yedi, ben de porsiyon sucuk döneri ve çoban salata yedim. O nar şırası içti, ben Eker ayranı. Bir süre önceki sucuk çılgınlığından hiç nasiplenmemiştim, şimdi nasiplendim, başım göğe erdi. Aslında sucuk sevmediğim için, bunu da fazla baharatlı bulduğum için çok çok mutlu olmadım. Ama tam yiyip bitirdikten sonra biri kaşarlı sucuk dürüm ısmarladı. Hmm, bakın o güzel bir icat olabilir. (20 lira)
Smyrna’da simit tost
Sabah Serin’le takıldık ama Emi’yle görüşemeden kaldım. Öğleden sonra üçümüz onların evinden çıkıp Smyrna’ya yürüdük. Dışarıda oturduk. Serin hızla garsonlarla flörte girişti. Emi ve Serin çikolatalı kek yedi, hani ortasından saf çikolata akanlardan. Bense ortası beyaz peynirli, simitten yapılma tost yedim. Tostun yanındaki yeşilleri anlamlı, kızarmış patatesi biraz anlamsız buldum. Aslında beğeniyorum ben Smyrna’yı, rahat bir yer.
Kanaat’te beğendi
O kadar hevessizim ki Kanaat hakkında yazmak konusunda. Evet, zeytinyağlı vitrinindeki çeşit inanılmaz etkileyici. Ama tencere yemekleri iştah açmıyor, hepsi saatlerdir orada durmuş ve kararmışlar. Tüm yemekler de inanılmaz yağlı idi. Annem, Şule ve benim yediklerimizi sayayım: Azıcık tas kebaplı beğendi, nohut, kuzu elbasan tava, ciğer sarma, patlıcan salatası, zeytinyağlı iç bakla, kazandibi, bol su, bol çay. Hepsi 46 lira. Evet, adam başı 15 pahalı değil ama gözünü yiyeyim Bolu Et Lokantası, hem lezzetli hem de toplam 16 liraya çıkardık. Üstelik çayın da acı olması bence genelde itina etmediklerinin göstergesi. Yerli yabancı turist rotalarına uygundur, artık bana değil.
Cafe du Levant’da mousse au chocolat
Burayı yazdım, yanlışlıkla sildim, şimdi de çok zaman geçti. Yazı kısa olduğu için affedin.
Önce kaz ciğeri ezmesi ve kızarmış ekmek geldi. Continue reading “Cafe du Levant’da mousse au chocolat“
Changa’da passionfruit dondurması
Eh, ara sıra böyle güzellikler de düşsün buralara… Daha önce sadece barında içki içmiş olan Nihan’ın aklında kalması ve İstanbul’a gelmesi sayesinde o, Emel ve ben Changa’ya gittik. İnsanlar ne kadar ayılıp bayılsa da, sonuçta burası herhangi bir büyük şehirde bulunabilecek, herhangi bir “şık, kozmopolit” mekan. Biraz generic hatta. Ama şikayetimiz yok, hele dışarısı ile olan tezatı düşününce. Müşterilerin ne çok sosyetik ne de fazla kozmopolit (read: loud Americans) olması, şehrin vıcık “in” mekanlar listesinden düşmüş olması da aslında olumlu, gayet olumlu. Continue reading “Changa’da passionfruit dondurması”
Dulcinea’da krep
Eda’nın öğle yemeği zamanına varma ihtimali olmadığını anlayıp, Zeynep’le buluşup Dulcinea’ya gittik. Bomboştu. Kalkarken de tek müşteriler bizdik. Ben hint cevizi ihmal edilmemiş ıspanaklı krep yerken, Zeynep hellimli ızgara sebzeli salata yedi. Yalnız ne gereği vardı hellimi fazla kızartmanın, soğurken getirmenin? Vasat bir salatayla iyisi arasındaki fark bu kadarcıkken? Birer de domates suyu içtik. Ama kahve ısmarlayınca bu çıtır menüyü ben apple pie‘la bozmak zorunluluğu hissettim. Kusuru yoktu pek ama kayda değer değildi sanki.
Artık tutamayacağım, söyleyeceğim. Neden herkes filtre kahve deyince americano/lungo getiriyor? Espresso makinasından çıkmış kahve istesem, dilim var, söylerim. Biliyorum kolayına geliyor herkesin. O zaman, onların da dili var, söylesinler. Sırf americanoyu daha çok sevdiğim için gıkımı çıkarmıyorum. Tersi olunca veya filtre kahve yerine french press falan getirdiklerinde olay çıkarıyorum yoksa.
Sedir’de waldorf salatası
Pazar sabah kahvaltısı kavgasını bu sefer nasıl olduysa ben kazandım. Giray olmayınca Selçuk ve Fatih’i, Ortaköy’de Sedir’e ikna ettim. Zeki ve Evren de bize sonradan katıldı. Beşimizin yeme kapasitesi yüksekti: Sosisli omlet (vasat), menemen (fazla salçalı), kahvaltı tabağı, erimiş peynirli simit, hamburger, hellimli ızgara sebze salatası, waldorf salatası. Continue reading “Sedir’de waldorf salatası”